Gönderi

256 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 43 days
Düzenin Yabancılaşması ve Hangi Kesim Sağ, Hangi Kesim Sol?
1960’lı yıllarda entelektüellerin gündemini meşgul eden en önemli tartışma konusu, ‘toplumsal yapı’ ve özellikle Osmanlı’nın üretim biçimi üzerine meselelerdi. 1961 Anayasa’sının sağladığı göreli demokratik ortam, sosyalizmin öne çıkmasını ve devrim stratejileri açısından Osmanlı’nın toplumsal yapısının nasıl tanımlanması gerektiğini ve bu çerçevede, feodalite-Asya tipi üretim tarzı dikotomisinin, entelektüellerin temel ilgi alanı haline gelmesini sağlıyordu. İktisatçı ve sosyolog kimliğiyle öne çıkan İdris Küçükömer, 1969 yılında yayımladığı Düzenin Yabancılaşması isimli kitabıyla tartışmaya katılarak, Osmanlı toplumsal yapısının Asya tipi üretim tarzına daha yakın olduğunu savunuyordu. Sencer Divitçioğlu ve Selahattin Hilav’la birlikte aynı tezi savunmakla beraber, Osmanlı’dan beri süregelen ve Cumhuriyet’e de intikal eden siyasal yapıya dair oldukça farklı ve şaşırtıcı tezler ileri sürüyordu. Bu tezlerin en önemlisi ise Türkiye’de esasen ‘solcu’ olarak adlandırılan partilerin ya da oluşumların ‘sağcı’, ‘sağcı’ olarak tanımlanan partilerin ise ‘solcu’ olduklarını iddia etmesiydi. Küçükömer 1969 yılında yayımladığı Düzenin yabancılaşması adlı kitabında ileri sürdüğü tezine göre, ‘Yeniçeri, esnaf, ulema birliğinden gelen Doğucu-İslamcı Halk cephesine dayanan: Jön Türklerin Prens Sabahattin kanadı, Hürriyet ve İtilaf, İkinci Grup(Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nde) ,Terakkiperver Fırka, Serbest Fırka, Demokrat Parti ve devamında gelebilecek parti ya da akımlar ‘sol yan’ ı oluşturuyordu. Buna mukabil bilinenin aksine, Batıcı-laik bürokratik geleneği temsil eden: Jön Türklerin Terakki ve İttihat kanadı, İttihat ve Terakki(önce cemiyet sonra fırka), Birinci Grup(Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nde), C.H.Fırkası(Partisi), C.H.P-M.B. K.(Milli Birlik Komitesi), C.H.P( Ortanın Solu) ve devamında gelen parti ya da gruplar ise ‘sağ yan’ı oluşturuyordu. Küçükömer’in tezi dönemine göre oldukça kışkırtıcıydı ve bilinen ezberleri tersine çeviriyordu. Sol yan olarak tanımlanan kesimin temel özelliği halka dayanması ve halktan kopuk olmamasıydı. Sağ yan olarak ifade edilen kesimin temel özeliği ise devleti kurtarmaktı ve bu cenah Batıcı-laik bürokratik geleneğin temsilcileriydiler. Küçükömer, halktan kopuk ve halka yabancılaşmış bir partinin (CHP), iddia edildiği gibi solcu olamayacağını, bilakis devleti kurtarma ve bürokrasiye dayanma gibi temel özelikleri itibariyle ancak sağcı olabileceğini iddia ediyordu. Bugünkü entelektüel çevrelerde de Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması kitabı hala tartışılıyor ve güncelliğini koruyor. Üstelik entelektüel çevrelerdeki tartışmalardan ayrı olarak, güncel siyasi kutuplaşmalara ve cari siyasete bakıldığında Küçükömer’in tezlerinin güncelliğini koruduğu görülüyor. Sol bir parti olduğunu sürekli olarak ileri süren CHP’nin, halen halka uzak oluşu ve belirli çevreler dışında geniş halk kesimlerinden oy alamaması, seçkinlerin ve halka uzak Batıcı-laiklerin partisi olduğu iddiasının ajitatif bir iddia olmadığını güçlendiriyor. Buna mukabil Küçükömer’in ‘sağ yan’ diye tanımladığı gelenekten gelen ve ‘Doğucu-İslamcı halk cephesine dayanan’ Adalet ve Kalkınma Partisi halkın yarıya yakın bir kısmının teveccühüne mazhar olmuş görünüyor. Bu çerçevede Küçükömer’in tezlerinin en azından belirli bir gerçekçiliğinin olduğu ve Türkiye toplumunun temel politik konumlanış itibariyle(küçük partileri saymazsak) 1960’lı yıllardan bu yana pek değişmediğini söyleyebiliriz. İdris Küçükömer’in gerçekçi analizlerinin en önemlilerinden birisi de, 1961 Anayasa’sına kuşkuyla bakması ve gerici ve antidemokratik bir anayasa olarak nitelemesidir. Siyasal iktidarların icraatlarının denetlenmesi amacıyla Anayasa Mahkemesi gibi dengeli demokrasiyi amaçlayan kurumların kurulması, sendikaların, üniversitelerin daha özerk bir yapıya kavuşturulması vb reformlarla göreli demokratik bir