Gönderi

Kadın sadece kitaba bakıyordu. Bir ara kalemi parmaklarının arasında gezdirdi sonra kalemin tepesini dudaklarına götürdü. Kamışla meşrubat içiyor gibi kalemi dudaklarında bekletti, gözleriyle kitaptaki soruları okuyordu. Umutla bir soruyu cevaplamasını bekledim. Sınav başlayalı henüz 15 dakika olmuştu sanki saatlerdir, O, kitaba ben de kadına bakıyordum. Kitap hala açıldığı gibi duruyordu, orada ne görüyor diye meraklandım, onun yaşamı sayfada kayıtlı sorularda gizliymiş gibi hüzünlendi, beni de hüzünlendirdi. İçimde bir acı hissettim, anneme sarılır gibi ona sarılmak istedim. Daha sınavın başındaydık lakin ben onun başarısız olacağına inandırmıştım kendimi. Sonra pencerenin kenarına konan bir güvercin sıralarda oturan tüm öğrencilere tek tek baktı, söyleyeceklerini söylemiş gibi uçup gitti. Birden içimde bir heyecan hissettim, sınıfın zeminindeki kirli karo taşlarında sek sek oynamak geldi içimden, başımı kaldırıp sıralarda oturanlara bakınca utandım, şimdi bu sıralarda oturanlar çocuklar olsaydı sek sek oynardık dedim. Oysa şimdi ortaokulu dışarıdan bitirmeye çalışan kocaman insanlar oturuyordu bu sıralarda. Ben gözcülük yaparken, duvarları kirli, kitaplığı eski, panoları ince ince işlenmiş kağıtlarla dolu olan sınıfta küçükler yerine yaşama yıllarını vermiş yorgun savaşçılar; on yedi kadın üç erkekle birlikteydim. Diplomada umudu arayan mücadeleci insanlar, küçüklere ait sıralara oturmuş hüzünlü, kederli ama bir o kadar da cesurlardı. Cesur olmak onların mutluluğuydu, mutluluk onların cesur yüreklerinde sıcacık bir umut gibi yaşıyordu… Üç erkek, on yedi kadın. Kadın olarak ötelemek zorunda kaldıkları eğitim hayatlarının peşine koşmuşlar, eğitimlerini tamamlamak için küçüklerin sıralarında sınav mücadelesi veriyorlardı. Şu an oturdukları sıralara hafta içi çocukları oturuyordu. Çocuklarına verdikleri her öğüt belki de kendi yaşamlarından bir parçaydı, belki de hayatlarında yapmadıkları tek yanlış, çocukları için okudukları dualardı. Sınav başlamadan önce dudakları kıpırdayarak dua eden kadınlar, on yedi kadın ve yüzlerinde hiçbir anlam göremediğim üç erkek, aynı sınıfın içinde, 150 dakika boyunca geçmişimizle hesaplaşarak zamanı tüketecektik. Onlar soruları cevaplarken geçmişleriyle hesaplaşacaktı, ben gözetlerken. Her hesaplaşma gelecek için kefalet, her yüzleşme gelecek için bir umut olacaktı, tıpkı tünelin ucunda görünen ışığa koşmak gibi. Kağıdını teslim eden erkeklerden biri, soru kitapçığının içine “Yardımcı olursanız Allah razı olsun, yardımcı olmazsanız da Allah razı olsun” yazmış. Birden arkasından koşup onu yakalamak istedim. Koşup yakalasam ne diyecektim ki! Hiçbir şey. Lakin koşmak geldi içimden. Anlamsız gelen yüzü gözlerimin önüne geldi, hala ifadesizdi. Sanki burun, kaş, kirpik, dudak yoktu. Kocaman bir düzlük gibiydi yüzü. Zaman eriyordu, düşüncelerimle birlikte mücadeleye devam eden kadınlara bakıyordum. On beş kadın kaldı, iki kadın terk etti salonu. Terk edilmenin nasıl bir şey olduğunu hatırladım, bu sınıf kim bilir kaç defa terk edilmişti insanlar tarafından. Her terk ediliş aynı zamanda bir kavuşma saklar içinde diye anlatmak istedim sınıfa, üzeri çizilmiş sıralara siz bekleye durun, size dokunmuş ve dokunacak olan insanlar, bir gün bir insanı terk edecekler demek istedim. (ihtiyar / 20 Mart sınav görevi)
··
9 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.