Gönderi

308 syf.
·
Not rated
İş bu değerlendirme hem kitap hem film bazındadır. Uzundur.
Sevgili Saramago sevenler, sevmeyenler, sevmeye çalışanlar ve yalnızca okuyanlar. Yeni bir Saramago kitabı ile karşınızdayım. Uzun ve detaylı bir yazı olacak. Aslında bu yazıyı kendim için yazdım; okuyup da sevdiğim bir kitabı unutmamak için, detaylarını hatırlayabilmek için. Anladığımı kendime anlatabilmek için. Epey de gevezelik ettim, uzun yazdım. Baştan söyleyeyim de sonra ş'oolmasın. İnceleme iki kısımdan oluşmaktadır. İlk kısmında kitabın değerlendirmesi, ikinci kısmında ise kitaptan uyarlanan filmin değerlendirmesi yer almaktadır. İsteyen istediği kısmı okusun. Bu yazı elbette ki spoiler içermektedir. Kitabın içeriğinden bahsetmeden onun incelemesi yapılmaz arkadaşlar. Bunu en fazla “Çok güzel kitaptı, çok beğendim, çok güzel yazmış” şeklinde yapabiliriz ki bu da inceleme değildir. Hemfikirsek incelemeye geçelim. Değilsek, siz kalın burada ben devam ediyorum. Saramago deyince benim aklıma gelen ilk kavram kaos. Zaten bu kitabına da “Kaos, çözülmesi gereken bir düzendir.” Diyerek başlıyor. Saramago, romanlarında genellikle tek bir değişkeni değiştirerek bu değişim ile meydana gelen olayları izler ve anlatır. Misal ölümü ortadan kaldırır ya da bir anda herkesi kör eder. Bu romanında da bir karakteri, kendisinin bir kopyası ile karşılaştırır. Yani bize der ki; Bir gün tıpatıp sana benzeyen bir insan görsen ne yaparsın? Ne hissedersin? Ne düşünürsün?” Sevinir misin? Şaşırır mısın? Üzülür müsün? Kıskanır mısın? Öfkelenir misin? Korkar mısın? Merak mı edersin? Görmezden mi gelirsin? Ne yaparsın sevgili okur? Bizim kahramanımız önce şaşırıyor, sonra meraklanıyor. Kendi halinde, sıradan, dümdüz bir insan olan kahramanımız Tertuliano Maximo Afonso bir lisede tarih öğretmenidir. Bir gün bir öğretmen arkadaşı ona bir film tavsiye eder ve o günün akşamında kahramanımızın hayatı değişmeye başlar. İzlediği filmde kendisine tıpatıp benzeyen bir oyuncu görür. Şaşırır. Çok şaşırır. Sonra meraklanır. Ve merak duygusuna yenik düşerek o oyuncuyu araştırmaya başlar. Kitabın hangi zaman diliminde, hangi ülkede geçtiğine dair bilgi vermez yazar. Ama belli ki hikaye internetin yaygın olduğu, cep telefonlarımızdan uzayı bile seyredebildiğimiz bugünlerde geçmiyor. Çünkü kahramanımız Afonso’nun, bu oyuncu arkadaş hakkında bilgi edindiği sahneye gelene kadar kitabı yarılamış oluyoruz. Peki bu süreç neden bu kadar uzun? Kimileri için hem uzun hem de sıkıcı. Tam da burada araya girmek istiyorum. Saramago bu romanını karakter üzerinden kurmuştur. Bu uzun ve sıkıcı denilen kısım boyunca kahramanın iç dünyasını anlatır bize. Ana karakterimiz olan Maximo Afonso’nun zihninin içini en kör noktalarına kadar görürüz. Onunla birlikte hareket ederiz, arka arkaya onlarca film izleriz, isim listeleri tutarız, araştırma yaparız, onun da sıkıcı bulduğu günler geçirip sıkılırız. Süreç boyunca onun bütün duygu ve düşüncelerine nüfuz ederiz. Onunla birlikte merak eder, kaygı duyar, endişelenir ve heyecanlanırız. Saramago’nun burada yaptığı karakter tasviri ve analizi o kadar kuvvetlidir ki okurken “o” olup