düzen oluşturulsa bile askeri vesayet kurumsallaştırıldığı için, 1961 Anayasa’sının antidemokratik niteliği öne çıkmaktadır. Seçilmiş bir siyasal iktidarın askeri darbeyle devrilmiş olması demokrasini özüne aykırıdır. Dönemin siyasal iktidarı olan Adalet Partisi’nin antidemokratik bir yöne doğru savrulduğu teslim edilse bile askeri darbeyle devrilmiş olması kabul edilemez. Küçükömer,1961 Anayasası ile oluşturulan Milli Güvenlik Kurulu’nun antidemokratik niteliğini özellikle vurgular. Sivil iradeyi askeri güce mecbur kılan ve askeri vesayeti kurumsallaştıran 1960 İhtilali’nin OYAK gibi kuruluşlarla yürürlükteki düzene uyumlu hale geldiğini belirtir. İdris Küçükömer’in üzerinde durulmayı hak eden başka bir önemli iddiası da, Türk halkının demokratik yaşamı seçebilmesinin önünde genetik engeller olabileceği yönündedir. Yüzyıllar boyu ‘tebaa ve kul’ olarak yaşamış ve merkezi devlete tabi olmuş insanlarla demokratik bir düzenin tesisi edilebilmesinin oldukça zor olacağını imler. Üstelik ‘sivil toplum’dan yoksun olunmasının da demokratik düzen yolunda büyük bir eksiklik olduğunu vurgular. Ceberut devlet karşısında vatandaşı koruyacak ve denge unsuru olabilecek sivil toplumun yokluğunun büyük bir handikap olduğunu vurgular. İdris Küçükömer kışkırtıcı tezlerini ileri sürerken, üretim güçlerinin gelişmesini sağlayan kesimlerin gerçek anlamda ilerici olabileceğini belirtiyordu. Tarihin itici gücünü üretim güçlerinin gelişmesi sağlayan toplumsal kesimlerin oluşturduğunu iddia ediyordu. Bu anlamda bürokratik vesayeti temsil eden ve devleti koruma dürtüsüyle hareket eden kesimlerin gerçek anlamda gerici olduğunu vurguluyordu. Günümüze bakıldığında, Marxist bakış açısı reel sosyalizmin iflasından sonra terk edildiği için, üretim güçleri kavramı geçerliliğini yitirmiştir. Bu anlama gelmek üzere, ülkeyi büyük bir şantiyeye çeviren, duble yollar yapan ve tek başına hükümet etmenin avantajlarını kullanan siyasal iktidar ülkeyi kalkındırdığı iddiasıyla halk nazarında büyük bir destek bulmaktadır. Buna mukabil demokrasi ve insan hakları bağlamında ülkenin hiç de aydınlık günlere doğru ilerlemediği bilakis her geçen gün antidemokratik niteliği gittikçe artan siyasal iktidarın tasarruflarına maruz kalındığı gözükmektedir. Liberal siyasi düşünceyi savunan entelektüeller, siyasal iktidarın gidişatı hakkında 2011 yılına kadar neredeyse İdris Küçükömer’in tezleriyle birebir örtüşen düşüncelere sahiplerdi. 2011 yılından sonra, iktidarın muhalefet cephesini tamamen sindirmeye yönelik adımlarından sonra ‘Doğucu-İslamcı’ kesimin gerçek anlamda demokrasiyi istemediklerini anlamaya başladılar. Demokrasinin araç olarak telakki edildiğini idrak eden liberal kesim artık iktidarı kıyasıya eleştiriyor. Dolayısıyla İslamcı kesimin mutlak anlamda ilerici olduğunu iddia etmek artık neredeyse imkânsızdır. Muhalefete en küçük tahammülü bile olmayan, basını, entelektüelleri sindiren ve iktidar olmayı ikbal peşinde koşmak olarak telakki eden İslamcı cephe Türkiye’nin geleceğini ipotek altına almıştır ve artık ayak bağıdır. Sonuç itibariyle Küçükömer’in CHP ve geleneğine dair iddiaları büyük ölçüde geçerliliğini korurken, İslamcı kesime dair iddiaları ise geçerliliğini yitirmiştir. CHP geleneğinin gerçek anlamda solcu olmadığı devletçi reflekslerinin günümüzde hala devam ettiğinden anlaşılmaktadır. İslamcı kesime dair düşünceleri ise, bu kesimin gittikçe otoriterleşen ve toplum üzerinde muhafazakâr tahakküm kurmak istemesinden bahisle artık yanlışlanmıştır. Buna rağmen Küçükömer’in tarihsel çözümlemeleri ve Türkiye tarihini gerçekçi bir biçimde okuması nedeniyle değerinden hiçbir şey kaybetmemiştir. İktisatçı ve sosyolog gözüyle yaptığı çözümlemeler, kışkırtıcı tezi nedeniyle yüzeysel değerlendirilse de, daha detaylı okumalarda ufuk açıcı yorumları sosyal bilimcileri aydınlatacaktır
Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması
Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşmasıİdris Küçükömer · Profil Yayıncılık · 2014139 okunma
·
239 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.