Gönderi

Çocuk Dâvâmız Kendi kendimizi tenkit : Talebe mi Yetiştiriyoruz, Yoksa Ultra Modern Sevdâzedeler mi?.. Son günlerimiz, hemen hemen seyahate benzer bir at­mosfer içinde geçti: Birçok şehir ve kasabalarımızı tekrar görmek fırsatını bulduk. Bu güzel, fakat kendi haline bıra­kılmış yurt köşelerinde karşılaştığımız hazin manzaralarla; sosyal, ekonomik ve kültürel olayların çevrede bıraktığı akisler, bizi derin derin, hattâ kara kara düşüncelere sevk etmiştir. Gördüklerimizle düşündüklerimizi, şöylece hülâsa etmek mümkün : Vatanı, yeni baştan fethetmek zorundayız. Bu zorlu işi yapabilmek için de, her birimizin bir (Snelman) aşkıyla çalışmamız gerek ! . . Evet, bataklıklar diyârı Fin­landiya’yı (Beyaz Zambaklar Memleketi) haline getiren, büyük idealist (Snelman) ın aşkıyla.. Bu eşsiz Fin idealisti vatandaşlarını içinde yüzdükleri maddî ve mânevi çirkeflerden kurtarmak, yurdunu cennete çevirebilmek için beşer tâkatinin üstünde bir aşk, enerji, feragat ve fedakârlıkla yılmadan çalışmış, bir köy öğretmenliğini üniversite profesörlüğüne tercih etmişti. Aziz ve mübârek vatanımızı yeniden îmar ve ihyâ etmek, her şeyden evvel (Mektep), (Yol) ve (Su) derdine kat’î bir çâre bul­mak, vatandaşlarımızı iktisaden kalkındırıp “Muasır medeni­yet seviyesinin üstüne çıkarabilmek,, için, bizim de aynı aşk, aynı enerji, aynı feragat ve fedakârlıkla - her engeli aşarak - çalışmamız gerekiyor. Fakat bir şartla : Bu muaz­zam işi yaparken şiârımız (Rabbena, hep bana !) değil, (Her Şey Vatan İçin) olacak!. Biz, yıllardanberi, karınca kararınca, hep bu prensiple çalışıyoruz. Son nefesimize kadar da aynı prensipten ayrılmayacağımız tabiîdir. Bu vatanın yanık bağrından yetişmiş, köy ve köylü ile haşır neşir olmuş, bu milletin hakikî dertleriyle haklı dilek ve ihtiyaçlarını yakından bilen bir Türk evlâdı sıfatıyla söy­leyecek ve yazacaklarımız pek çok... Öyle dertlerimiz var- ki, saymakla bitmez. Öyle yaralarımız var ki, sarmakla tü­kenmez. Bu İçtimaî dertlerimizin başında (Okul - Öğretmen), (Ahlâk - Terbiye) meselelerimiz gelmektedir. Yazılarınıza evvelâ bu önemli meselelerden başlamak, realist ve objek­tif bir görüşle hâdiseleri okuyucularımızın ibret, alâkalıların dikkat nazarlarına arzetmek istiyoruz. Şöyle ki : Gittiğimiz yerlerde, 23 Nisan Çocuk Bayramı münase­betiyle verilen, birçok ilk okul müsamerelerinde bulunduk. Bu müsamerelerin hemen hepsinde üzüntü, azap ve ıztırap içinde seyrettiğimiz manzara şu oldu: Mahallin millî kıyafet­lerine bürünen 10-12 yaş arasındaki kız - erkek 25 - 30 kişilik bir öğrenci gurubuna sahnede millî türküler (!) söy­letildi. Hem de yavrucukların ellerine verilen zilli maşa v. s. nin iştirâkiyle... Öylesine millî türküler ki, yüzünüz kızarma­dan, tüyleriniz ürpermeden, bir kelime ile bağrınız kanama­dan dinlemenize imkân ve ihtimal yoktur. Bu hazin manza­raları hayret