Gönderi

416 syf.
·
Not rated
Beyaz ırk bir çok güzel yanında insanoğlunun başına gelmiş en garabet şeylerden biri. Çünkü teknoloji ve medeniyet adı altında pek çok şeyi dayatmıştır. Olay çıkardır aslında burnu büyük avrupanın kabul ettiği kriterler ile gelir bu medeniyet denilen şey. Amerikanın keşfinden sonra daha da bir alevlenen sömürgeci ruh. Kasıp kavurur kıtayı orada bin yıllardır yaşamış tüm gerçek medeniyeti ırkları bir silindir gibi ezdi geçti. Kendi getirdiği hastalıklarla mücadele için yakıp yıktı ormanları söktü hatta denizi bile sökecekti. Neden elbette ve sadece para ve onların refahlık dediği şeyin idamesi için. “Kim kökünden söküp çıkarmak istiyordu denizi bu akşam? Ama böyle orayı burayı yoklayarak, denizi kimin sökeceğini kendi kendine sorarak, köklerinin en derinine dek, dallarının büyük yuvarlak yüzeyine dek kimin sökeçeğini kendi kendine sorarak yürürken yalnız değildi. Deniz feneri de köpüklere aldanmış kıyılara sürekli olarak ışıklarını dikmek için gölgeden boyunları uzatıp uzatıp duruyorlardı...” İronik bir ışık karanlık oyunu sergilenen. Gölge oyunu belki de. Denizi sökmek için uğraşan medeniyet işini kolaylaştırmak için elbette feneri de ihmal etmemiş. Işığın gücü bile hizmetinde insanoğlunun. Oysa istedikleri iş gücü ve değerli ne varsa hepsini emirleri altına almak. Bunu pek çok yolla yaptıklarını bilmeyen yok! “Toprak parçaları. Ayakları yanıyordu onların. Dağılan toz olan toprak parçaları. Çıplak ayaklar. Sonsuz bir ayin kalabalığı. Kendi tarımlarından, topraklarından kopartılmış köylülerin ayakları. Giden, göç eden toprağın görüntüsü, köklerinden yoksun bırakıldığı bu yerde artık hiç kalmamak için yıldızlardan düşmüş o güzelim keseklerinin tozuyarak yok olmasına göz yuman toprağın görüntüsü. Yüzleri yoktu bu köylülerin. Elleri yoktu. Vücutları yoktu. Yalnız ayakları vardı. Ayaklar, ayaklar, ayaklar, kendilerini kurtaracak yollar, dik bayırlar, uyandıracak topraklar arayan ayaklar. Ayakların üstündeki yüzler, eller, vücutlar da öyle, onlar da kaçmak, kurtulmak için... Nereye gittikleri görülüyor, artık hiçbir yerde yaşamıyorlar, gidiyorlar, gürültü çıkarmadan yürüyorlar, toz kaldırmadan yürüyorlar, yürüyorlar, yürüyorlar... Köz ve duman, evler ve yarı yarıya su altında kalarak köksüzleşmiş ormanlar, artık sadece kara arının, böcek bulutlarının bitki örtüsünün ve maymunların hüküm sürdüğü savan rutubeti.” Bu dayatılan medeniyet bazen ikna ama çoğu zaman zorla kanla ve işkenceyle gelmiştir. Onların yani medeni batının kriterleri içinde var olma savaşı veren ezilen halkların eziyetini anlatmanım aslında sınırlı kelimeler yüzünden çok kolay olmadığını bilen edebiyat bunu anlatmanın uzun kısa bir sürü şeklini bulmuştur. Uzun ve çetrefilli bu yolu seçen yazar güney Amerika ruhunu da işin içine katmış. Efsaneler şiirler mitoloji ve güzel tropik doğanın tüm öğelerini içine yerleştirmiş bu romanda. Yazarın anlatım dilini belki de en iyi çevirebilecek bir üstat Cemal Süreya da bunu kendine has üslubuyla çevirmiş. Şiirsel dili güzel yansıtmış üstat. Bu kadar zulümler boşuna olduğunu da yazar romanında anlatmış. “Bir beyazın cesedi, beyaz olmayanınkinden daha değerli değildir. Kuşlar, çakallar, böcekler ona da aynı şekilde saldırır. O da kendini onların hücumlarına aynı hoşnutsuzluk içinde temsil eder. En tuhaf, en aç, en obur, dişleri ve pençeleri en iyi oluşmuş yaratıklar bir paket kürdan haline getirinceye kadar parçalar onu. Onu başka hayatlara katmak için sürükleyen bu hayvanların dişleri ve tırnakları arasında çıkıp giden hayatı sürdürürken kanla nasıl ısınıyorlarsa şimdi güneşle öyle ısınan bu kemikler kemikten başka bir şeydir artık.” Eni kökü ölüm herkese eşit davranıyor. Ve bu doğanın en sevdiğim yanı belki de. Keyifli okumalar!
Yeşil Papa
Yeşil PapaMiguel Angel Asturias · Yordam Edebiyat · 201687 okunma
·
60 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.