Gönderi

239 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 4 days
HUKUKUN SOPA GİBİ KULLANILMASI KONUSUNDA BİR İNCELEME
Osmanlı’da tahta çıkmadan önce şehzadelerin çocuk yapma hakkı bulunmamaktadır. Abdülaziz’in henüz şehzade iken bir çocuğu olunca onun anası Pertevniyal Sultan bu çocuğun, yani torununun öldürülmesine gönlü razı olmaz. Ve çocuğu anası ile birlikte tavan arasına saklar fakat çocuğun burada arkadaşsız büyümesine de gönlü razı değildir. Ruslardan kaçan kalabalık bir Kafkas grubun işte bu esnada İstanbul’a sığındığını duyan Pertevniyal Sultan henüz kırk günlük Meyyale’yi barındığı sığınakta beğenip, anasından satın almak ister ama Meyyale’nin anası Fatma “Satmak mıı! Ölürüm de satmam çocuğumu” deyince Pertevniyal Meyyale’yi anası ile birlikte alır, torununun kaldığı tavan arasına yerleştirir. Ve bu kitabın Yazarı 1923 doğumlu Hıfzı Topuz’da Meyyale’nin torunu Melahat’ın oğludur. Dolayısıyla Osmanlı Saray’ına mensup bir ailenin bireyi olan Topuz kendi engin bilgisine anasından, ailesinden dinlediklerini de katınca, alabildiğine tarafsız ve mükemmel bir eser çıkmış ortaya. İmparatorluğun son yüz yılı adeta didik didik edilmekle kalamamış, Osmanlıyı yıkılışa götüren affedilemez hatalar, ihanetler, ihmaller de bir bir ortaya dökülmüş. Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ve akabinde intiharı, 140 yıldır tarihimizin en tartışmalı konusu haline özellikle getirilmiştir. Oysa Abdülaziz intihar etmiştir. Bu tartışma götürmez. Zira Abdülaziz başta anası Petevniyal Sultan, iki oğlu, eşleri cariyeleri olmak üzere üç yüz kişinin bulunduğu bir ortamda intihar etmiştir ve bu konuda da itilaf yoktur. Fakat Abdülaziz’i tahtan indirip, meclisi açmak ve bazı yenilikler yapma şartıyla, hiç hesapta yokken bu kirli pazarlıklar neticesi kendisini tahta çıkaran paşaların gölgesinde kalmak istemeyen ve onlara verdiği sözlerden caymak isteyen II. Abdülhamid’in bu paşaları saf dışı etme gayretinden dolayı, cinayet hikâyesi piyasaya sürülür. İşte Yıldız çadır Mahkemesi de bu maksatla kurulmuştur. II. Abdülhamid darbeye karışan paşaları “meşru padişahı tahttan indirme suçundan yargılanmalarını” talep etmek yerine onları, amcası Abdülaziz’in öldürülmesi ile ilgili yargılanmaları yolunu tercih etmesinin sebebi de aynı nedenden dolayı olsa gerek. Abdülaziz’in intihar ettiği bizzat anası Pertevniyal Sultan, oğulları ve kalabalık ailesinin tüm fertlerinin şahitliği ile sabitken, sırf II. Abdülhamid zulmünü haklı çıkarmak ve onun yolundan giden dikta heveslilerine şirin görünmek için, bu konuyu tartışmalıymış gibi gösteren tarihçilere ‘yazıklar olsun’ demek hafif kalsa da daha fazlasını söylemeye de terbiyem izin vermiyor. Görüldüğü kadarıyla çocukluğunda anası Pertevniyal Sultan tarafından çok şımartılan, el bebek gül bebek büyütülen, yapabileceklerinin sınırları öğretilmeyen, dolayısıyla da bir yetişkin gibi davranmasını hiçbir zaman becerememiş birisidir Abdülaziz. Onun cesedinin üzerine kapandığında anasının söylediği “Ah oğlumu ben öldürdüm, makası onun eline ben verdim. Bana doktor değil cellat lazım” sözleri, söylendiği anlamıyla değil de bu açıdan bakınca daha anlamlı ve daha doğrudur aslında. Ayrıca tahttan indirildikten sonra, Hüseyin Avni Paşa ve Mithat Paşa gibi üst rütbeli askerlerin en ufak bir saygısızlığı olmamakla birlikte, onun koruma ve hizmetine verilen alt kademedeki zevatın aşağılamalarının da intihar da etkili olduğu açıkça görülüyor. Tabi burada asıl konuşulması gereken belki de Abdülaziz’in ölümü, II. Abdülhamid’in hukuktan nasibini almamış, ahlaksız mahkemesinden ziyade bizde iktidar değişimlerinin neden bin yıldır kanlı olduğu, iktidarın neden hep hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma ile birlikte anıldığıdır. Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihini iyi incelediğimizde: İktidarı denetleyecek kurumların daima iktidarın güdümünde ve onların sopası durumuna düşürülmesinden dolayı kanlı olaylara sahne olduğumuzu görürüz. Zira bizde iktidara talip olanların, öncelikle hırsızlık, yolsuzluk, devlet gücünü kendi amaçları için kullanmak maksadıyla iktidarı istemelerinden dolayı, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkesinin işlemesine asla izin vermemekte, iktidar sahipleri işlerine gelmediğinde anayasaya bile “uymuyorum, saygı da duymuyorum” diyebilmektedirler. Devleti devlet yapan en temel unsur olan hukuk ve adalet devre dışı kalınca da iktidar değişimleri daima kanlı olduğu gibi, denetlenemeyen iktidarlardan dolayı da ne devletimizin, ne vatandaş olarak bizlerin, ne de paramızın bir itibarı hiç olmadı. İtibarlarının yerlerde süründüğünün farkında olan iktidar sahipleri ve onların şakşakçıları da itibarı saraylar, savaşlar, asıp kesmeler, para pul, makam araçları ve koruma ordularında aradılar. Evet. Karanlık, kirli, ahlaksız işlerle uğraşanların neden: “Öyle kitaplar vardır ki, bombadan daha tehlikelidir” dediklerini, bu kitabı okuyunca daha iyi anlamak mümkün. SONUÇ OLARAK İbn Haldun: “Bir kere köleliğe alışan milletlerin kölelikten kurtulmaları imkânsıza yakındır” diyor. 1243’te, Kösedağ’da II. Gıyasettin’in otuz kin kişilik Moğol ordusu karşısında, yetmiş bin kişilik ordusunu terk edip savaş meydanından kaçmasıyla bu millet yetmiş yıl esaret ve işgal altında kalmıştır. Günümüzde de NATO ve Amerika boyunduruğunu kurtuluş gibi gören, iktidarı halktan önce Washington’dan, Beyaz Saray’dan isteyen ve bunlara oy veren kesimlerin dedeleri de, o devirde yetmiş yıl boyunca Moğol komutası altında, bir avuç Türkmen’e karşı savaşmışlar, hacı hoca, evliya takımı ise Moğol’un fetvacısı olmuşlardır. Kitabın 90. Sayfasındaki aşağıya alıntısını koyduğum İngiliz elçisinin tespitleri çok acıdır ama maalesef gerçektir. "Osmanlı’nın mali ve askeri açıdan başarılı dönemlerinde de yönetim dünyanın dört bir yanından seçilerek toplanan devşirmelerin elindeydi ve yönetimde Türklerin, hükümdarların katkısı yok denecek kadar azdı." Bu gün de Ankara’dan yönetildiğimiz ve tam bağımsız, özgür bir ülke olduğumuz söylenebilir mi? Sadece okumak değil, tekrar takrar okunması, okutulması ve ders çıkarılması gereken bir eser. Okuyarak kalın. KİTAPTAN ALINTILAR Abdülmecid'in birlikte yaşadığı kadınlar ikballer büyük bir mateme büründüler. Artık onların da başka saraylara taşınma zamanı gelmişti. Abdülmecid çok kadınla yaşama bakımından padişahlar içinde rekor kırmıştı. Kadınların ve ikballerin hepsi Çerkez ve Ubıh kökenliydi. (Sayfa 29) Yıl 1869. Abdülaziz artık despot bir hükümdar olmuştur. Tek kadınla harem dönemi çoktan kapanmış ve saray cariyelerle dolmuştur. Saray'ın çeşitli bölümlerinde çalışan cariyelerin sayısı beş yüz kadardır. Şehzadelerin ve sultanların dairelerindeki cariyeler bu sayıya dâhil değildir. Toplam cariye sayısı sekiz yüzü aşmıştır. Şehzadelere cariye sunulması Osmanlılarda eski bir gelenektir. Örneğin II. Beyazıt 1482'de oğlu