Gönderi

256 syf.
·
Puan vermedi
Puslu bir hava... Bozkırda bir kasaba... Köy meydanında bir kahve, gölgesi olan tek şey çınar ağacı ile... Meydandan uzanan sokağa bakarken göze çarpan berber dükkanı ile... ... Zaman içinde zaman, mekan içinde mekan, hatta insan içinde insan... Yağmurlu, akşama hazırlıklı bir ikindi vakti gözlerimi kapatmışım. Bilincim yarı uyanık, gözlerimin kapalı oluşu bedenime uyku hali vermiş. Gerçekte uyku yok... Gerçekte zaman yok... Gerçekte mekan, içinde olduğum mekan değil... açık bilinç ile olaylarla müdahale ediyor, zamansız geçişler yapıyor, ve hiç olmadık yerde hiç olmadık insanlarla konuşuyorum. Bilincin bir sürükleyişini yaşıyorum. Bugün o havalardan birini okuyarak yaşıyorum. Bir köyde muhtarın statüsünü yaşıyor, köylünün derdi oluyor, elimi kaldırıp işaret parmağımla suçluyu işaret ediyor, sonra dört parmağımın beni, birinin karşıyı işaret ettiğini görüyorum, dört parmak mı somut gerçeği söylüyor benim bilincimle hareket eden tek parmak mı anlam veremiyorum. Kimseden emin olamıyorum. Konuştuğum insanlar var mı bilmiyorum. Bana haber veren ulaklar gerçek mi bilmiyorum. Bir anda kendimi muhtarlıkta buluyorum, sonra kahvede yaşlıları dinliyorum, birden karşımda Nuri’nin karısı, Güvercin kaybolmuş nerde? Cennet’in oğlu kime mektup yazdı? Cennet oğlunu yılandan mı korusun Reşit’ten mi? Berber her şeyi bilir, hükümetten önce ona mı gitsem? Bekçi artık Hacer’i görmez? Ramazan imamla konuştuğu gün merakıyla nasılsa göçtü? Bu koku ne ya... Korkular, endişeler, sorular, bilinmezlikler, sesler, sessizlikler, sırlar.... Kim ne zaman kayboldu. Kaaaarrr neden yağar karrrrr?? Kaaaaarrr neden yağar karrrr? Yağdı. Soran gördü mü karı? Buldu mu cevabı? Biz bulalım. Karrrrrr neden yağar karrrr? Efsaneleri kar mı örttü? Sessinizi kar mı gömdü? Kar her sesi susturdu. Şehir sus pus. Neler oldu neler.. sözcükler doğrumu ben mi yönlendirdim. Okudum mu? Yaşadım mı? Gel git oldu da... Kitabı okurken gözlerimin önünde hep bir Nuri Bilge Ceylan sahnesi geldi. Anlatılan her karaktere bir oyuncu seçtim. Kafamda yaşadılar. Yönetmen ve senarist Hasan Ali Toptaş, ışık ve mekan yönetimi ben, Muhtar’ı Selçuk Yöntem, Bekçiyi Taner Birsel, Nuri’nin karısı Selda Özer, Güvercin Fulya Zenginer, Cıngıl Nuri Serhat Kıllıç, Berber Ercan Kesal, Cennet Rüçhan Çalışır, Cennetin oğlu Fırat Tanış, imam Erkan Can...gibi oyuncuları bu tarz anlatımlarla bozkır ve köy ile ilintili bulduğum için kafamda onlarla bir kadro oluştu. Böylece başrolün tüm oyunculardan oluştuğu bir çekim gibi akıp gitti kitap. Hasan Ali’nin şiir gibi anlatımı konuşmalarda karışıklığı ve tiradın kime geldiği gibi bir karışıklığı önledi. Böylece toparladım. Daha önce Bin Hüzünlü Haz ile kendimi aratttı Alaattin diye diye şimdi de kayboluşlarda çevreme olan hakimiyet duyum, merhametimi, vicdanımı, iç sesimi, kendimi.... Ve Gölgesizler... Bir