Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Başkalarının Vaatlerine Safça İnanıp, Güvenmek Josef Kirschner Dünyamızı ve dolayısıyla de yaşamımızı içinde barındıran koskoca evrenin büyük düzenini gözardı etmeyen her birey, savaşmadan kazanma oyununun kurallarını kendi başına teşhis edebilir. Ancak çoğumuzu bu teşhisi yapabilmekten alıkoyan, bu teşhisi yapmamıza engel olan bir şey vardır; o da, hayatın kurallarını bizden daha iyi bildiklerini iddia eden bir takım insanlara körü körüne inanmaktır. Ne uğruna yaşadığını, kim olduğunu, hayat oyunundan neler elde edebileceğini bilmeyen biri, kendisini, ona sözde yardım etmek için "yanıp tutuşanların" eline teslim eder. Elbette ki, kendini teslim ettiği bu insanlar onun iyiliğini dilemektedirler. Yalnız belirtmemiz gereken bir şey daha var: Başkaları için neyin en iyisi olduğunu pek iyi bilen bu insanlar, toplumun gözünde, kendini sadece topluma adamış, gerçeklerin ve toplum huzurunun muhafızlarıymış gibi görünmektedirler. Ve tüm alçaklıklarını da bir takım sözler, büyük vaadler ve aracılar kullanarak yaparlar. Ne gibi mi? • Vatandaşlık, kardeşlik sevgisi bahaneleriyle, • Yardıma muhtaç insanlara yardım etme örtüsü altında, • İnsan haklarını koruma adına, • Çocuklarımız ve torunlarımız için daha iyi bir gelecek sağlama adına, • Ülkenin geleceğini garanti altına almak vaatleriyle, • İnsanlığı gelmiş geçmiş en büyük gazaplardan uzak tutmak, korumak bahaneleriyle, • Halkın iyiliği, huzuru için. Bu gibi büyük sözler, büyük vaatlerle toplum önünde göstermelik, sahte başarılara kavuşanların sayısı hiç de az değildir. Ve bu insanlar işlerini öyle iyi becerirler ki, toplumun kendilerine sonuna kadar inanıp, güvenmesini sağlarlar. Aslında bu güven ve inancı sağlayanlar sadece kendileri değildir. Tüm bu büyük sözler ve amaçlar, çocukluğumuzdan beri içimize aşılanan değer yargılarıdır bir yerde. Öyle süslü püslü kelimelerle bezelidirler ki, aslında içlerinin ne kadar boş ve kof olduklarını görmemizi engellerler. Bu türden manipülasyon oyunlarına yem olmamanın, bizi vaatleriyle kul köle haline getirmek isteyenlere karşı galip gelmenin iki şartı var: 1. Daha en baştan, tüm bu büyük sözlerin ve amaçların, aslında göstermelik ve sahte kazançların kötü birer örneği olduklarını kabullenmek. 2. Bu türden oyunlara hedef olmayıp, bu oyunları kuranların, gerçek yüzlerinin ortaya döküleceği anı beklemek ve güvenimizi, kendi bildiğimiz doğrulara saklayıp, kendi zaferimizi kutlamak. Aslına bakarsanız her birimiz "bana güven, gerisini merak etme sen" türü ifadelere kolayca teslim oluruz. Hepimiz, karşınızdakinden vaatler duymaya can atarız neredeyse. Savaşmadan kazanma öğretisini ciddiye alan her bireyin, önceden kabullenmesi gereken bir şey vardır: Karşımızdakilere kayıtsız şartsız güvenmek ne kadar boş ve gereksizse, yapılan her vaat de o kadar boş, gereksiz, üstelik sahtedir. Oysa bir başarı elde etmek bir realitedir. Bu prensipten yola çıkan kimsenin, kazanmak için başka birine, ya da birilerine ihtiyacı olmadığı gibi, bu kişi boş ümitlere kapılmayacak, tartışmalara girmeyecek ve kendini gösterme yarışlarında yer almayacaktır. Başkalarının güvenine de, vaatlerine de ihtiyacı yoktur. O sadece kazanır. Ve bu da yeterlidir. Savaşmadan kazanma becerisini tam anlamıyla kavrayıp, ele almak isteyen birinin, attığı adımların sonunda şu noktaya ulaşması beklenmektedir: "Ben bir tek kendime inanır, kendime güvenirim. İşte bu yüzden de başkalarının güvenine ihtiyacım yo'ktur." Basit gibi görünen bu karar, size özgürlüğünüzün kapılarını açacak bir anahtardır aslında. Ancak, unutmayınız ki, bu anahtara sahip olmak, gerçek başarılar elde edeceğimizi, zafere koşacağımızı garantilemez. Karşıt güçler, sürekli olarak saldırmaya devam ederler. Örneğin; • Hayır, Hayır! bunu yapmama imkan yok, X'e söz vermiştim çünkü. • Evet, tabii ki isterdim ama, Y ne olacak? • Biliyorum, bunun ben de farkındayım, ancak Z'nin bana karşı olan güvenini yıkamam. İşte