Gönderi

211 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Mavi Kuş Üzerine Bir İnceleme
(Bu eserle ilgili yüksek lisans ödevi olarak yazdığım bir makalemden bazı kısımları buraya aktardım. Spoiler içerir.) Mavi Kuş, Şirinyurt adlı kasabanın meydanının çevresel mekân tasvirleriyle başlar. Kasaba meydanını mekânlarıyla ve insanlarıyla tanıyarak hikâyeye hazırlık aşaması görülür. Karşımıza çıkan ilk çevresel mekân gözlemci bakış açısıyla ifade bulan bu kasaba meydanıdır. Kamerayla izleniyor gibi bir uçtan diğer uca, dükkânları, sokakları ve diğer yapılarıyla beraber tanıtılır. Kasaba meydanı sosyolojik anlamda önemlidir. Pazar burada kurulur, alışveriş burada yapılır ve herkesin yolunun düştüğü bir merkezdir. Elbette Mavi Kuş da buradan kalkar. Günümüzde kimsenin birbirini tanımadığı, insanî ilişkilerin çok sınırlı kaldığı şehir hayatına nazaran, kasaba yerlerindeki meydanlar oldukça samimidir. Mekâna dair dikkate sunulan bir diğer husus kasabanın lokantasında bulunan aynadır. Aynanın gösterme işini gerçekleştiren kısmı içindeki “sır”dır. “Aynada insan kendini tanıyor. Burnunun üzerindeki et benini, benin üzerindeki ağarmış birkaç kılı görüyor, ‘Ulan yaşlanmışız be!’ diyerek meyus oluyor. Veya kasketi yana yıkıp bıyıkları burarak ve de ‘kimseler görmesin ula’ diye işkillenip sağa sola bakınıp azıcık sırıtarak ağzındaki altın dişin parıltısına rastlayınca ‘Daha çökmedik efendi’ diye şişiniyor. Bunların her ikisi de zahir erbabına yakışır. Aslolan ayna camının ardına sürülen sırda. O sır olmasa kendimizi adi bir cam karşısında bulacağız ve hiçbir şey göremeyeceğiz. Sır bize bir kapı aralıyor. İşte diyor, sen busun. Ama insan sadece kaştan, gözden, gövdeden mi ibaret? Ayna dediğin, taşı toprağı, evi sokağı da gösteriyor. Mühim olan bu vücudun içini görebilmek. Kalbin aynasında ne var, ona ulaşabilmek. Ne demişler; Kendini bilen, Rabbini bilir.” (Kutlu, 2019, s. 15) Burada aynanın tasavvufî anlamına bir hatırlatma yapıldığını söyleyebiliriz. Nitekim yazarın “Kendini bilen, Rabbini bilir” sözünü zikretmesi bunu doğrular. Yazar adeta “Ey kendini insan bilen insan kendini oku!” seslenişinde bulunuyor. Hikâyenin bazı kısımlarında kendini bilme çabasına dikkat çekiyor ve kitabın son bölümünde ayna figürüne yeniden dönerek kendini bilmenin zorluğuna işaret ediyor. Olduğumuz ve olmak istediğimiz arasındaki ince çizgi ve kaçınılmaz büyük sır da burada gizlidir. Mavi Kuş’ta otobüsü içine alan geniş mekân yollardır. Klasik edebiyatımızda yol, dünya hayatını çağrıştırır. Otobüsün bir kalkış yeri vardır bir de varış yeri. Burada arka planda sezilen bir anlam katmanı olarak “hayatın faniliği” meselesini düşünebiliriz. Kutlu (2019) hikâyenin bir yerinde yolculuktan “Otobüs zaman zaman yoldan çıkar. Yol kenarında şarampol falan olmadığı için biraz sarsılarak da olsa bir süre arazide gider, küçük hendeklerden atlar, gevenlere takılır, tozu dumana katar, sonra yeniden yolu bulur.” (s. 178) şeklinde bahseder. Otobüsün burada bir metafor olarak kullanıldığını, aslında bir insanın hayatını sembolize ettiğini anlarız. İnsanın dünya hayatı süresince inişler çıkışlar yaşadığını, zaman zaman engellerle karşılaştığını fakat bir şekilde yine hayatını sürdürdüğünü örtük olarak ifade ediyor. Keza hikâyenin sonunda beklenmeyen