berber şehrin gürültüsünden kopup bir köye gelir ve anlatılan her karakter gelir köy meydanına derdini anlatır, yaşar, yakarır, Güler, ağlar sonra sırra kadem basar. Çözümün içine çözümsüzlük girerde dönüp bakacak başka bir akıl başlamıştır. En önemli şey bir anda önemini yitirir. Olayların gölgesi yoktur, çünkü olayları olaylar karşılar. Her adaletin bir duvarı vardır. Etten duvarlar. Kim onlar?? Varlık- yokluk, zaman- zamansızdık içinde geçen bir kitap. Ödüllü bir eser. Bu anlamda edebiyata katkısı gözardı edilemez. Her şeyden önce Türkçenin o ahengi ile konu çekmese de dil kendini okutturuyor. Birkaç alıntı ile kitabı size sizin dimağınıza bırakıyorum. Tekrarların tekrarını... “Herkes alışmıştı yokluğunun varlığına… Onunla yaşaya yaşaya o olmuşlardı ya da, ona tellerinin rengini, seslerini, kokularını vermişlerdi. Böylece nefesleri bile günden güne yoka ayarladıklarını hiç kuşkusuz fark etmemişlerdi.Ola ki, birbirlerinin yok olduklarını da bilmiyorlardı.” (Syf-127) “...binlerce kişi, ayrı ayrı yerlerde birbirinden habersiz binlerce duruşu tekrarlıyordu, binlerce duruş bedenlerini köprü kılarak geleceğe taşıyordu. Aynı yolda yürümekten başka çaresi olmayan tuhaf birer yaratıktı insanlar; tekrarın tekrarlananın örtüsü olduğunu anlayamadan, aynı el sallayışların, aynı gülüşlerin, aynı yürüyüşlerin ya da aynı oturuşların içinden geçe geçe damaklarına bulaşan uzak bir serüven tadıyla dönüp dolaşıp aynı noktada yaşıyorlardı.” (Syf-174) Yeryüzünde gecikmişliğin ilacı yok! Not: Kitabın sinemaya uyarlanmış hali var, ama ben izlemeyi tercih etmeyeceğim. Oysa kitabı okumadan izlemeyi tercih etmediğim için ertelemiştim hep... Şimdi kitabın duygusunu verebileceğini düşünmüyorum. Filmine de bir selam olsun diye yönetmenin kendi şarkısı ile hem Gölgesizler’i hem de Hasan Ali’nin iç sesini çok iyi ifade ettiği için onu paylaşmak istiyorum. Az mıyım, çok muyum? Var mıyım, yok muyum? Ben neyim? Kaç mıyım, göç müyüm? Hiç miyim, suç muyum? Ben kimim? Hiçlikler içinde kanayan yürek Yokluklar içinde savaşan beden Boşluklar içinde karışan zihin Güçlükler içinde değil miyim? Yoksa... Yoksa... Her ihanete akıl erdiren Her cehalete kılıf uyduran Her esarete fiyat biçtiren Sen değil de ben miyim? Geçimsizim bugünlerde Kimsesizim bu yerlerde Değersizim bu ellerde Çaresizim doğduğum yerde Geçimsizim bugünlerde Kimsesizim bu yerlerde Değersizim bu ellerde Gölgesizim her gün her yerde Ses miyim, sus muyum? Sis miyim, pus muyum? Ben neyim? Ak mıyım, pak mıyım? Al mıyım, sat mıyım? Ben kimim? Yalanlar içinde doğruyu bulan Cayanlar içinde sözünde duran Satanlar içinde ayak direyen Yananlar içinde değil miyim? Her adalete duvar… Candan Erçetin youtu.be/SsfS6li4jPg Keyifli okumalar!
Gölgesizler
GölgesizlerHasan Ali Toptaş · Everest Yayınları · 202012,7bin okunma
·
63 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.