çıkarız. Ayrıca uzun ve sıkıcı denilen bu süreç içerisinde bir şey daha görürüz; Afonso’nun kendisine çok benzeyen bu adama karşı duyduğu merak duygusu zamanla bir saplantıya dönüşür. Onu aklından çıkaramaz ve kim olduğunu öğrendikten sonra ona ulaşabilmek için neler neler yapar. Bu saplantı onu ele geçirir; ona mektup yazar, ev numarasına ulaşır, arar, görüşmek ister. Bu süreç içerisinde de kendi gerçekliğini sorgulamaya başlar. Bkz: “Ben sahiden de bir hata mıyım, diye kendine sordu, peki, bir hata olduğumu varsayalım, bir insanın kendisinin bir hata olduğun bilmesinin anlamı ve sonucu nedir.” Artık aynaya baktığında gördüğü yüzün bir başkasına ait olduğunu bilmenin verdiği sancı ile boğuşur. Kendi gerçek midir? Gerçek kimdir? Hangisi kopyadır? “Bilmek, bilmek dediğimiz şey nedir ki, ben bilmiyorum.” Bu sorgulamalarla birlikte karakterin kişiliğinin çözülmesini sayfa sayfa, gündelik hayatın rutin olayları ile birlikte okuruz. Çünkü bu tür çözülmeler “bir sabah uyandım ve şöyle oldu” şeklide gerçekleşmez. Kafka’nın Dönüşüm’ünü okuduktan sonra anlarız ki dönüşüm dediğimiz şey o sabah böcek olarak uyanmasından çoook daha ötede, çok daha öncede ve zaman içerisinde gerçekleşmiştir. Burada da öyle, karakterimiz saplantıya dönüşen merak duygusunun peşinde bir kimlik bunalımı yaşamaktadır. Kopyasına ulaşmaya çalıştıkça, onunla iletişim kurdukça, onu izledikçe kendine yabancılaşır. Olayların da ilerlemesiyle birlikte işler değişir. Kahramanımız Afonso, kopyası olduğunu düşündüğü diğer karakter ile görüşür. Onun da adını analım artık çünkü işler epey kızışacak; oyuncu olduğunu bildiğimiz bir diğer karakterimizin adı ise Daniel Santa-Clara’dır. Afonso kendisine ulaştığı andan itibaren tedirgin ve rahatsız olan sevgili karakterimiz Daniel, Afonso ile buluşup da gerçekten birbirlerinin tıpatıp aynısı (öyle ki doğum lekeleri ve kaza izleri bile aynı) olduklarını gördükten sonra ise tedirginlikten ziyade merak ile dolmaya başlar. Tıpkı kahramanımızın ilk günlerde hissettiği o derin merak ile... Burada küçük bir detay vermek istiyorum, çünkü bu detay Afonso’nun kimlik bunalımının kırılma noktasını oluşturmaktadır. Kahramanımız, Daniel ile buluştuğunda, onun kendisinden yarım saat önce doğduğunu öğrenir. Bkz: “Ben yarım saat önce doğdum, dedi, kesin bir zaman birimi belirtmek gerekirse, başımı dünyaya saat on üçü yirmi dokuz dakika geçe uzatmışım, üzgünüm, sevgili dostum, fakat siz doğduğunuzda ben çoktan buradaymışım, kopya sizsiniz.” Bu andan itibaren Afonso’nun sorgulamalarının yönü değişir ve kendi gerçekliğinden iyiden iyiye şüphe etmeye başlar. O şiddetli merak duygusu onu pişmanlığa ve kedere sürüklemiştir. Bunca yıldır bildiği kimliği, ben dediği o şey dağılmıştır. Daniel ise merak ile dolar. Üstelik kışkırtılmıştır da. Çünkü kahramanımız Afonso, kendisinin daha sonra doğduğunu öğrendikten sonra sırf meydan okumak için Daniel’a, onunla buluşmaya giderken taktığı takma sakalı kargolar. Evet bu bir meydan okumadır. Bu, bir daha kılık değiştirmek zorunda kalmayacağım demektir. Normalde alaycı bir gülüş ile geçiştirilebilecek bu hareket Daniel’ı kışkırtır ve tıpkı