bir durum olur ve “Tam bu sırada yüksek bir ses ‘STOP’ diye bağırır. Işıklar yanar. Meydandaki sahnenin bir film seti olduğu anlaşılır.” (Kutlu, 2019, s. 204) cümleleriyle her şeyin bir film için kurgulandığı ortaya çıkar. Bu durum inancımızdaki dünya hayatının bir oyalanmaca olduğu düşüncesiyle de benzerlik gösterir. Mavi Kuş, maviye boyanmış, bakımsız, önünden geçenlerin dikkatini çeken, değişen parçaları yüzünden hangi marka olduğu belli olmayan, paslanmış, yer yer dökülmüş ve solmuş boyalı, şoför kapısının üzerinde hangi kuş olduğu belli olmayan, kanatlarını açmış, beyaz bir kuş resmi, resminin hemen altında da “Mavi Kuş” yazısı yer alır. Deli Kenan otobüsün tamiriyle uğraşırken Seyfi de öğle yemeğini yemektedir. Beyaz keten ceketli, beyaz pantolonlu, hasır şapkalı, şişman, dazlak, yabancı olduğu her halinden belli olan adam kutularını bagaja koyuyordur. Sefa Oteli’nin üst pencerelerinden bakan adam dürbünle bu adamı gözetliyordur. Daha sonra dürbünü koyarak Çardaklı Kahve’ye yöneliyor, bu defa orada oturan iki bayanı izlemeye başlıyordur. Bu sırada bir köylü sırtında taşıdığı hasta karısını otobüse getirmeye çalışıyordur. Kadın çektiği acıyı saklamaya çalışmaktadır. Otobüse vardıklarında kadın ve adam çocuklarına ve babasına ağlayarak sarılarak vedalaşırlar. Oteldeki genç yine Çardaklı Kahve’yi gözlemektedir. Kahvede arkada masaların birinde buralarda görülmeyen iki tip baş başa vermiş fısıltıyla konuşmaktadırlar. Adil Ustanın Mardin’de askerdeyken Nazım adında bir oğlu olur. Adil Usta, Mardin’de askerdeyken Arap bir kıza âşık olmuştur. Ondan da Davut isimli bir çocuğu olmuştur. Adil Usta köye geri döndükten sonra karısı kahrından ölmüş Nazım’a babaannesi bakmıştır. Sonra Nazım’ı yanlarına almışlar fakat Nazım’a burada üvey annesi ve Davut eziyet etmiş Adil Ustada Nazım’ı hor görmeye başlamıştır. Buna dayanamayan Nazım, Davut’u öldürüp İstanbul’a kaçmaya karar verir. Otobüs hareket saatine hazırlanırken Nazım dükkânını kapatır ve otobüse biner. Tam bu sırada genç karı koca yüksek sesle tartışarak otobüse doğru gelmektedir. Erkek alttan aldıkça kadın iyice bağırmaktadır. Erkek öğretmen olduğu için tayini buraya çıkmış, kadın ise burada kalmak istemiyor bunun için tartışıyorlardır. Mavi Kuş’un yolcuları arasında Doktor Yahya da vardır. Doktor Yahya, karısından boşanmış, boşandıktan sonra da bu kasabaya tayinini istemiştir. Senelik iznini kullanmak üzere İstanbul’a gitmektedir. Sokağın iki tarafında uzanmış duvarın üzerindeki iki çocuktan birisi olan Erol gizlice otobüse binme planları yapmaktadır. Planını gerçekleştirerek otobüse binecektir. Az sonra fiyakalı bir atla otobüsün önünde Beşir Ağa belirir. Beşir Ağa Ankara’dan gelecek önemli misafirler için trene yetişmek istemektedir. Jandarmalar da aralarında bir mahkûmla gelmektedirler. Jandarmalar da geldikten sonra Deli Kenan bütün yolcuları otobüse çağırır. Yabancı karı koca bir koltuğa, yanlarındaki kız da bir koltuğa oturmuştur. Otelin penceresinden meydanı izleyen genç adam gelip güzel kızın yanına oturmuş ve yolculuk başlamıştır. Genç adam kendisini mühendis olarak tanıtsa da aslında tarihi eser kaçakçılığını takip eden polis memurudur. Deli Kenan, kedisi olmadan asla yolculuğa çıkmamaktadır. Kedi gelip Kenan’ın kucağına oturduktan