Gönderi

Mulholland Çıkmazı (Spoiler içerebilir!)
Bence bu film Hollywood eleştirisiydi. Hollywood’ u çok bilmediğim için yeterli ve yerinde eleştiriler yapamayabilirim. Anlamadığım yer çok oldu. Adamın film için kız seçiminde özgür olmaması dikkatimi çekti. Adam başta her ne kadar buna itiraz etse de sonunda baskıya boyun eğip istenileni yaptı. Bu durum, birçok filmde veya dizide başrolde aynı kişilerin oynamasına benziyor. İnsanlar sırf o kişi için ( güzelliği, yakişıklılığı, oyunculuğu için) bir filmi veya diziyi izliyor. Ee bazıları da bu sayede ceplerini dolduruyor. Oyunculuğu çok iyiyse başrol oynasın tabii ki. Ama yeni yüzlere başrol konusunda bir fırsat gerçekten veriliyor mu tartışılır. Güzel veya yakışıklıysa başrol şansı daha yüksek tabii, özellikle de ülkemizde. Hatta best model olmuş biri var. Sırf best model olmuş diye bir dizide başrol oynuyordu. Ve cidden şunu diyebilirim ki " onun yerinde taş olsa daha iyi oynardı" (benim gibi düşunen cok kişi var bu konuda). Ayrıca 2. paragrafın ilk cümlesini kendi hayatımıza benzetebiliriz. Hiçbirimiz hiçbir zaman tam anlamıyla özgür olamayacağız. Mesela bir bluz alacağım diyelim. 100 çeşit bluz var. Evet sayı oldukça fazla ve herhangi birini seçmekte özgürüm. Ama sadece 100 tane. Yani sınırlı çesit var. Bu durumda ben bluz seçme konusunda tam anlamıyla özgür olmuyorum. Sadece bana ne sunulmuşsa içlerinden bir tanesini seçiyorum, hepsi bu. Yani bunu tanımlayacak olursak bu olsa olsa "kısıtlı ( sınırlı) özgürlük" olur. Ama bir yandan da kısıtlanmanın olduğu yerde özgürlük nasıl olur? diye bir soru takılır akla.😅 Goethe’nin şu sözü ise tam konuyla ilgili; "kimse özgür olduğunu sanan köleler kadar ümitsizce köleleştirilmemiştir.” Hollywood veya diğer birçok ülkenin dizilerinde veya filmlerinde belli başlı klişeler vardır. Mesela başrolün üstüne kurşun yağsa da ölmez, zengin kız fakir oğlan veya tam tersi aşk filmleri, ilk kez gördüğü biriyle 40 yıllik tanıdik gibi samimi olan karakterler, siyahilerin suçlu ve ahlaksız olması ( bu daha çok Hollywood’da var sanırım) ... Bu ve daha birçok klişe izleyiciyle alay ediyor gibi. Bunun yanında tüm bunlar filmleri, dizileri belli bir kalıba sokuyor. Ben böyle şeylerin izleyicinin ve hatta sektördekilerin de hayal gücünü kısıtladığını düşünüyorum. Onlar para için bunu yapıyor, biz ise keyif almak, kafa dağıtmak için veya başka bir sebeple bize sunulan sınırlı sayıda ve çeşitte olanları izliyoruz. İşte buna özgürluğün bittiği yer diyebiliriz. Kadının hafızasını kaybetmesi yine klişelerden biri. Gerçekten hafızasını unuttu mu yoksa başka bir şey mi vardı emin değilim. Ama kadının " ben kimim?" diye sorması ilgimi çekti. Felsefenin meşhur sorusunu sordu malum.😄 Sırf bu soru üzerine bile milyon tane şey yazılabilir. Bu arada kadının adını bilmeyip kendine bir ad takması ise bana adlarımızın aslında bize ait olmamasını ve sanal kimlikleri hatırlattı. İlk kısmı şöyle açıklayayım; ailemiz bize bir isim veriyor. En başta bu ismi biz istemedik. 😄 Peki isim gerçekten biz miyiz? Yani bizi mi yansıtıyor? Mesela 100 kişinin adı Mehmet diyelim. Tüm Mehmetler aynı mı? Tabii ki değil. İkinci kısım ise; günümüzde internet hayatımızın önemli bir parçası haline geldi. O yüzden hepimizin sanal kimlikleri var. Ya takma adımız var ya da hayatımızı nasıl göstermek istiyorsak sosyal medyada o şekilde paylaşımlar yapıyoruz. Adımı hatırlamayan kadının kendine Rita diye bir ad takması buna benziyor. Hayatın daha en başında ismimize bile sahip değilken yani bize özgü, tam anlamıyla bizi yansıtan, bizim istediğimiz bir isme sahip değilken hayatın geri kalanını belli kalıplar içinde yaşamamız çok olağandışı bir durum olmasa gerek. Yönetmenin aldatıldığı için verdiği tepki klişeden uzakti. Hatta kadın " bir şey demeyecek misin" dedi ya.😃 Ne desin? Allah belanı versin mi?😂😂 Bu arada adamın, kadının mücevherlerine pembe boya dökmesiyle cafe adının Pink’s olmasi arasında bir bağlantı kurmaya çalıştım ama olmadı.😅 Yönetmeni aramak için evine giren adam ne kadar da kibardı öyle. Normalde etrafı dağıtıp kadının boynunu sıkması gerekirdi. Herkesin toplanıp sarışın kadınla adamı izlediği sahnede, daha en başta adamın sarışına " böyle yakın olmalıyız, aynı filmlerdeki gibi" demesi ne kadar da doğruydu. Film ve dizilerde oyuncular çoğu zaman o kadar yakın oluyor ki bir nefes alıp vermelik mesafe bile olmuyor. Nefeslerini birbirlerinin suratlarına veriyorlar sanırım.😄 Kadının üstünde kadının çıplaklığını kapatan ( örtü falan) illa bir şey olur ama adam yarı çıplak olur ( bu da klişelerden bir diğeridir) ve lezbiyen ilişkilere pek rastlanmaz. Filmde bu iki duruma aykırı sahneler vardı. Filmin sonlarına doğru gördüklerim nedeniyle başroldeki sarışın kadında psikolojik rahatsızlık olduğunu düşündüm ama uzman olmadığım için haliyle bir tanı koyamadım.😄 Yalnız bu durumu şöyle yorumlayabilirim; kadın kafasında " Hollywood yıldızı olacağım, Amerikan rüyası yaşayacağım" diyerek öyle bir hayal kurmuş ki son kısımda aslında bu hayallerinin çöküşünü görüyoruz. Amerikan rüyasıymış (!). Filmdeki sessizlik kelimesi ise çok manidar. Reklamlarla, filmlerle kısacası bir gösteri dünyasının içindeyken durup bir dakika düşünmeye, kendimizle sessizlik içinde kalmaya vaktimiz yok. Çünkü bize bunu izin vermiyorlar. Etrafımızda bolca görsel ve ışık varken bu mümkün olur mu ki? Filmdeki cadde yolu ise bana göre " Hollywood, senin gidecek daha çok yolun var" demek istiyor. 😄 Bizdeki tam anlamıyla " daha 40 fırın ekmek yemen lazım" oluyor.
··
24 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.