Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Helvayı kim yiyecek Biri Kadiri, biri Nakşi, biri Bektaşi olmak üzere üç derviş seyahate çıkmışlar. Yolda giderken Kadiri ve Nakşi dervişler şeyhlerinin kerametlerini anlatıyorlar, Bektaşi de sükût ile onları dinliyormuş. Bir köye uğramışlar. Köyde bir eve misafir olmuşlar. Köylü onlara yemek getirmiş. Karınlarını doyurmuşlar, o sırada bir köylü de bir tabak helva getirmiş. Doymuş bulunduklarından helvayı yarın yemeye karar vermişler. Helvayı yalnız kendisi yemek isteyen Kadiri demiş ki: “Arkadaşlar, aklıma bir şey geldi. Şimdi yatalım, uyuyalım. Sabah herkes gördüğü rüyayı anlatsın. Hangi rüya mükemmel ve iyi ise mükafat olarak o helvayı yesin.” Kabul etmişler, uyumuşlar. Sabah olmuş. Kadiri başlamış rüyasını anlatmaya. “Hayırdır inşallah. Rüyamda Şeyh Efendi teşrif ettiler. ‘Gel derviş’ diyerek elimden tutup beni cennet-i alaya götürdüler. Bahçeleri, köşkleri, huri ve gılmanları hep gösterdiler. Taamlarından meyvelerinden yedirdiler. Sonra da uyandım.” Arkadaşları bu rüyanın mükemmel olduğunu söyledikten sonra Nakşi başlamış anlatmaya: “Ben de gördüm ki bizim Şeyh Efendi gelip beni göklere çıkardılar. Orada meleklerle görüştük. Güneşi, yıldızı ve ayı temaşa eyledik.” Bu rüyanın da mükemmel olduğu tasdik olunmuş. Bektaşi susuyormuş. Sormuşlar. “Sen rüya görmedin mi?” “Gördüm.” “Niçin nakletmiyorsun?” “Sizin rüyalarınıza nazaran nakle layık değil de onun için.” “Böyle olmaz, anlatmalısın.” “Ben de gördüm ki Şeyhim geldi. Derviş, Kadiri’yi Şeyh’i cennete götürdü. Tatlılar, meyveler yedirdi, köşkler, bahçeler gezdirdi. Nakşi’yi Şeyh’i göklere çıkartıp meleklerle konuşturdu. Benim elimden böyle şeyler gelmez. Bari sen de kalk da helvayı ye de. Ben de kalktım helvayı yedim.” Anahtara tükür açılır Süleymaniye civarında ikamet etmekte olan bir Bektaşi dervişi bir gün alessabah düğmecilerden geçiyormuş. Düğmeci bir Ermeni’nin dükkan kapısını açmak için uğraştığını görmekle seyre başlamış. Düğmeci çalışıyor, çabalıyor, hiddet ediyor, kendi kendine söyleniyor, bir türlü anahtarı döndürüp kilidi açamıyormuş. O sırada başı sarıklı fakat kendi cahil bir talebe oradan geçmekle Ermeni bunu tutarak der: “Aman Hoca! Dükkanı açamıyorum. Sizin kitapta her şey var derler. Bunu açmak için bir çare var mı?” “Hay hay! Vardır!” “Rica ederim, söyle nedir?” Talebe Arapça bir kelime söyler. Düğmeci: “Peki hocam, fakat ben bunun manasını anlamam, ne demektir?” “Anahtara tükür açılır, demektir.” Ermeni anahtara tükürerek kilide sokup çevirince tesadüfen kapı açılmış. Bunu gören düğmeci, talebeye: “Hoca, ben inandım. Sizin dininiz doğru imiş. Bana söyle de İslam olayım” demekle talebe düğmeciye Kelime-i Şahadet’i telkin etmiş ve herif İslam olmuş. Bu hali gören Bektaşi başını sallayarak: “Ya Rabbi! Bu düğmeci Ermeni’yi Müslüman edecek imişsin. Fakat şu talebeyi kafir etmekte ne mana vardı? Bunun ne kabahati vardı?” diyerek yoluna devam eder. Sarf etmiyor Bir mecliste bir