"Eski Dünya" olarak nitelenen Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birbirine yaklaştığı bir noktada yer alan, üç tarafı denizlerle kuşatılmış Anadolu, eşsiz coğrafi konumunun yanı sıra, yer şekillerinin çeşitliliği (kuzey ve güneyinde kıyılara paralel sıradağlar; batısında horst-graben sistemleri; orta, doğu ve güneydoğu bölgelerinde volkanik tek dağlar: kapalı havzalar; ovalar; yaylalar v.s.), değişik bölge ve yöreleriı:deki farklı iklim tipleri, akarsuları ve gölleri, zengin yer altı kaynakları (çeşitli mineraller-madenler, kayaçlar, yer altı suları), bereketli toprakları -günümüzde özelliğini önemli ölçüde yitirmiş bulunmakla birlikte- gür ormanları ve büyük bir tür çeşitliliğine sahip yaban hayatı gibi, insan yaşamı açısından sunduğu elverişli koşullar dolayısıyla çağlar boyunca insanoğlunu çekmiş, Eskidoğu ve Eskibatı uygarlık alanları arasında bir köprü işlevi görmüş, pek çok kavme vatan olmuş, görkemli uygarlıklara beşiklik etmiştir. Gerçekten de, "Anadolu" denilen coğrafi mekanın, tektonik ve coğrafyanın kendisine sağladığı avantajların sonucu olarak insanlık tarihinin yazısız dönemlerinden itibaren, yer yüzünün başka hiçbir yerinde rastlanmayan, değişik bir tarih ve kültür yapısına sahip olduğu herkesçe malumdur. Bu son derece zengin ve renkli yapı çerçevesinde Hititler, Akha'lar, Hellenler, Urartular, Phryg'ler, Lydia'lılar, Karia'lılar, Lykia'lılar, Romalılar, Bizanslılar ve Türkler (Selçuklular, Osmanlılar) Anadolu 'ya yerleşmişler, tarihin kendilerine yüklediği rolleri oynadıktan sonra da, onun sahnesine veda etmişlerdir. Ortaya koydukları zengin ve köklü kültür değerleriyle uygarlık tarihine damgalarını vuran bu kavimlerden (örneğin, Batı Anadolu kıyılarında Eskidoğu medeniyet ve kültürlerinin etkileri altında büyük bir atılım yapan Hellenler, M.ö. VII. ve VI. yüzyıllarda insanlık tarihinde ilk kez, özgür [akla dayanan] düşüncenin, yani felsefeyle bilimin temellerini atarak, Ulu Önderimiz Atatürk'ün ulusumuz için hedef gösterdiği çağdaş Batı uygarlığının yaratılmasında çok önemli bir pay sahibi olmuşlardır) başka, Luviler, Palalar, Hattiler, Hurriler gibi, bize doğrudan yazılı belge bırakmayan, fakat izlerini Hitit çivi yazılı metinlerinden takip edebildiğimiz (Luvileri ayrıca, güney bölgelerinde, ele geçen yazıtlardaki epikhorik yer, şahıs ve tanrı adları sayesinde Hellenistik ve Roma çağlarının sonlarına değin izleyebilmekteyiz) yahut Pelasg'lar, Lelegler, Karlar gibi, Hellen tarih yazarları aracılığıyla haklarında bilgi sahibi olduğumuz halklar da aynı coğrafyayı paylaşarak isimlerini Anadolu tarihinin parlak sayfaları arasına yazdırmışlardır. Anadolu 'yu yurt edinip onun uygarlıklar mozayiği içinde yer alan bütün bu etnik unsurların dışında ayrıca, ülkenin çekiciliğine kapılarak gözünü bu topraklara diken Asurlular, Persler, Parth'lar gibi yayılmacı siyasi güçlerin, kalıcı olmamalarına rağmen, birtakım izler bıraktıklarını görüyoruz. Keza, Thrak'lar, Kimmerler, İskitler, Galatlar gibi barbar-yağmacı kavimler de Anadolu'nun etno-kültürel yapısını tamamlayan unsurlar olarak tarih sahnesindeki yerlerini almışlardı