Gönderi

432 syf.
10/10 puan verdi
Kitabı bitireli geçen bu uzun zaman zarfında kitabı nasıl daha gerçek, nasıl daha kolay anlatacağımı düşünürken aldığım bazı alıntıları kullanarak kitabı, fikirleri çok daha açık anlatabileceğimi düşündüm. Kitap, tarihte olan olayların, kurgular, düşüncelerle birleşiminden, Nietzsche'nin, Salome'nin, tarihteki ünlü insanların aralarında oluşan diyaloglarla birçok fikri anlatan bir eser. Akıcı kurgu eşliğinde okuduğum diyaloglar, olan olaylar, arkasındaki düşüncelerle bu kitabı bir meraklı, okumayı, düşünmeyi seven biri ile okuma isteği, merak ve düşüncelerin de düşünüldüğü düşüncelerle okudum. Herkesin hayatında bir aşması gereken Matilda, takıntılı korkularının bir başka yansıması Berta oluşu kitapta acaba denilecek bir tanıdıklık, yabancı olması kabul edilemeyecek iki karakterlik bir grup olacaktır. Tespitleri düşünerek, bilinip de düşünülmeyen tespitleri tespit ederek hep bir istekle düşündüğüm bir diyalog içinde, kendimi onların bir dinleyicisinden fazlası, sohbete katılan, kafasındaki soruları sorgulayan bir kişi olarak da gördüm. Sonlara doğru etkisini üzerimde iyice hissettiğim bu kitaptan aklıma kazınan birkaç alıntı üzerinden konuşmak isterim: Her şeyi tüm açıklığıyla görmeye yara mı diyorsunuz siz? Öğrendiğiniz şeye bir bakın; zaman durdurulamaz. İrade geriye doğru çalıştırılamaz... Yalnızca talihliler tüm bu bilgileri yakalayabilir. Her bilgiyi, her düşünceyi herkesin savunabileceği, her savunanın herkes olabileceği ihtimali mümkünsüz bir hayaldir. Olması gereken; tüm bu bilgiler, hakikat ve sorunlar, bunlara bağlı olarak düşünce ve soruları düşünen, bunları kendilerine verilmemiş kutsal insanların yapmakta başarılı olacağı uğraşlar olarak görmemek, kolay bir işi yaparak tüm bu bilinci boşluk olarak görmemektir diye düşünürüm. Asıl görevinin doğayı kusursuzlaştırmak, kendisinin, kültürünün, ailesinin, şehvetinin, kaba, hayvansı doğasının üstüne çıkmak olduğunu, kim ise, ne ise o olması gerektiğini anlamamış. Yapılması gereken buysa, üst insan olmaksa mesele, çoğunluğun sormak, düşüncesi haricinde bir düşünceyi düşünme, onu inceleme ihtimalinden korkan, bağlılığa duydukları kabul edilmesi zor bağlılığı, oldukları hallerinin üstüne çıkmayı sorgulamaktan ve tüm bunlardan müthiş bir bahaneyle ayrılan bir topluluk söz konusu... Bruer Nietzsche'nin klinikteki nazik tavırlarıyla kitaplarındaki o ürkütücü, zaman zaman da kavkacı tavırları arasındaki farktan etkilenmişti. Hastasına bu konu ile ilgili soru sorduğunda Nietzsche gülümseyip şöyle demişti: Bu büyük bir sır değil. Eğer kimse sizi dinlemiyorsa bağırmak en doğal şeydir. Ah! Üzerine daima düşündüğüm bu ifade biçimleri arasındaki büyük farkın nedeninin bu olup şiirlerde, betinlemelerine hayranlık duyduğumuz kimselerde düşündüğümüz gibi bu sözde de kendi düşüncelerimi bir başkasının kaleminden okumanın hazzını bir kez daha hayran olunası buldum. Asıl mesele; insanları etkilemek için akılcılığı bir kenara bırakıp daha aşağı düzeydeki becerileri kullanırsak elimize geçenin daha ucuz ve daha aşağı bir insan olacağıdır. İşe yarayan bir şey istediğinizi söylediğinizde, duygularınızı etkileyen bir şey istediğinizi söylemek istiyorsunuz. Sizi tutan bir şey var. Bir korku, bir zaaf. Öfkenizi ifade etmenizi engelliyor. Bunun yerine yufka yürekliliğinizden gurur duyuyorsunuz. Mecburen yaptığınız şeyleri erdeme dönüştürmeye çalışıyorsunuz. Duygularınızı derinlere gömüyor, sonra da hiç hissedemediğiniz için kendinizi azizlere benzetiyorsunuz. Anlayışlı doktor rolünü unutuyorsunuz. Siz o rolün kendisi oluyorsunuz. Etrafımızda yabancı olmadığımız, kendilerini görevlerinden ileri tanımayan, merakını acı bir seviyede tutan bu insanlar az mı? Onlar ki kendi neslim dahi birçok kimsede gördüğüm bir boşluk taşıyan, umudumu, yalnız bir ruh hissimi kanıtlayan kimselerdir. Hastalığım benim bedenimin sınırları içerisinde. Ama o ben değil. Ben, bedenim ve hastalığımdan oluşmaktayım. Ama o demek, ben demek değil. Kutsal olan gerçek değil, kişinin kendi gerçeği için çıktığı arayıştır. Düşünceler duygularımızın gölgesidir. Yalnızca daha karanlık, daha boş ve daha sade... Duygulara değinirken daha isyankar, zarif ve bu ikisinin zıtlığında değinmek epey zor olmalıdır. İnsanoğlunun kaybı olmakta çoğu zaman geri durmayan, duygularını, istek ve arzularını düşüncelerin mantıkta görünüşüyle açıklamaya çalışırken yaptıklarıdır. Bazen yaşamın o kadar içini görebiliyorum ki, doğrulup çevreme baktığımda etrafımda kimse olmadığını, bana eşlik eden tek şeyin zaman olduğunu görüyorum. Yalnız, ruhunu doyurmaya aç bir kimsenin kendi sorularında doymaya çalışırken kendini kaptırışı, bir an çevrenin farkına vardığında yalnızlığını bir umursayışla fark etmesi ne acıdır... Bunu dert etmeyen biri için dahi bu bir an olsun acı verirse bu çok güçlü bir anlık acıdır. En ulu ağaç, köklerini en derinlere, hatta kötülüğün içine salan ağaçtır. Bu ritim bozukluğunun nedeni nedir? Yani nedenlerin nedeni... Sonunda tanrıya mı varacağız? Mutlak gereğin arayışında yapılan son hata... Bir kişi köprüyü geçmek üzere. Yani diğer kişiye yakınlaşıyor. O anda karşıdaki kişi, o kişinin zaten yapmayı düşündüğü şeyi yapmaya davet ediyor. O zaman birinci kişi adım atamıyor çünkü artık yapacağı şey diğerine boyun eğmek gibi geliyor. Demek ki yakınlaşmayı engelleyen şey güç. Bu metafor birçoğu insanın ruhunda, bilinç dışındaki bir inat, bir hırsın basit, gerçek bir açıklaması. Sonuca gelirsek bu ve bunun gibi, doğrusu sırf bu düşünceler ve düşünmeler için dahi okunmaya değer, Nietzsche'nin felsefesi, hayatını araştırmakla çok etkili bir kitap.
Nietzsche Ağladığında
Nietzsche AğladığındaIrvin D. Yalom · Ayrıntı Yayınları · 202352.8k okunma
·
13 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.