bu gibi düşünceleriniz anahtarı elinizde bulundurmanıza rağmen, kapıları açamamanıza neden olmaktadırlar. Bu düşünceler, kaygılar karşıt güçlerdir; sizi yapmanız gerekenden alıkoyarlar, önünüze engeller yerleştirirler. Oysa kazanmak demek; tüm inancımızı ve gücümüzü yapılması gereken neyse, orada toplamak demektir. Vakit kaybetmeksizin, hızımızı kesmeksizin, enerji ve konsantrasyonumuzu bölmeksizin. Kendinden başkasının güvenine ihtiyacı olmayanların, günlük yaşamlarında vermeleri gereken kararlar da kendiliğinden oluşacaktır. İşte bir örnek: Vietnam Savaşı sonrası toplanan birkaç A.B.D'li bilim adamı, nefes alıp verme üzerine bir araştırma yapmaya girişmişlerdir. Araştırma sonunda ulaştıkları ise, derin nefes alıp verme sırasında Endorphin adlı bir maddenin oluşup, faaliyete geçtiğidir. Endorphin adı verilen bu madde beyinde dolaşarak korku, tereddüt, şüphe, çatışma gibi duyguları yerlerinden oynatarak, bilinçten uzaklaştırmaktadır. Başka araştırmaların da gösterdiği üzere, kana karışan bir miktar eroin, beyne ulaşıp, korku ve bu türden hisleri kovmaktadır. Gelelim yine güven konusuna; Korku ve endişesini yenmek üzere aradığı gücü, yine kendinde bulan ve bunu bilinçli, derin nefes alıp verme alıştırmalarıyla sağlayanlar, büyük bir başarı elde etmişlerdir bile. Oysa ki, aynı amaca ulaşmak için eroin denilen zehire veyahut başkalarının vaat ve sözlerine güvenenlerse hiçbir şey ama hiçbir şey elde edememişlerdir. Eğitiminizle ilgilenmiş insanlardan, ana babalardan, ya da size yardım ettiğini, iyiliğinizi istediğini söyleyen insanlardan kaçı yukarıda söz konusu edilen şu basit formülü öğretti size? Hiçbiri mi? Peki ya sizce neden hiç biri bunu öğretmedi? Çünkü onların hepsi de, "Güven" ve "vaat" adlı uyuşturucuları bizle satarak, onlara teslim olmamızı sağlamaya çalıştılar. Diyelim doktorunuza koştunuz, Ondan yardım talep ettiniz. Büyük bir ihtimalle ondan bağımsız hareket edebileceğiniz bir çözüm yolu önermeyecektir size. Örneğin, asla "her sabah on derin nefes alın, bu sizi korku ve endişelerinize karşı ayakta tutacaktır, baş ağrılarına, astıma ve uykusuzluğa karşı da iyi gelecek, kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır" demez. Bunu size söylemez, çünkü söylerse, iyi para kazandıran bir müşterisini kaybedebilir. Elbette ki, bunu size söyleseydi, iyi bir doktor olacaktı. Ama bilindiği üzere, doktorlar, iyi doktor olmaktansa, zengin ve çok kazanan doktor olmayı yeğliyorlar. "Savaşmadan kazanma diliyle" söylersek, nasıl ki bir uyuşturucu satıcısı, müşterilerine uyuşturucudan kurtulmanın yollarını sunamazsa, bir doktor da müşterilerine gerçek ve başarılı çözüm yolları sunmayacaktır. Eğer bunu yapsalardı, müşterileri onlara bu derece muhtaç kalmayacak, kendi kendilerine yeterince güveneceklerdi. Yani kazanmak için başkalarına ihtiyaç duymayacaklardı. En yakın bir fırsatta sorun bir doktorunuza; baş ağrıları ve uykusuzluk problemlerinize karşı basit derin nefes alıp verme metotları uygulamak istediğinizi bu konu hakkında doktorunuzun ne düşündüğünü. Önce alaycı bir gülümseme kaplayacaktır yüzünü. "İyi ya, deneyin bir bakalım, neler olacak!" diyecektir sonra. Her ne kadar gülümsemeye çalışsa da, içi korkuyla dolacak ve ilerde çıkabilecek problemlerinizi de böyle bedava yolla çözüp çözmeyeceğiniz konusunda endişelenmeye başlayacaktır. Fakat, bu oyuna girişmeden önce bir konuya beraberce açıklık getirmemiz gerekmektedir: • Doktorunuz ve ilaç sanayi vaatlerine güvenmeye devam edecek misiniz? • Yoksa, kendinizi yine kendi içinizde keşfedeceğiniz imkan ve çözümlere mi teslim edeceksiniz? Biri, başkalarının güveni uğruna savaşmanız anlamına geliyor, hem de hayatta kendinizden başka kimseye böylesine güvenmememiz gerektiğini bilmemize rağmen. Ötekisiyse "zafer" anlamına geliyor. Eğer bu konunun savaşmadan kazanmakla olan ilişkisini kavradıysanız tabii ki...
Josef Kirschner
Josef Kirschner
·
53 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.