Afonso’nun kendisine ulaşmaya çalıştığı gibi, o da Afonso’ya ulaşmaya çalışır. Onun hayatını merak etmeye başlar. Bir kız arkadaşı olduğunu öğrenir. Onları gizliden gizliye izler. Bu arada kahramanımız Daniel evlidir. Olan biteni karısına söyler; o adamla görüştüğünü, gerçekten çok benzediklerini ama olayın kapandığını ve bir daha hiç görüşmeyeceklerini anlatır. Fakat daha sonra merakına yenik düşer ve gizliden gizliye Afonso’nun hayatını izlemeye başlar ve karısının bundan haberi olmaz. Daniel kafayı Afonso’nun kız arkadaşına takmıştır. Evinin adresine ulaşır ve kadını görmek ister. Kendini, kadını düşünmekten alamaz. Tıpkı Afonso gibi, o da bu durumu saplantı haline getirir. Nihayetinde kadını görür, ondan etkilenir. Afonso’ya bir sesli mesaj bırakıp, görüşmek istediğini söyler fakat karşılık alamaz. O da kapısına dayanır. Hani bir daha asla görüşmeyecektik faslını geçtikten sonra Afonso ile Daniel tartışmaya başlar. Çünkü saplantılı merakına esir düşmüş olan Daniel Afonso’ya, bir geceliğine onun yerine geçmek istediğini, kız arkadaşı ile bir gece geçirmek istediğini söyler. Afonso çılgına döner fakat yer yer şiddet, yer yer tartışma ile Daniel’a yenilir ve onun bu isteğini kabul etmek zorunda kalır. (Nasıl olur ya, bir insan bunu nasıl kabul eder demeyin, ediyor işte, üstelik sevgili Saramago bu süreci o kadar güzel anlatıyor ki “nasıl” olduğunu görüyorsunuz.) Velhasıl Daniel serserisi, tarih öğretmenimiz Afonso’nun kıyafeti, kimliği, arabasının anahtarı ile evden çıkarken kendi kimliği, kıyafeti ve arabasının anahtarlarını evde bırakır ve gider Afonso’nun kız arkadaşını evden alır. Afonso yenilmiş bir halde öylece oturur. İntikam duygusu ile dolup taşmaya başlayınca kalkar ve Daniel’ın kıyafetlerini giyer, evden çıkar. E sonrası malum ahali. Gidip film çekmeyeceğine göre, Daniel’ın evinin yolunu tutar ve karısının karşısına çıkar. Size demiştim işler kızışacak diye. Ki hikayenin burasından sonrası çokomelli o yüzden daha fazla anlatmayacağım. Ki göstermek istediğim şey de şuydu; merak duygusunun karakterleri saplantıya nasıl sürüklediği, yaşadıkları kimlik bunalımları, kişiliklerinin çözülmesi, kendilerine yabancılaşmaları ve “ötekinin” yerine geçme arzusu. Eminim bu noktada Lacan üzeriden enfes bir inceleme yapılabilir fakat o benim harcım değil, Lacan sevdalılarını alalım :) ve biz işimize bakalım. Buraya kadar kurgu ile birlikte karakterlerin yaşadığı zihinsel kırılmalar ve dönüşümlerden bahsettik. Kitabın büyük bir bölümü bunu anlatmaya ayrılmış durumda, o yüzden ben de uzun tutmak istedim. Değinmek istediğim birkaç şey daha var. Bunlardan birincisi kurgu boyunca kahramanımız Afonso’nun kendi “sağduyusu” ile yaptığı konuşmalar. Kritik anlarda sağduyu ortaya çıkıp kahramanımıza öğüt vermektedir. Aralarında geçen konuşmalar kahramanımızın içinde bulunduğu durumu anlamamız bakımından oldukça önemlidir. Sağduyunun ilk ortaya çıktığı an da şahsımca kritik bir an olarak değerlendirilmiştir. Kahramanımız izlediği filmde kendisine tıpatıp benzer birini gördükten sonra yaşadığı dehşet, panik, korku, endişe duyguları ile boğuşurken sağduyusu ortaya çıkıp