Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bir Anı. Bana melûl bana ders.
16-17 yaşındaydım galiba. Birkaç arkadaş anlaşmış, toparlanmış, yollara koyulmuştuk. İstikametimiz Darülâcezeydi... Ne hediye alınır ne alsak diye önce uzun uzun düşündük. Sonra ellerimizde kış mevsimi olması dolayısıyla portakallar ve elmalar ile çaldık kapılarını. Girişte sağ tarafta küçük bir butik, sol tarafta ise küçük küçük ayrılmış topluluklar vardı. Küçük bir çocuğun dikkatini çeker gibi biz selamlaşmayı beklerken, geldiler yanımıza. Tanıştığımız Ahmet amca Süheyla teyze ve kimler yoktu ki... Önce biraz muhabbet ettik. İnanın yüzlerinde gördüğünüz tebessüm size uzun vakittir ziyaret edilme arzularını, hasretlerini ele veriyordu. Hepsi hem konuşmak istiyor, hem de gizledikleri, kendilerine yara olarak belledikleri burda olma sebeplerini aşikâr etmekten çekiniyorlardı. Büyüdükçe çocuklaştığımızı Ahmet amca öğretti o gün bana. Görevli, gezdirmesi için Ahmet amcayı vekil tayin ederken, Ahmet amcanın koridorlarda koşmak için sarf ettiği çabalar, bana küçük bir çocuğu anımsattı. Elimizden aldığı poşetleri hem dağıtıyor, hem bizi anlatıyordu gördüklerine. Diyemedim ki ben sizi dinlemeye geldim... Girdiğim odaların etkisinden uzun süre çıkamadım. Kirpiklerimin ıslak olmasına alışkın iken mütebessim görünmek çok zordu ilk defa. Boş yatakların üzerinde yazan hastalıkları okumaya çalışırken, Ahmet amca okuduğum yatağın sahibini çağırıyordu. Yüzleşmek anlam bulmuştu adeta. Kimi yatakta boş değildi. Hiç kalkamayanlar, hiç yürüyemeyenler de vardı... Taşıyamayacağımı zannettiklerimi, birilerinin yaşıyor olması ve bizim hiç yaşanmamış, hiç başımıza gelmeyecek gibi davranmamız hayattaki en büyük tezatlık galiba. O yatakların birinde 2 defa kendi isteğiyle bedenini balkondan atan da vardı, döndüğünde evinin kapısını açacak olmadığı için. Bizim “yalnız”lık diye içini dolduramadığımız kavramların hakkını verdiği için. Bir yatakta hiç büyümemişler de vardı. Tokalar, bebekler, emzikler... Ahmet amca seslenince yatak sahibine,koşarak yanıma geldi kucağındaki oyuncak bebeğiyle... lal-ü ebkem kesilmiştim. Küçük bir kız çocuğunun evcilik oynarken ki haline bürünmüş, çok tatlı bir teyzemiz. Saçları iki yandan toplanmış, yanaklarında allık ve üzerindeki pembe elbisesi . Ne acısı vardı, silemediği, unutamadığı neydi ? Ne sorma cüretkârlığında bulanabildim ne de cevabını dinleyebilecek cesareti kendimde buldum. Sustum. Şeker ikram etti... Ali Amcam vardı birçok kez konuştuk onunla. O kadar beyefendi ki, konusması, duruşu... Falanca bir ilin eski futbolcularındanmış. 1-2-3 ziyaret derken en son görüştüğümüzde “gel seninle bir fotoğraf çekilelim,” dedi. Asmak için niyetlendiği yerde formalı çok güzel bir fotoğrafı vardı. Gelin görün ki fotoğraf elimde kaldı. Araya bir mazeret kabul edemediğim dünya telaşı girdi... Hani şu evde durduğumuz sürece hepimizin bir temennisi vardır ya şu günler geçsin ilk “ sahil havası alacağım, falanca arkadaşımı ziyaret edicem” vs. vs. diye. Ben elimdeki fotoğrafı ulaştıracağım... Hele ki şu sıralar izlediğimiz videolardan sonra onları hoş etmek için tekrar çaba sarf edeceğim. Biliyorum ki bekledikleri var. Beklenilen olmasam dahi o kapıyı tekrar çalacağım... Bir de en yukarda bahsettiğim sağ tarafta kalan butik var ya ailesi ile geçirmesini hayal ettikleri vakitlerde, yalnız başına kalıp el emeği ile uğraştıkları, emeklerini küçük bir miktar ile sattıkları yerdi. Varsa elini öpebileceklerimiz lütfen kıymet bilelim, zira yaş aldıkça o kalp daha çok hassaslaşıyor, taş taşımıyoruz diyoruz ya efendim, onlar da taş taşmıyor. Nitekim kalp bu. Hem de küçücük bir çocuğun hassasiyetinde!
·
5 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.