ve dehşet içinde seyrederken, ne yalan söyle­yelim, kendimizi bir ilk okul müsameresinde değil de, İstanbulda tutunamayıp Anadolu turnesine çıkmış bir salaş tiyat­rosunun biçâre kantocuları arasında tesadüfen bulunan tâlihsizlerden biri sandık. Bize bu hissi veren, mâsum yavru­cuklarımıza, söyletilen mânâsız, mantıksız, müptezel ve müstehcen meyhâne türküleri olmuştur. Evet, muhterem okuyu­cularım, meyhâne türküleri... Düşününüz, bir kere.. Sayın muallim ve mürebbilerimiz, her türlü tesir ve telkine müsait bir çağda bulunan yavru­cuklarımıza - Millî ve terbiyevî okul şarkıları yerine maalesef böyle gayri ahlâkî meyhane türküleri belletip söyletiyor­lar. Hem de, bu zavallı çocukların faydalı bir şey görmek ümidiyle koşup gelen bahtsız velîleriyle, umumî efkâra hita­ben... Adetâ, onlarla alay eder gibi... Çocuklarımızın körpe dimağlarını körletecek, onların ruh ve karakterleri üzerinde yüzde yüz tahribat yapacak bir mânâ ve mahiyet arzeden bu dejenere türkülerden aldı­ğım şu bir iki örnek bile işlenen bu terbiyevî hatanın de­rece ve şümulü hakkında bir fikir verebilir, sanırız: Gezdiğim dikenli aşk yollarında, Elimden bir kırık saz geldi, geçti... Adını andıkça titrerim hâla, Var mı benim gibi aşka müptelâ?.. Muhabbet denilen püsküllü belâ, Sanmayın başımdan az geldi, geçti.. Ne o, şaşırdınız galiba?.. Haklısınız. İş bu kadarla kalsa, yine iyi... Fakat, dahası var : Tepside nar isterim, Döşeği dar isterim!.. Dar döşeğin içinde Cilveli yâr isterim... *** İşte öğretmenlerimiz, işte öğrencilerimiz ve işte onların aşk, muhabbet, sevdâ, dar döşek, cilveli yâr terennüm eden millî (!) türküleri... Nasıl, beğendiniz değil mi? Görülüyor ki, zavallı ve günahsız çocuklarımız bilgi, ah­lâk, fazilet ve yurtseverlik yollarında değil; daha küçük yaşta iken (Dikenli Aşk Yollarında) ve şehvet kokan (Dar Döşeklerde) dolaştırılıyor. Acı, fakat gerçek.. İşin asıl hazin ve feci tarafı, bu müstehcen ve ahlâk bozucu meyhâne türkülerini hususî locasından dinleyen bir Millî Eğitim Müdürünün - sözlü ve yazılı olarak - öğrenci­lerle öğretmenlerini tebrik ve takdir etmesidir. Demek ki, gaflet ve dalâlet içinde bulunanlar yalnız bi­zim yüksek ruhlu (!) muallimlerimizle talebelerimiz değilmiş!. (Tabiî bütün öğretmenleıimiz böyle yapıyorlar, de­mek istemiyoruz. Fakat itiraf etmeliyiz ki, ekseri­yete yakın bir zümre - maalesef - anlattığımız gi­bidir.) Buna benzer başka bir hâdiseye de, geçen sene, şahit olmuştuk : Bir Köy Enstitüsünden mezun bir öğretmenin, bir Halk odasında verdiği sözüm ona bir müsamerede yine 10 - 12 yaş arasındaki billûrlar kadar sâf ve temiz köylü çocuk­larının, adetâ kendilerinden geçerek : Anasının yanında kızını kucakladım!.. Türküsünü (!) hem söyleyip hem oynadıklarını gördü­ğümüz zaman beynimizden vurulmuşa dönmüş, iliklerimize kadar titremiştik. Bu tahammül olunmaz rezâlet karşısında