ce-ee der. Bkz: “Tertuliano Máximo Afonso'nun sağduyusu, resepsiyon görevlisi televizyonda belirdiğinden beri eksikliği hissedilen öğüdü vermek için sonunda vücuda geldi, öğüdü şu şekildeydi, … ,benim sana tavsiyemse diline hâkim olman, sözlerine dikkat etmendir, elinde sıcak bir patates tutuyorsun, yanmak istemiyorsan onu bırakmalısın, kasedi hemen bugün videocuya geri ver, böylece konuyu kapatmış ve esrara daha başlamadan son vermiş olursun, böylece bu esrar bilmeyi, görmeyi veya yapmayı istemeyeceğin şeyleri su yüzüne çıkaramaz” Fakat hepimiz biliyoruz ki Afonso sağduyusunu dinlememiştir. Hikaye boyunca sağduyusu Afonso’yu güvende tutacak öğütler verir fakat Afonso onların hiçbirini dinlemez. Neden peki? Çünkü merakının esiri olmuştur ve sağduyusunun söylediği her şey merakı ile ters düşmektedir. Biz de öyle yapmaz mıyız? Bazen? Bazılarımız? Hadi hadi… Afonso’nun sağduyusu ile konuşmalar yaptığı bölümler, okuyucuya içe dönme ve kendini sorgulama fırsatı sağlıyor kanımca. Ben bu bölümleri okurken içimdeki o sesi duyduğum anları düşündüm. O anlarda o konuşmaları yapan Çaça ve sağduyusuna, dışarıdan üçüncü bir kişi olarak baktım ve şapşal Çaça’nın sağduyusunu dinlemediği vakitlerde verdiği kararların onu ne kadar üzdüğünü bir de dışarıdan bir göz olarak gördüm. Karakterin sağduyusu ile konuşmalar yaptığı bölümlerin haricinde bir de yazarın araya girerek okuyucu ile konuştuğu bölümler var. Bazı okurlar bundan hoşlanmıyormuş. Olabilir. Bazı okuyucular ise bunu çok sevmiş. Bkz: ben. Yazarın bu tavrı bir okuyucu olarak bana nefes aldırdı. Saramago’yu çok sevmeme rağmen onu okurken zorlanıyor olduğum gerçeğini inkar edemem. Bu araya girmeler, direkt okuyucuya seslenmeler sanki romanın akışına bir mola vermek gibi geliyor bana. “Sevgili okurum, gel biraz nefes alalım, pencereyi açalım. Hikayemiz şuracıkta dursun, nasıl olsa biz yazmadığımız/okumadığımız sürece kendi kendine akamaz, o yüzden endişelenme. Gel biraz konuşalım seninle” şeklindeki konuşması beni tavlıyor açıkçası. Canım Saramago. Hepimiz okuduk gördük; şu oldu, bu oldu... Peki ya bunların ötesinde bir şeyler olmuş olabilir mi? Sadece soruyorum. Yazarın anlatıcı ses olarak, karakter hakkındaki şu düşüncelerine bakalım bi’ (bakın burası çokomelli kısım 1) “Tertuliano Máximo Afonso'nun mükemmel görünümlü bir adam olduğunu iddia etmiyoruz, ne o böyle kendini beğenmişliklere kapılır, ne de biz böyle hayalciliklere, ama birazcık yeteneği olsaydı tiyatrolarda başrol oyuncusu olabilirdi. Ve tiyatroda rol alabiliyorsa, filmlerde de oynayabileceğine şüphe yoktu.” Tiyatro oyuncusu mu olabilirdi? Nasıl yani? Bizim karakterimiz? Afonso? Hani tarih öğretmeni olan? Hımm. Peki bir de şuna bakalım, ne demiş yazar: “Tertuliano Máximo Afonso'nun başına gelen de tam olarak buydu. Aynaya, uykusuz geçirilmiş bir gecenin yüzünde bıraktığı hasarı ölçmek istercesine bakıyordu, aklındaki tek düşünce buyken, aniden, anlatıcının kendisinin dış görünümü ve gelecekte, gerekli yeteneğe sahip olduğu ortaya çıktığı takdirde görünümünün tiyatro veya sinema sanatının hizmetine sunulabileceği hakkındaki uğursuz düşünceleri sonucunda