Gönderi

408 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
Süleyman kuş dilin bilir dediler; Süleyman var Süleymandan içeru. -Yunus Emre Attar; Mevlana’nın ‘’Attar yedi aşk şehrini dolaştı biz hala bir küçük sokağın başındayız.’’ Diyerek övdüğü bir sufi- şairdir. O gerçek anlamda bir düşünürdür ve onun sofrasına oturan aç kalkmaz. Herkes onun yazdıklarından bir şeyler anlar, alacağını alır. Kendisi bu eserini: ‘’Benim bu kitabımı ne bir şiir ne de bir bilgiçlik kitabı olarak gör. Çileyle kaleme alınmış bu beyitlere dikkatle bak, bak da benim yüz çilemden birini olsun sen de hisset.’’ diyerek tanımlar. Farsça nazım şeklinde yazılan bu eserin her bir beyti adeta bir inci tanesidir. Türkçe çevrilerinde bazen oldukça farklılıkların ortaya çıkması bu sebepten kaynaklanır. Tam bir kelime avcısı olan Attar, bazen bir keklime ile birçok anlamı kasteder. Sadece kelimelerle yapmaz bunu, vermek istediği mesajını mutlaka bir hikâye ile örneklendirir. Ele aldığı hikâyeler veya menkıbeler bazen ilk okuduğunuzda size kendini hemen açmaz. Bu yüzden kendisi de şöyle der: ‘’Ne kadar sık okursan, onlar sana her seferinde o kadar hoş gelecektir. Özene bezene yetiştirilip büyütülmüş bu gelin, sana duvağını bir çırpıda değil, ancak azar azar açacaktır.’’ Sadece hikayeleri değildir hemen kendini açmayan, aslına bakılırsa kitap baştan sona böyledir. Temsili bir dil kullanan Attar’ın eserini nazlı bir geline benzetmesi çok yerindedir. Kitabı ikinci kere bile elinize aldığınızda birçok yeni mananın size açıldığına şahit olursunuz. Bu eseri bir hikâye, bir fabl okur gibi okumak söylenmek istenenlerin zahirine saplanıp kalmak olacaktır. Burada anlatılan insana dair bir meseledir, tamamen bize biz anlatılmıştır. ‘’Şekle bağlanıp kalanlar, burada anlattıklarımın içinde boğulur giderler.’’ Mantıku’t-Tayr: Kuşların Konuşması, Kuşların Dili, Kuşların İlahisi... gibi pek çok şekilde çevirebileceğimiz bu isimde önemli olan; insan dışındaki bir varlığın dile getirilmesidir. Bu Attar’ın varlık görüşünün bir yansımasıdır. Vâr olan her şeyin bir dili vardır ve hepsi bize bir şeyler anlatır. Bu aynı Yunus Emre’nin sarı çiçekle konuşması gibidir. Her bir eşyaya Rabbin tecellisi olarak bakmak ve onu okumak. Tasavvuf’ta insanlığın hikayesi Hz. Adem’den beri bir vuslat hikayesi olarak ele alınır. Bu sadece insana mahsus değildir; tüm eşya bu özlemi çekmektedir. Kamışlıktan koparılan bir neyin feryadı da bu yüzdendir. İşte bu eser de baştan sona bir vatani asliye ulaşma hikayesidir. Attar bize bizim yolculuğumuzu kuşlar ile anlatır. Kitapta bazı kuşlardan bahsedilir ve bu kuşların, aynı insanların çeşit çeşit olması gibi, her birinin farklı mizacı, farklı zaaf noktaları vardır. Her birinde kendimizden bir parça ya da günlük yaşantımızda karşılaştığımız kişilerden bir parça buluruz. İyi kötü her biri kendi durumundan ve konumundan memnun olan kuşlara; yola çıkmaları gerektiğini, Simurg’a ulaşmaları gerektiğini söyleyen ise Hüdhüd’tür. Yola çıkılması gerekiyor çünkü bütün bu anlatılanların eğer yola çıkarsak bir anlamı vardır. Kuşların bu hikayesi de yola çıkıldığı için bir anlam kazanmıştır. Aslında yoldur önemli olan. O yola varmaktır. O yolda olmaktır. Hüdhüd birçok kez varılacak yere değil de O Yola atıfta bulunur. Hüdhüd esas olarak burada bir mürşit, bir peygamber, bir elçinin görevini üstlenmiştir ve bize onu yansıtır. Çıkılacak olan bu yolun zorluklarını gören kuşlardan her biri bir mazeret belirtmeye başlar. Bunlar bizim mazeretlerimizdir. Her birinde kendimizden bazı parçalar buluruz. Aslında herkes kendi mevcut durumundan memnundur ve kimse yerinden olmak istemez. Herkes elindekiyle yetindiğini yeni bir maceraya gerek olmadığını düşünür. Kimisi de takatinin böyle bir yolculuğa yetmeyeceğinden gem vurur. İşte Hüdhüd bu noktada kuşlara mazeretlerinin geçerli olmadığını anlatarak onları ikna etmeye çalışır. Kitabın yarısından çoğu kuşları ikna etmek üzeredir. Aynı peygamberlerin hayatında olduğu gibi. Kuşlara kılavuzluk edecek olan kişinin daha üst ve onlara hükmeden bir varlık olmayıp; yine bir kuş olması da manidardır. Çünkü onların dilinden aynı onlar gibi biri en iyi anlar. Ve Hüdhüd gerçekten her bir kuşa onun özelliğine göre reçete yazar. Kuşların zaafından yola çıkarak konuşur. Aynı Hz. Muhammed (s.a.v)’in hayatında olduğu gibi. Mesela güle olan aşkından gem vuran bülbüle riyâkar bir âşık olduğunu anlatır. Yok olan ve kaybolacak bir şeye gönül vermenin faydasız bir aşk olduğunu anlatarak gerçek âşığın yolda sınanacağını söyler. ‘’Simurg’a ulaşmak benim hayalimi kat be kat aşar! Cennette bir yer bana yeter de artar bile.’’ diyen tavus kuşuna: ‘’Okyanusu elde etmek varken niçin bir çiğ tanesinin peşinden koşarsın?’’ diyerek onu asıl amaç için yola çıkmaya çağırır. Kuşlar yola çıkmaya ikna olduklarında onları bekleyen yedi vadi vardır. Her vadi bizlerin içindeki bir gizdir. Hepsi aşılmayı bekleyen bir mertebedir. ‘’Sonunda bütün o kuş kalabalığından sadece birkaçı yolu kat edip yüce eşiğe ulaşabildi. ...O sayısız kuştan sadece otuzu son noktaya varabildi. Tüysüz, kanatsız, tükenmiş, bitmiş, gönlü kırık, canı kalmamış, bedeni mahvolmuş otuz kuş.’’ Yolculuğu tamamlayıp Simurg’a ulaşan bu kuşlar baktıklarında karşılarında kendilerini görürler. Sadece otuz kuş... aslında en başından beri bu yolculuğu kendilerini bulmak için yapmışlardı. ‘’Güneşe benzeyen bu huzur makamı bir aynadır. Bu makama erişen onda kendini görür; can ve tenini, onda can ve ten olarak görür.’’ ‘’Gölge güneşte kayboldu işte hepsi bu.’’
Mantıku't-Tayr
Mantıku't-TayrFeridüddin Attar · Sufi Kitap Yayınları · 20184,887 okunma
·
36 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.