Gönderi

Avrupalıların üç yenilgisi: Habeşistan, Küba, Mançurya 1894-1904: Bu dönem, yüzyılın ortasına damgasını vurmuş olan uyuşmazlıklardan beri, yüzyılın en çatışmalı dönemidir; o on yıl içinde, belli başlı emperyalist savaşlar bir araya gelir. Japonya’nın Almanya, Fransa ve Rusya önünde - geçici de olsa- geri çekilmekle sonuçlanan Kore sorununu bir yana bırakmalı. Kuşkusuz Büyük Britanya, güç de olsa Transvaal’da muradına ererken, Fransa Kara Afrika’ya sokuluşunu sürdürür ve Madagaskar’ı işgal eder. Ne var ki, Avrupalı devletlerin yitirdikleri üç savaş vardır: İtalya, Habeşistan’ı yenemez; İspanya, Küba’da ve Filipinler’de başarısızlığa uğrar; Rusya da, Japonya’nın Mançurya’da kendisine tattırdığı acı bir felakete uğrar. Özellikle bu sonuncusu, yalnız büyük yankılar yapmakla kalmaz, çarlığı yıkmasa da onu iyiden iyiye sarsacak bir devrimin de hazırlayıcısıdır. Öte yandan, Afrika’nın işgale uğramamış son topraklarından birinin, Fas’ın çevresinde, sert bir Fransız-Alman rekabeti ortaya çıkar ve son olarak da, Reich’a. karşı yeni bir İngiliz-Fransız-Rus bağlaşıklığı oluşur, onu Asya’nın doğusunda Japonya da destekleyecektir. Bütün bunlar, açılmakta olan çağdaş dönemin en başta gelen iki olayının doğrudan kaynaklarıdır: O iki olaydan biri 1914 savaşı ise, ötekisi 1917 Bolşevik Devrimi’dir. Avrupa dışı yeni emperyalizmler: Birleşik Devletlerle Japonya’nın yükselişi Avrupa, sömürgelerde uğradığı en büyük terslikleri, rakipleri genç emperyalizmlerle karşılaştığı noktalarda yaşar; bütün bunlar, Birleşik Devletler’le Japonya’nın, büyük istilacı güçler olarak ortaya çıkışlarıyla aynı ana rastlarlar. Bu güçler, birbirine benzemez toplumlar ve uygarlıklar olsa da, dünya politikaları göz önünde tutulduğunda aralarında kimi benzerlikler gösterirler. Birleşik Devletler’de, toprakları alabildiğine bereketli, kişisel başarılara uygun ve Eski Dünya’da yaşayamayanların gelip sığındıkları bu diyarda, her şey biraz acele ama büyük çapta olmuştur. Görünüş odur ki, yüzyıl yaşlı Avrupa’nın bir uzantısıyla son bulmaktadır; ama Amerikalı insanın yaşam zevki ve biçemi de bağımsızlık kazanır ve yayılır. Eski Japonya, uzaklarda bir ülke oluşunun özellikleri de işin içine girince, şairleri, sanatçıları ve koleksiyon meraklılarını büyüleyip durmuştu. Sanayi uygarlığının içine yıldırım hızıyla gelip dalmış da olsa, özgün yüz çizgileri kaybolmuş değildir; ne var ki, dünyanın onun hakkında bildiği hemen hemen tek şey vardır: Asya ile tropikal pazarlarda Avrupa ya da Amerikan mamulleriyle rekabet eden, fiyatı gitgide ucuz harcı alem nesneler. Jaures, Carnagie’lerin, Vanderbilt’lerin, Pierpont Morgan’ların, Rockefeller’lerin cumhuriyetinden söz ederken, “kapitalizmin dev güneşi” der. Bireyci liberalizm, orada yargıcın, sendikanın ve devrimci ideolojilerin öyle pek tedirgin olmadıkları dev bir zenginler yönetimine yol açarken, bütün bir Avrupa kadar geniş bir iç pazar da yaratmıştır. Ne var ki, yayılma zamanı da gelip çatmıştır: Dış ticaret rakamları, 1900 ile 1914 arasında iki katına çıkmıştır, Asya doğrultusunda üç kattır bu; dışarıda yatırılmış 6 milyar dolardan fazla bir para vardır; Orta Amerika ile Büyük Okyanus’ta gerçek bir imparatorluk ortaya çıkmıştır; yeni Latin dünyası, sadece Panamerikanizmin nüfuz alanı olmaya doğru yönlendirilmiştir. Öte yandan, Mançurya ve Fas sorununu çözmek amacıyla hakemliğine başvurulmuştur ki, dünya çapında bir parlaklığın işaretidirler; Çin’de ve Afrika’da güdülen “açık kapı” politikası, Avrupalı ve Japon sömürgeciliğinin uyguladıkları ayrılmış nüfuz bölgeleri politikasının karşısındadır. Tokyo’da da, alabildiğine merkezileşmiş bir kapitalizm ağır basar durumdadır. Arkasında, ihtiyaçların kendisini dürtüp kamçıladığı durmadan üreyen yoksul bir halk vardır. Beslenmek için ne pahasına olursa olsun dışarıya mal satmaya zorlanan ülke, kaçınılmaz bir biçimde emperyalizm yoluna gelip girmiştir. Anayasal bir perdenin arkasında, genrö’nun klanları mikado adına yönetmeyi sürdürürler ve onların, ordu, donanma ve bürokrasiye dayanan otoriter rejimi, çalışan kitleleri vesayet altında tutar. Çin’i, arkasından da Rusya’yı yenmiş, İngiltere’nin bağlaşığı ve Avrupalı Üçlü İttifak’ın dostu olan Japonya, Formoza’ya, Kore’ye, Güney Mançurya’ya yerleşir, Çinhindi ülkeleri ve Hindistan’la sıkı iktisadi ilişkiler kurar; Birleşik Devletler’in başta gelen bir müşterisi ve müteahhidi olur, onlar gibi ve onlara karşı olmak üzere, Büyük Okyanus’ta bir ticaret fethine girişir. Dev kaynaklara sahip ama anarşi içindeki Çin gözlerini büyüler. Öte yandan, Asya’yı, beyaz “barbarlar”ı kovmak için uyanmaya çağırır; amacı da, onların yerine geçip sömürmektir o Asya’yı.
·
12 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.