Gönderi

376 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
1 saatte okudu
Heba Olan Hayatların Romanı
Heba, Hasan Ali Toptaş’ın kalemiyle tanıştığım kitabıdır. Bundan yıllar önce, üniversitede final haftasında sabahlamak niyetiyle proje başına oturduğum gecelerden birinde bana eşlik etsin diye nedir ne değildir çok da bilmeden bir film açmıştım. O film Gölgesizler’di. Filmi o kadar beğenmiştim ki filmle ilgili yazılan çizilen ne varsa okumuştum. İşte o zamanlarda tanıştım ben Hasan Ali Toptaş’la. O zamanlar çarşıya çıktığımda bir kaç kere kitapçıya ve sahafa girdiğimde Gölgesizler’i sordum ama bulduğumda, öğrencilik ya işte, ya param çıkışmadı ya da param varken de kitapçılarda kalmamıştı. Böyle yine kitabı sormak için bir sahafa girdim, Gölgesizler’i sordum. “Gölgesizler yok ama Sonsuzluğa Nokta var.” dedi bana. Heba, Hasan Ali Toptaş’ ın kalemiyle tanıştığım kitabıdır. Bundan yıllar önce, üniversitede final haftasında sabahlamak niyetiyle proje başına oturduğum gecelerden birinde bana eşlik etsin diye nedir ne değildir çok da bilmeden bir film açmıştım. O film Gölgesizler’ di. Filmi o kadar beğenmiştim ki filmle ilgili yazılan çizilen ne varsa okumuştum. İşte o zamanlarda tanıştım ben Hasan Ali Toptaş’la. O zamanlar çarşıya çıktığımda bir kaç kere kitapçıya ve sahafa girdiğimde Gölgesizler’i sordum ama bulduğumda, öğrencilik ya işte, ya param çıkışmadı ya da param varken de kitapçılarda kalmamıştı. Böyle yine kitabı sormak için bir sahafa girdim, Gölgesizler’i sordum. “Gölgesizler yok ama Sonsuzluğa Nokta var.” dedi bana. “Tamam olur, onu alayım ben” dedim ve Sonsuzluğa Nokta’yı aldım çıktım. Büyük bir iştah ve hevesle okumaya başladım fakat 5. sayfaya bile gelemedim o zamanlar Nedenini bilmiyorum. Ağır değildi ve kurgusu hakkında da bir çözümleme yapacak kadar bile ilerleyememiştim. O nedenle kurgusuna da bir yorum yapamam ama okuyamadım işte. Demek zamanın şimdi değil senin deyip koydum kitaplığıma. Sonsuzluğa Nokta hala okunacaklar arasında sırasını beklerken, ben yazarın kalemiyle Heba romanıyla tanıştım. Daha iyi bir tanışma olabilir miydi bilmiyorum inanın. Son satırları bitirdikten sonra bile elimden bırakamadım. Sanki bırakırsam, Ziya’ya uzattığım elimi de bırakacakmışım gibi hissettim… Ziya, romanın baş karakteri ve roman da Ziya’nın delinen uykularından ve dalıp giderken hatırladıklarından oluşan beş bölümden meydana geliyor: Anahtar, Rüya, Huzur, Yazıköy, Sınır, Minnet ve Fena. ‘Sınır’ bölümü kitabın en uzun ve oldukça da vurucu bir bölümü. Özellikle askerliği zor geçenleri daha da etkileyeceğini düşünüyorum. Yalnız, Sınır bölümünde yazar anti-militarist bir duruşla bir çok mesaj veriyor ama bu mesajı verirken tüm üslerin birbirinden kötü olması bana fazla geldi. Yaşadığımız coğrafya insafsız ve acımasız bir coğrafya. Bu nedenle ne yazık kim yaşandığı için utanılacak olaylar yaşanmış, yaşanıyor ve yaşanacak… Beni rahatsız eden şey sadece, tüm komutanların kötü olmasıydı. Yoksa elbette yazarın kalbindeki dileklere katılmamak ve “evet, keşke böyle olmasa” dememek işten bile değil… Bu yalnızca benim naçizane bir eleştirimdir. Her şey bir yana, Sınır bölümü baştan başa beni yerden yere çaldı, duygudan duyguya sürükledi. Sanıyorum tek bir roman bile çıkardı o bölümden. Toptaş Türkçe’ye öylesine hakim ve yöresel deyişleri öyle yerli yerinde kullanmış ki bazı anlar kahkahalarla bazı anlar naifçe güldüm. Örneğin, bir çok yerde de belirtilmiş ama ben de söylemeden edemem, Ebeci’in ağzından yazılmış bir kuru fasulye tarifi var ki beni kırdı geçti (sf. 98) Bir de Binnaz Hanım’ın “Öyle ya, nereden gönderiliyor bu kiracılar…” konuşması da beni epeyce güldürdü (sf. 30). Yine Binnaz Hanım’ın babalıkla, babasızlıkla ilgili tespitlerini okurken yüreğim kuş gibi çırpındı. Aklına getirmek bile insanı mahvetmeye yetecek bazı şeyler var bu hayatta. İşte bu romanda da, o akıllara bile getirilmek istenmeyenleri yaşayanlar, böyle böyle heba olanlar var bir de. O kadar çok altını çizdim ki kitabın, hepsini söyleyecek olsam romanı size okumuş olacağım ama tam şu anda rastgele açacağım sayfalardan bir kaç örnek vermek istiyorum: “Bir insanın, kendisine zulmedene gülümsemeye mecbur bırakılmasından daha beter bir zulüm olamazdı yeryüzünde.” (sf. 277) “İnsanı hep hafiflettiği söylenir ama bence sevinmek ve neşelenmek de yorucu bir şey Ziya Bey…” (sf. 52) “Çünkü insan, içindeki canavarı öldürürse çöle dönüşür.” (sf. 340) “Senin varlığından haberdar olsunlar ya da olmasınlar, bu ülkede yaşayan herkesin misafiri sayılırsın.” (sf. 311) Saflığı ve naifliği ile beni Ziya’dan da çok etkileyen bir karakter vardı bu romanda: Kenan… Minnet duygusunun insanı nasıl boyunduruğuna aldığını okuyacaksınız Kenan ile Kenan Eli’nde yani Yazıköy de. Yine Yazıköy insanlarının üzerinden, Türk edebiyatı ve sinemasında da çokça değinilen bir konu olarak, burada da köy insanının her zaman da dost olmayan, hatta çok acımasız o yüzünü görüyoruz. İşte o zamanlarda ben yer yer isyan da ettim, “Ama bir şeyler yapmalı!” dedim… Bazısının hiçlikler uğruna, bazısının çaresizlikten heba olmuş hayatlarını okuduktan sonra hangi yöne gideceğini bilemez gibi kendi yolunuzun ortasında bir müddet sallanıp duracaksınız belki de bu kitabı bitirdiğinizde. Bizlere böylesi bir eserle kavuşturduğun için teşekkürler, iyi ki varsın Hasan Ali Toptaş… İyi okumalar, sevgiler…
Heba
HebaHasan Ali Toptaş · Everest Yayınları · 20164,605 okunma
·
13 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.