sonra yolculuk başlar. Mustafa Kutlu’nun hikâyelerinde yolculuk metaforunu sıkça işlediğini; tren, istasyon, yol gibi kelimeleri bolca kullandığını görüyoruz. Bunda sanatçının çocukluk yıllarının çok büyük etkisi vardır. “Mustafa Kutlu’nun çocukluğu, yedi yaşına kadar, babasının sık sık yer değiştirmesi yüzünden, o nahiye senin, bu nahiye benim, dolaşmakla geçer. Şuuru uyandığında, Kemah’ın Kamerik nahiyesinde, yörenin ünlü beylerinden Sağıroğulları’nın geniş bir arazi ortasındaki kır evinde oturmaktadırlar. Nahiyede kiralık ev bulunamadığı için yerleşmek zorunda kaldıkları bu ‘yalnız ev’, Kutlu’nun hayatında ve hayal dünyasında çok önemli bir yer tutar. Bâkir tabiat ortasında yalnız bir çocuk… Komşuları yakınlardaki Cebesoy İstasyon’unun lojmanlarında oturan demiryolculardır. Bu ev, bu istasyon, asker dolu trenler, biraz öteden geçen Fırat, karanlık geceler, kar, gecenin sessizliğinde yankılanan tren düdükleri ve kurt ulumaları…” (Ayvazoğlu, 1996, s. 164-165) Yolda biraz ilerledikten sonra köylülerle karşılaşırlar. Deli Kenan durup köylülerden domates, maydanoz, salatalık ve ayran alır. Otobüsteki yolculara bunları ikram eder. Almak istemeyen olduğu zaman zorla ikram eder. İlerideki dereden geçerken otobüs çamura saplanır. Koto Bayram inekleriyle otobüsü çamurdan çıkarmak karşılığında Kenan’dan para alır. Dereyi geçtikten sonra Kenan Bilal’i görür ve onu da otobüse alır. Bilal bir kızı sevmiş onunla evlenmiş, daha sonra karısı hamile kalmış fakat çocukları ölü doğmuştur. Karısı da bu olaydan sonra can vermiştir. Bilal’in bu durumu atlatması için arkadaşı Kenan onu avcılığa alıştırmıştır. Kenan, Seyfi’den alet çantasını getirmesini istemiştir. Seyfi bagaja çıktığında brandanın altında Erol’u görmüştür. Erol’a orada ne işi olduğunu sorar. Erol kendisinin ikinci muavin olduğunu söyler. Seyfi biraz saf olduğu için buna inanır, birinci muavin kendisi olduğu için gururlanarak aşağıya iner ve Kenan’a olanları anlatır. Hana vardıklarında Hancı Hasan otobüsün geleceği saati bildiği için hazırlıklarını yapmış onları beklemektedir. Herkes bir şeyler yemek için aşağıya iner. Hasta kadını da kocası sırtına alarak indirmiş, kadın burada iyice fenalaşmıştır. Erol’un da karnı acıkmış yanına aldığı elmaları yemektedir. Doktor hasta kadına bakmak için kadının yanına gider. Fakat kadın muayene sırasında vefat etmiştir. Kutlu (2019) burada anlatıcıyı devreye sokarak: “Şimdi artık bu mekânı terk etmeli. Ölümün gölgesinden bir an önce uzaklaşmalı. Mümkün mü bu? Evet, mümkün! Nasıl? Unutarak! Unutarak mı? Elbette! Unutmak olmazsa insanoğlu nasıl yaşardı bunca acı ortasında. Ya hatırlamak! Evet, o da var. Ömür böyle geçiyor işte; kâh unutup kâh hatırlayarak.” (s.146) ifadeleriyle her insanın dünya hayatı boyunca bir yolculukta olduğunu ve bu yolculuğun/dünya hayatının bir gün son bulacağını aktarıyor. Otobüs, ölen kadını ve kocasını orada bırakarak yoluna devam etmiştir. Dünya hayatı da böyledir. Geride kalan insanlar hayat mücadelesine devam eder. Tren garına çok az bir yol kala otobüs aniden durur. Kenan, tekerleğinin patladığını anlar. Tekerleği tamir ederler, tam takacakları sırada Seyfi tekeri elinden kaçırır. Hava karanlık olduğu için tekeri biraz zor bulurlar. Tekerleği bulup taktıktan sonra yollarına devam