Gönderi

Bu Alman filozof(Kant), gerçekte, analiz ve kurumsallaştırma açısından ahlakı dinden ayırıp, yerine aklileştirmeyi ona ekleyerek ahlakı “sekülerleştirmekten” başka bir şey yapmamıştır. Bugün Kant’ın yöntemiyle ahlakı sekülerleştirme çabalarımıza dair iki örnek verelim. Sözgelimi toplumsal ve insani faaliyetlerde uyguladığımız “dayanışma” kavramı din temelli, ahlaki bir kavramdır. Hıristiyanlarda “ihsan'; Müslümanlarda ise “terahum” (hemcinslerine karşı merhametli olmak) manasına gelen bu kavram, sekülerleştirilmiş ya da aklileştirilmiştir de diyebilirsin. Muvatana (vatandaşlık) kavramı da bunun gibidir. Onun da dini anlamının sekülerleştirilmesi söz konusudur. Oysa vatandaşlığın dini bağlamdaki manası kardeşler, kardeşlik bağıyla birbirine bağlananlar topluluğudur. Kant’ın burada yaptığı, tamamen dine bağlı olmasına rağmen, ahlakı dinden ayırmaktır. Bu ayırma eylemini, ünlü "Bilmeye cüret et, bilginleşme cüreti göster! Hiç kimsenin üzerinde vesayet kurmasına izin verme.” ilkesiyle belirlediği "modernite’nin ya da “Aydinlanma"nın gereklerine cevap vermek için yapmıştır. Bu noktada soyut aklın ahlaki meseleleri işgal altına alması, onların asıllarının dinle olan bağlantılarını kesmesi ile karşı karşıya bulunmaktayız. Öyle ise geriye şunu söylemek kalıyor: Ahlakta asıl olan dini metindir. Bunun sebebi ahlaki değerlerin, tümellerin tikellerden soyutlandığı gibi, dış gerçekliklerden soyutlanmış modeller olmamalarıdır.
·
19 görüntüleme
Şevval