dehşetengiz diye sınıflamanın abartılı kaçmayacağı bir tepki verdi.” Kendini tiyatro ve sinema sanatının hizmetine sunmak… hımm… “Tertuliano Máximo Afonso tek kelime etmeden, dikkatle sakalını çıkardı ve içeri girdi. İşte tiyatro sezgisine sahip olmak diye buna derim.” Bunu arttırabiliriz de gerek yok. Acaba Saramago bize alttan alta, tarih öğretmeni olarak bildiğimiz Afonso’nun bir oyuncu olabileceğini mi söylemek istiyor? Olamaz mı? Olabilir mi? Neden olmasın ki? Şimdi sevgili arkadaşlar kitabın içeriği hakkında çok gevezelik ettim. Değinmek istediğim tek bir nokta kaldı, o son neydi öyle ya? Bu yazar kişisi ne yapmak, nereye varmak istemektedir? Bize ne anlatmaya çalışmıştır? Biz bunca şeyi neden okuduk? Ne düşündük de okuduk? Ne umduk ne bulduk? O niye öyle oldu ki ya? Acaba genel kurguya bu ihtimali içeren bir bakış açısı ekledikten sonra, özellikle de son sahne ile birlilkte düşündüğümüzde, kitabın farklı bir okumasını yapabilir miyiz? Bunu merak edeniniz, buna ihtimal vereniniz varsa onları şöyle alalım. Bundan sonra kitaptan uyarlama olan film hakkında konuşacağız. Filmle ilgili halihazırda yazılmış güzel bir inceleme var, ama link koymak yasak olduğu için (?!) koymuyorum. Zor değil ya arayan bulur :) Filmin incelemesinde yazan şeyleri tekrar yazmanın alemi yok, ben film ile kitabın temas ettiği ve farklılaştığı noktalara değinmek istiyorum. Tarih öğretmeni, film izlemesi ve benzeri ile karşılaşması, ona ulaşma çabası, onunla görüşmesi ve sonrasında benzerinin aynı çaba ile tarih öğretmeninin hayatına merak salması ve olayların gerçekleşmesi bağlamında kitap ile örtüşen film; konuyu, kitaptan ayrı ve çok daha belirgin bir şekilde çift karakterli kişilik üzerinden işlemiş. Kitapta karakter tasviri ve analizi çok kuvvetliyken, filmde bu biraz daha sönük kalmış. Kitapta daha çok “bilinç” üzerine odaklanılırken, filmde ise “bilinçaltına” atıflar yapılmış. Kitapta ana duygu merak iken, filmde daha çok korku hakim. Filmin başlangıç ve son sahneleri, karakterin korkularının sergilendiği sahneler olarak gösterilmiş. Filmde değinmek istediğim bir sahne var; karakterimiz annesi ile bir buluşma gerçekleştiriyor.(burası da çokomelli kısım 2) Bu sahnede annesi oğluna, ikinci sınıf oyunculuk hayallerini bırak da işine bak tarzında bir cümle kuruyor. Saramago’nun da kitapta dış ses olarak söylediği şu cümleler vardı ya hani, karakterin oyunculuk yeteneği ile ilgili, hani… Acaba diyorum? Olabilir mi öyle bir şey? İşte yönetmen kişisi demiş ki "valla neden olmasın. Ben yaptım oldu." Uyarlama filmlerden keyif alamayan Çaça kişisi bu filmi birden fazla kez izlemiş, sevdiklerine izletmiş, önerebileceğim filmler listesine de eklemiştir. Filmden sonra kitabı bir kez daha elden geçirdim ve bu bana oldukça keyif verdi. Bildiğin bir yolda, bilmediğin patikalara rastlamak gibi. Ya da o patikaları açmak gibi. Neyse işte, sabredip okuyana çay,kahve, dondurma ikramımız vardır. Tabi salgından sonra. Esenlikler dilerim, teşekkürler.
Kopyalanmış Adam
Kopyalanmış AdamJosé Saramago · Kırmızı Kedi Yayınevi · 20142,882 okunma
··
191 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.