Şehinşah'a beş cariye ve beş oğlan, 1484'te on cariye ve on olan, Şehzade Ahmet'e on cariye ve on oğlan, 1485'te Şehzade Mahmut’a beş cariye ve beş oğlan hediye etmiştir. (Sayfa 31) Tarihçiler onun döneminde (Abdülaziz) saraylarda bin iki yüz kadın, üç yüz elli aşçı ve yamağı, dört yüz seyis ve ahır bakıcısı, dört yüz kürekçi ve kayıkçı, dört yüz mızıka eri ve subay, iki yüz kuşbaz ve cambaz, iki bin hademe, üç yüzün üstünde kâtip teşrifatçı ve mabeyincinin bulunduğunu anlatırlar. Saraydan geçinenlerin sayısı altı bin kişiyi bulmuştu. Halk ise yoksulluk içindeydi. Bunlar padişahın umurunda değildi. Dışarıdan alınan borçların tutarı 3.300.000, iç borçların tutarı da 2.000.000 kese altına yükselmişti. Bu borçlar için yılda 544. 000 kese altın faiz ödeniyordu. İmparatorluk tam bir çöküntü içindeydi. (Sayfa 35) Abdülaziz çok onurludur, laubalilikten hiç hoşlanmaz ama arkadaşına çektirmediği acı kalmaz. Nevres Paşa'yı bir ara Bursa mutasarrıflığına atayarak İstanbul'dan uzaklaştırır. Sonra pişman olur Vezir rütbesi ile Maliye Nazırlığına getirir, iki kez Maliye Nazırı yapar. Günün birinde Paşa'nın sakalını beğenmez, zorla kestirir, kendisine kadın giysileri giydirip eğlenir, sonra yeniden sakal bıraktırır. (Sayfa 37) Cevdet Paşa neler demişti: “Kâğıt para hızla değerini yitiriyor. Yüz kuruşluk altın bir gün içinde üç yüz kuruşa çıktı. Birkaç gün sonra dört yüze fırladı. Ondan sonra da kâğıt paranın hiç değeri kalmadı. Hâlbuki halkın elindeki para hep kâğıt paraydı. Bu para geçmez oldu, millet aç kaldı. Fırınlarda ekmek bulunmaz oldu, dükkânlar kapandı, herkes ne yapacağını şaşırıp kaldı. İnsanlar perişan oldu.” (Sayfa 83) Yabancı ülkelerden borç alma işini ilk olarak Abdülmecid başlatmıştı. Padişahımız da (Abdülaziz) bu geleneği bir güzel sürdürdü. İlk borç alma içine girildiği zaman Cevdet Paşa'nın Şöyle dediği anlatılır: “Bizim gibi mirasyedilere böyle bir para kapısı açılırsa kim bunun önünü alabilir? Halimiz ne olur? Vay başımıza gelenler. Allah encamımızı hayreyleye.” (Sayfa 84) İngiliz elçisi de Babıali’ye bir teskere göndererek şöyle demiş: "Türklerin Osmanlı yönetiminin başında kalabilmesi için yüksek niteliklere sahip olmaları gerekir. Hâlbuki bugün Osmanlı Devleti rüşvet, hırsızlık, yiyicilik, yolsuzluk, adam koruma ve dar düşünceler içinde boğuluyor. Devlet kendi zayıflığının ağırlığı altında çöküyor ve harap oluyor. İmparatorluğun kurtarılması için tek çıkar yol Avrupa'nın zekâsından ve kültüründen yararlanmaktır. Beş Hristiyan, yedisi Müslüman üyelerden oluşan bir meclis kurulmalı, memleketin huzuru, düzeni, halkın eğitimi ve vergi işlerinden bu meclis sorumlu olmalıdır." (Sayfa 90) Valide Sultan da oğlunun üzerine kapanmış, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bir yandan da: “Ah oğlumu ben öldürdüm, makası onun eline ben verdim. Bana doktor değil cellat lazım. Onun intiharına sebep olanlar beni de şehit etsinler' diye haykırıyordu.” (Sayfa 112) Abdülaziz'in devrilmesi rejim sorununa hiçbir çözüm getirmemiştir. Jön Türklerin ve devrimcilerin amacı mutlakıyete, yani salt otoriteye son vermek ve parlamenter bir rejime geçiş sağlamaktı. Mithat Paşa'da bu eğilimin temsilcisiydi. Abdülaziz'in devrilmesi demokrasi yolunda ilk adım olacaktı ama olmadı. Her şey unutuldu. Hüseyin Avni Paşa hünkârlığa özendi. (Sayfa 116)
Meyyale
MeyyaleHıfzı Topuz · Remzi Kitabevi · 2019718 okunma
·
342 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.