zatın aklı ve zekasının çok olduğundan bahisle methiyeler düzülür, övme işi abarttıkça abartılır. Orada bulunan Bektaşi dervişi sonunda dayanamaz: “Evet azizim evet! O zatın akıl ve zekası pek çoktur, pek çok olması gerekir. Çünkü ömrü hayatı boyunca bundan bir şey sarf ettiğini hiç görmedim!” Kayık küçük Bektaşi kiraladığı kayık ile Eminönü’nden Üsküdar’a giderken, deniz dalgalanmaya, kayık sallanmaya başlar. Dalgaların, büyük bir fırtınanın başlangıcı olduğunu sezen Bektaşi’nin telaşlandığını gören kayıkçı: -Ne korkuyorsun yolcu? Korkma. Allah büyüktür! Diye Bektaşi’yi sakinleştirmek ister. Kayıkçının bu sözüne içerleyen Bektaşi şu yanıtı verir: -Allah büyüktür amma, kayık küçük! Oruç yemek Bektaşi bir dervişi Ramazan’da yemek yerken görmüşler. “Neden oruç tutmuyorsun?” Bektaşi sinirlenmiş: “Ulan aç gezerken kimse bir şey sormuyor, bugün bir yiyecek buldum, hepiniz üstüme geliyorsunuz!” Nankör kürk Zengin, zengin olduğu kadar kibirli bir adam kürkünü giymiş, göğsünü gererek, küçük dağları ben yarattım edasıyla yürüyor, kendisini herkese göstermek istiyormuş. Onun bu tavırlarına dayanamayan bir Bektaşi dervişi sonunda yanına sokulmuş. “Efendim, o kürkünüze çok güvenmeyin. Malum ya kürk, nankördür.” Demiş. Zengin şaşırmış. “Nasıl yani?” “Nasıl olacak? Sizden önce senelerce bir tilkinin sırtında durdu da onu bile hayvanlıktan kurtaramadı!” Bektaşinin keçisi Bir Bektaşi dervişi her sabah evinden çıkar, keçisini yolun başındaki ağaca bağlar, oradan tepeye tarlasına çıkar, çalışır, akşamı eder, akşam da keçisini geri çözüp evine dönermiş. Bir sabah kasabaya inmesi gerekmiş, yolu uzatmak da istememiş. Oğlunu çağırmış. “Sabah keçiyi sen bağla. Benim yolum uzamasın. Kasabadan direk tarlaya gelirim. Akşam da beraber döneriz.” “Olur.” Ertesi gün anlaştıkları gibi yapmışlar. Akşam olmuş, iş bitmiş, dönüş yoluna düşmüşler. Ağaca geldiklerinde ne görsünler? Keçi yok. Bektaşi sormuş, panikle: “Evladım, sen keçiyi kime emanet ettin?” Oğlu gayet rahat: “Allah’a.” Bektaşi başlamış dövünmeye: “Evladım hiç keçi Allah’a emanet edilir mi? Ondan günde bin kişi keçi ister. O vermiştir isteyen birine. Ben Ali’ye emanet ederim, Ali’den kimse keçi istemez!” Papazın ölümü Vaktiyle Ortaköy’de Bektaşi ile Papaz çok dost imişler, yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş… Bir gün Bektaşi’ye haber vermişler: “Hemen gel, Papaz çok hasta.” Bektaşi varmış bakmış ki dostu ölüm döşeğinde yatıyor… Bektaşi’yi görünce Papaz’ın dudakları titremeye başlamış, konuştu konuşacak… Baba Erenler hemen eliyle Papaz’ın ağzını kapatmış… Çevreden bozulanlar sormuşlar: “Ne yapıyorsun yahu?” Bektaşi: “ Ben bu pezevengi bilirim, demiş, şimdi bir besmele çeker, doğru Cennet’e gider…” Unuttum ağa Bektaşinin biri dalgın bir halde sigarasını tüttüre tüttüre yolda gidiyormuş. Karşısına yeniçeri ağası çıkmış. Hiddetle sormuş: “ Bu ne hal? Mübarek Ramazan gününde oruç tutmuyor, sigara mı içiyorsun?” Bektaşî şaşkın şaşkın karşılık vermiş: “ Unuttum ağa.” “Neyi unuttun?” Bektaşi safiyetle: “ Sokakta olduğumu.” Oruç Adama sormuşlar: “Kaç gün oruç tuttun?” “Hastalığım nedeniyle, ancak bir gün tutabildim!” Aynı soruyu, orada bulunan Bektaşiye sorunca, hiç istifini bozmadan yanıt vermiş: “Bu arkadaş benden bir gün fazla tutmuş!” Allah’ın işi Bir Bektaşi hasta olmuş. Doktora gitmiş. Doktor demiş ki :"Senin ilacın b*k böceği yemek." Bektaşi kızmış: "Allah öyle şifa yaratır mı doktor?" "Valla öyle. İşine gelirse." Bektaşi yemiş. Ne yapsın. Bir gün yolculuğa çıkacak. Gemiye binmiş. Biraz sonra gürültü: Gemi batıyor! Herkes canhıraş, kaçıyor. Bektaşi uzatmış ayakları, yakmış bir sigara. Millet koşturmakta. En son biri gelmiş: "Ne yapıyorsun sen? Bu ne rahatlık? Gemi batıyor!" Bektaşi rahat: "Ben Allah'ın işine bir defa karıştım, bana b*k böceği yedirdi. Bir daha karışmam." Namaz Bektaşi’ye sormuşlar: “Sen neden namaz kılmıyorsun?” “Cenâb-ı Hakk Kur`ân-ı Kerîm'de 'Lâ takrabü's-salâte/Namaza yaklaşmayın!' buyuruyor ya. Ben de O'nun emrini yerine getiriyorum" “Ayetin alt tarafını da okusana!” Bektaşi gayet rahat: “Ben hafız değilim. Hepsini bilmem.” Allah Hocanın biri camide vaaz veriyormuş. Vaazın konusu Allah imiş. Hoca anlatıyormuş: “Allah ne yerdedir, ne gökte, ne sağdadır, ne solda, ne alttadır, ne yukarıda…” Bektaşi dayanamamış: “Sen Allah yok diyeceksin de cesaret edemiyorsun!” Himmet Yaşlı bir Bektaşi, yokuşa gelmiş, tıkanmış. Ter içinde, mecalsiz, yorgun… Yokuşun başında bir evliya türbesi görmüş. Bağırmış: “Himmet erenler! Halimi görüyorsun, ihtiyarım, yorgunum, halsizim, hastayım. Bu yokuşu çıkacak dermanım yok. Bir himmet et de bana bir binek gönder.” Cümlesi biter bitmez güçlü bir nara duymuş. Bakmış ki karşısında bir sipahi. Korkunç, her an öldürecek gibi. Belinde de kılıç. Yanında da tay varmış. Bektaşi’ye dönmüş: “Bu tay yeni doğdu, bu yokuşu çıkamaz. Sen madem ki yokuşu çıkacaksın, yüklen tayı sırtına da, çıkarıver.” Bektaşi ne yapsın, can tatlı, kabul etmiş. Tayı sırtına yüklenmiş, yokuşu çıkmaya başlamış. Çıkarken de gözleri türbede söyleniyormuş: “Ulan evliyalığına evliyasın ama lafı kı**ndan anlıyorsun!” Uğursuzluk Avcı Sultan Mehmet bir gün adamlarıyla beraber ava çıkar, akşama kadar bir keklik bile vuramaz. Nedenini de, sabahleyin gördüğü bir dervişin uğursuzluğuna bağlar. Adamlarına dervişin tarifini verir, bulmalarını emreder. Tarife uyan kişi Bektaşi dervişi Hamza Baba’dır, hemen yakalanır, huzura getirilir. Sultan görür görmez bağırmaya başlar: “Bre utanmaz, uğursuz! Bugün seni gördüğümden beri akşama kadar bir ava rastlayamadım. Seni cellada yollayayım da memleket bir uğursuzdan kurtulsun!” Bektaşi durumun vahametini idrak edince, kendini savunma gayesiyle nazikçe son sözlerini söyler: “A devletlim, siz beni gördünüz bir keklik bile vuramadınız. Ama insaf ediniz, benim de bugün ilk gördüğüm sizdiniz ve şimdi cellada havale ediliyorum. Uğursuzluk hangimizde?”
·
52 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.