heyecanlanan dâvetliler hep birden ayağa kalkmışlar ve o öğretmene de, onu yetiştirenlere de lânetler yağdırarak sa­lonu terk etmişlerdi. Bu müessif hâdiseden en çok acı duyan da, biz olmuş­tuk. Bunun farkına varan, ahlâk ve fazîlete değer veren, milliyet ve mukaddesatına candan bağlı bir doktor arkada­şımız : “Camm, siz de Köy Enstitülerinde hâkim olun ruhu bilmiyormuş gibi müteessir oluyorsunuz. Hasan Ali ve Hakkı Tonguç model öğretmenlerden, ancak böyle şeyler beklenir. Fakat, müsterih ola­lım. İnşaallah bir milliyetçi BAKAN bu millî ve İç­timaî dâvayı lâyık olduğu ciddiyet ve ehemmiyetle ele alır da, o vakit, her şey kısa bir zamanda düzelir. Şimdilik, o mutlu günleri beklemekten baş­ka çaremiz yok!..,, Demiş, bizi teselliye çalışmıştı. Bugün, muhterem Reşat Şemseddin SİRER’in iş başına gelmesiyle, bu hâlisâne temenni - Allaha çok şükür - gerçek­leşme yoluna girmiş bulunuyor. * * Yukarıda kısaca anlattığımız millî, ve İçtimaî fâcianın üzerinden daha bir yıl geçti geçmedi ki, bugün, gezdiğimiz yurt köşelerinde hemen hemen aynı manzaralarla karşılaş­mış bulunuyoruz. Demek, daha göreceklerimiz varmış!... İyi ama, bu gidişin sonu neye varacak?. “Uçuruma!..,, demeye, bir türlü, dilimiz varmıyor. Fakat, siz söyleyin Allah aşkına!.. “Talebe mi Yetiş­tiriyoruz, Yoksa Ültra Modern Sevdâzedeler mi?.. Neredeyiz, Ne Oluyoruz, Neden Bu kadar Kendi­mizden Geçtik?..,, Ayıptır, günahtır, arkadaşlar!.. Meslektaşlık ve memle­ket nâmına, sizden rica ediyoruz : Okul temsilleri verirken, bu temsillerin gerektirdiği pe­dagojik ve psikolojik esaslara - bir parça olsun - riayet ediniz!.. Bilhassa halk efkârı karşısına çıkarken, bu hususlar­da çok dikkatli, uyanık ve durendiş olmak icabettiğini - bir an bile - hatırınızdan çıkarmayınız!.. Yoksa adımız, öğret­men değil, başka şey olur!.. Saygı değer arkadaşlar!.. Öğretmenlik denilen bu mukaddes ve şerefli mesleği, bu yüce Tanrı san’atını, bu kadar küçük düşürmeye, halkı kendimizden soğutmaya, hiçbir vakit ve hiçbir yerde hakkı­mız yoktur. Kendilerinden değerli hizmetler beklediğimiz, yarının büyükleri olan çocuklarımıza böyle bayağı türküler, oyunlar değil; millî terbiye, millî îman ve millî ruh aşılayacak bilgiler, hünerler öğretelim!.. Ancak bu takdirde, vatan ve milletimize karşı vazifemizi yapmış, (Çocuk) denilen o aziz varlığa saygı göstermiş oluruz. Yoksa “Çocuk, bizim İçin, her şeydir.» veya “Çocuk saygısı, Vatan kaygısı,, gibi sözlerin hiçbir mânâ ve değeri kalmaz. Kendimize gelelim, arkadaşlar!. Konya - 25/1/1947 Kan ile ateştir görünen bayrağımızda, Can korkusu gezmez ovamızda, dağımızda!. NÂMIK KEMÂL Ecdâdımızın heybeti mâruf-u cihandır, Fıtrat değişir sanma, bu kan, yine o kandır!.. NÂMIK KEMÂL Vatanı sevmeyen, ya ne sever? Kız! Köpekler bile vatanperver!.. Abdülhâk Hâmit TARHAN
·
77 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.