Abdülhamid Han’ın yaptırmış olduğu ‘Alamet’ isimli
robot; dünyada ezan okuyan ilk saat olma özelliğine sahip-
tir. Sultan, bu muhteşem özelliklere sahip saati Japonya’ya
göndermiştir. Muhtemel ki Japonlar, bugünkü robot tekno-
lojilerini, sema yapan, ezan okuyan bu saatten almışlardır.
1887 yılında Japon imparatorunun yeğeni Prens Ko-
matsu bir savaş gemisiyle İstanbul’a gelir. Abdülhamid
Han’a birtakım hediyeler takdim eder ve sultan ile görüş-
melerde bulunur.
1889 yılında ise; Japon İmparatoru Meiji, İstanbul’a
özel elçiler gönderir. Bu elçilerle birlikte; Sultan Abdülha mid Han’a özel hediyeler ve bir de özel bir mektup gönde-
rir. Gönderilen bu hediyeler içersinde; Japonya’nın en bü-
yük nişanı olan Büyük Krizantem Nişanı da vardır.
Bu nişan, Sultan Abdülhamid Han’a takdim edilir. Özel
mektupta ise Japon İmparatoru, Abdülhamid Han’dan; “İs-
lam dini, ilim ve teknolojik gelişmeler, vakıflar, hayır ku-
rumlar vs. konuları ile ilgili olarak kendilerine Japonca
veya Fransızca olarak bilgiler” gönderilmesini rica eder.
Abdülhamid Han, konuyu Şeyhülislam Cemaleddin
Efendi’ye açar. Osmanlı’nın bilgi ve teknolojisi hakkında
bilgi isteyen, deniz aşırı bir ülkeye, eli boş elçiler gönderi-
lemezdi. İlk etapta; tezhipli bir Kur’an-ı Kerim ve daha bir-
çok hediye, elçilerle Japon imparatoruna gönderilir. Diğer
bilgiler için de süre istenir.
Bu süre zarfında Sultan Abdülhamid Han, Yeni Kapı
Mevlevihanesi saat sanatkarı, Musa Dede’yi huzuruna ça-
ğırır. Musa Dede, saat mekaniğini çok iyi bilen zattı. Sultan,
Musa Dede’den “çok iyi bir ekip kurarak, daha önce hiç
yapılmamış, eşi benzeri olmayan, teknolojik bir saat yap-
masını” ferman buyurur. Bunun üzerine Musa Dede, yedi
kişilik bir ekip kurarak çalışmalara başlar. “Daha önce hiç
yapılmamış, dengi olmayan nasıl bir saat yapmalı ?” diye
derin düşüncelere dalar.
Birkaç gün sonra, Sultan Abdülhamid Han, çalışmalar
hakkında bilgi almak için Musa Dede’yi tekrar huzuruna
çağırır. Musa Dede ve ekibinin çizdikleri projeleri inceler
ancak bunlardan tatmin olmaz. Çünkü Musa Dede’nin ge-
tirdiği çizimler, klasik saat örneklerinin değişik versiyonla-
rıdır. Huzurda bulunan Derviş Dede’ye fikri sorulur. Der-
viş, kağıttaki çizimleri inceler ve şöyle der:
“Bu saat semazen şeklinde olsun. Her saat başı, kollarını açıp sema etsin ve gong çalsın.” Sultan Abdülhamid Han, projeyi eline alır, dikkatlice
inceler, tefekküre dalar ve dâhiyane şu fikri söyler:
“Hayır gong çalmasın! Ezan okusun. Öyle bir tertip ya-
pın ki saat başı ezan okusun.” der.
Kağıda birkaç ayrıntı çizerek Musa Dede’ye verir.
Musa Dede, “Ferman Sultanımındır.” diyerek düşünceli bir
şekilde huzurdan ayrılır.
Guguklu, gonglu ve değişik melodili saatler mevcuttu.
Bunlar; körük ve mekanik düzenlerle halledilebilirdi ama
ezan sesi, insan sesiydi. Bu nasıl yapabilirdi? Sultana;
“Efendim bu nasıl olur?” demeden huzurdan çıkmıştı.
Musa Dede, bu düşüncelerde sahafları dolaşırken, Fa-
kir Dede’ye rastlar. Fakir Dede, Melami Mevlevi meşreb
bir zattı.
Musa Dede, konuyu gizlice Fakir Dede’ye açar. Fakir
Dede, Musa Dede’yi neşeye boğan şu bilgileri vermişti:
Frenk icadı gramofondan ilham alınabilir. Edison, 1877 yı-
lında fonograf cihazını bulmuştu. Ses kaydı yapan bu ci-
hazı önerir. Gramofonun 1887 yılının 20 Eylül’ünde Emil
Berliner tarafından patenti alınmıştı. Yani ezan okuyan saat
yapmak mümkündü.
Hemen çalışmalara başlandı. Kısa bir süre sonra, sema-
zen şeklinde, normal bir insan boyuna yakın, saatli bir robot
yapıldı. Robotun özellikleri şu şekilde idi: Kaideye otur-
tulmuş gövdesi; saat başı sema ediyor, bu esnada kollarını
açıyor, gümüş levhalardan yapılmış etekleri açılıyor ve aynı
anda ezan okuyordu. Etek kısmının üstündeki mazgallardan
ezan sesi geliyordu.
Öyle bir mekanizma kurulmuştu ki tüm bunları yapar-
ken yarım metre yürüyor, hem dönüyor ve ezan bitince de
tekrar yarım metre geri giderek yerine dönüyor; kollarını
ve eteklerini indiriyordu.