ederler. “Tüm bu yolculuk motiflerinde gördüğümüz ortak anlam ise zorlu bir süreç olan yolculukta kişinin etrafındaki engelleri aşarken yaşadığı şahsî olgunlaşma ve dünyayı daha iyi tanımadır.” (Yusoğlu, 2008, s. 14) Akşam havanın soğumasından dolayı üşüyen Erol, John’un kutusunun içindeki antikaları aşağıya atarak kutunun içine girer ve uyur. Az ilerde istasyonun ışıkları görünmeye başlar ki bu sefer de polis otobüsü arama yapmak için durdurur. Bunu duyan John ve Elizabeth’in içine korku düşer. Tam bu esnada Nazım Usta vicdan azabına dayanamayarak “Ben öldürdüm!” diye kendini polislerin önüne atar. Ancak polislerin aradığı kişi o değildir. Polisler Nazım’ı tutuklayarak aramaya devam ederler. Kasaların içine bakarlarken aradıkları tarihi eserlerin yerine Erol’la karşılaşırlar. Polisler çok şaşırırlar. Bunu gören John ve Elizabeth rahat bir nefes alırlar. Erol yolun vermiş olduğu yorgunluk, uyuşukluk ve açlık yüzünden kendini toparlayamayarak kendini seyredenlerin yüzüne aptalca bakar. Tam bu sırada yüksek bir ses “STOP” diye bağırır ve ışıklar yanar. Meydandaki sahnenin bir film seti olduğu, bütün hikâyenin bir film sahnesinden ibaret olduğu anlaşılır. Mola verilir. Setteki herkes dinlenmeye, çay içip sohbet etmeye çekilir. O sırada yönetmen de rolü icabı kendi sahnesi için bir konuşma yapar ve bu konuşmanın çekimi yapılır. Bu sırada otobüsü yol boyu takip eden, bazı yerlerde pusuya yatıp jandarmalar arasında elleri kelepçeli duran mahkûmu vurmak isteyen ancak bu işi istasyona kadar ertelemek zorunda kalan o iki gizemli adam, vagonlar arasına siner. Mahkûmu gözetlerler ve fırsatını bulunca mahkûmu vurup atlarına binerek kaçarlar. Yönetmenin “Ne yaptık biz?” sorusuyla hikâye biter. Mustafa Kutlu, Mavi Kuş’la seyahat ederken kaybettiğimiz toplumsal ruhu aramış hep. Toplumdaki değişme, yozlaşma ve ayrışmayı irdelemiş. Birey-toplum ilişkisini ele alıp bir dengeye oturtmuş. Mimari değişim ile toplumsal değişim arasında bir bağ kurmuş. Mavi Kuş; kedisi köpeğiyle, delisi akıllısıyla, evlisi evsiziyle, suçlusu suçsuzuyla, toplumun farklı uçlarını birbirine bağlamış ve tam bir Nuh’un gemisi çıkarmıştır karşımıza. Mavi Kuş; ağası, köylüsü, doktoru, hastası, aşığı, katili, turisti, öğretmeniyle küçük bir kasabanın dışa açılan kapısıdır. Mavi Kuş, kasaba halkının rengârenk hayallerine uçtuğu bir kanat ve valizler dolusu hayat hikâyesidir. Mavi Kuş, her çeşit yolcusuyla toplumsal birlikteliğin olduğu zamanlardan toplumsal ayrışmanın olduğu günümüze seyreden ıssız dağların yaşlı, yorgun ve garip bir yolcusudur. Mavi Kuş, zenginliğin ve gösterişin değil, yoksulluk ve samimiliğin derin bir sembolüdür. Mavi Kuş bir dünya, içindekiler ise bir hayat yolcusudur. Hikâye de zaten bu Mavi kuş yani “otobüs” metaforu üzerine kurulmuştur. Mavi Kuş, “yolculuk” metaforunu hem yapı hem de tema itibariyle başarılı bir şekilde yansıtan bir eserdir. Bu eseri başarılı kılan etmenler, zarif, doğal, samimi anlatımın ve nükteli ifadelerin yolculuk metaforunu yani “dünya hayatı” mesajını belirginleştirmesidir denebilir. İyi okumalar...
Mavi Kuş
Mavi KuşMustafa Kutlu · Dergâh Yayınları · 201112,1bin okunma
··
270 görüntüleme
Sui Generis okurunun profil resmi
Harika bir inceleme olmuş. 👏
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.