Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

138 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
İstanbul'da yaşayan biri olarak Peyami Safa'nın şu sözleriyle başlamak istiyorum, “Kabil’le New York arasındaki farkların çoğuna İstanbul’un iki semti arasında kolayca tesadüf edilir.” Bu romandan tam 82 yıl sonra İstanbul’da yaşayan biri olarak, bir semtten öbür semtte geçerken hala sanki Kabil'den New York’a geçiş yapmış gibi hissediyorum. Hatta semtler arasındaki yolculuğumda hal ve hareketlerimde ki değişikliği net bir şekilde fark ediyorum. Aslında Peyami Bey’in işlemek istediği konu tam olarak budur. Kültür çatışmasının ortasında yetişen gençler ve batı hayranlığı. Romanın geçtiği dönemde Türk-İslam geleneklerine göre yetiştirilen gençlerin, hızla yönünü Avrupa’ya çeviren bir Türkiye’de bocalamasını ve kendi kültürünü hor görerek batı kültürüne olan hayranlığını anlatır. Kitapta Neriman adlı karakterin Şarkı ve Garbı temsil eden iki delikanlının arasında kalması sonucu yaşadığı buhrana şahit oluyoruz. Karakterin medeniyetten anlayışı lüks kıyafetler, evler, arabalar, balolar, alafranga müziklerdir. Peyami Safa, Neriman karakteri üzerinden kadınların, medeniyeti sadece gözleriyle algıladıklarından, fikir olarak değil de şekil olarak benimsediklerinden bahseder. Bu tespite katılıyorum ama romanda sadece bu konuyu kadın üzerinden işlemesi, konunun bütünlüğü açısından biraz eksik kalmış diyebilirim. Benim de bu tespit hakkında bir düşüncem var. Günümüzde hala bazı kadınlar, medeniyeti kendi bedenini teşhir etmek sanıyorlar. Bu kadınların asıl medeniyetin asıl tekâmülün beyinde gerçekleşe bileceğini ne yazık ki yıllar geçse de anlayabileceklerini sanmıyorum. Bir diğer değindi konu ise, özellikle sanayi devriminden sonra hızla makineleşen, bilim için canla başla çalışan Garplıların iç dünyalarında ruhani ve metafizik konularında yetersiz olduklarıdır. Bu eksiklikten dolayı bireyin, iç dünyasındaki tatminsizliği derinlemesine hissettiğini ve bunun sonucunda ise intiharın eşiğine geldiğini belirtmektedir. Günümüzde de her şeye sahip olmuş birçok Garplının eninde sonunda intihara kalkışmasının sıkça örneklerini görmekteyiz. Bilakis hiçbir şeye sahip olamamış, bilimden uzaklaşmış, kendini tamimiyle mantık ve gerçeklikten soyutlamış birçok Şarklının da beyin ölümünün gerçekleştiğini bilhassa orta doğuda şahit olmaktayız. Bu buhrandan ancak ve ancak Şark ve Garp arasında ki dengeyi kurabilen insanlar sıyrılabilir. “Şark ve Garp âlemleri, güneşin doğduğu ve battığı cihetler kadar birbirinden ayrı değildir” Şarkla Garbın birleşme noktası olan Türkiye, Garbın yeniliklerinden kaçmamalı lakin kendini ona teslim etmemelidir. Teknik olarak Garptan yararlanmalı ama kimliğini de bir kenara atmamalıdır. Peyami Safa kitapta Ziya Gökalp’den alıntı yaparak durumu şöyle özetlemiştir ; “Her kültür milli kalmalıdır ve milli kalmaya mahkûmdur; tekniğe gelince, bu beynelmileldir.” Geçmişe dönüp baktığımda Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde batıyı görmezden gelerek ilerlemeye çalışırken ne kadar geride kaldığını ve tüm yenilikler karşısında bocaladığını görüyorum ama aynı zamanda Hindistan, Afganistan gibi ülkelerin dış mihrapların manipülasyonları ile onları yönetmek ve kaynaklarından yararlanmak için nasıl da kültürlerini ve tarihlerini yavaş yavaş değiştirdiklerini ve bu değişimi halka benimsettiklerini de görüyorum. Bu konu aslında epey derin ama kitapta çok derine girmediği için bende çok detaylandırmak istemiyorum. “Ah efendim, dedi, bizi bizden daha iyi biliyorlar; Mesnevi'yi de, Rubiyat'ı da, Gazali'yi de, Farabi'yi de bizden daha çok okuyorlar; bizden daha çok takdir ediyorlar; bizim bizden daha büyük düşmanımız yoktur efendim, yoktur.” Kişilik analizi ve nokta atışı tespitleri için Peyami Safa'nın ustalığını taktir etmek gerekir. Dikkat ettiğim birkaç şey - “Yolda yürürlerken, herkes, Fahriye’den ziyade Neriman'a dikkat ediyordu, fakat bu, Neriman'ın herkese ayrı ayrı dikkatinin karşılığından başka bir şey değildi.” - “Hayatının bütün felaketleri, bazan bir torbayı bile yerinden kaldıramayacak kadar iradesiz olmasından geliyordu.” - “Şinasi, ekseri zamanlar en son mecburiyet anı gelmedikçe hiçbir münakaşayı kabul etmeyen ve muarızın (muhalif) hücumlarına içinden cevap vererek yalnız kendi kendine karşı hesap veren insanlardandı.” - “Ah, insanlar niçin her şeyi anlayamıyorlar? Beş dakika, on dakika, yarım saat kendilerini unutsalar, kendilerini karşılarındakinin yerine koysalar tam onun gibi -fakat hiç eksiksiz ve tam- onun gibi duysalar, her şey ne kadar yerli yerinde olacak. Hayır! İllâ ki zıddiyetler, öfkeler, yanlış anlaşmalar, kıskançlıklar, inatlar, şüpheler, hâkim olmak arzuları...” - “Daima ''pasif'' dövüşüp yenmesini isteyen bir mizacı vardı. Hücumu ekseriya karşı tarafa bırakarak, sarsılmaz ve sessiz bir müdafaa ile muzaffer olmayı sevenlerdendi. Bir şarklı, hakiki şarklı..” - “Bununla beraber, coştuğu zamanlar, bu şahsiyetinin tamamıyla tersine döndüğü, son derece müteaddi (saldırgan) bir hale geldiği ve şarklıya mahsus farzettiğimiz hususî seciyenin (huy) tamamıyla aksini gösterdiği de vakidir.” - “Zira nihayet, ferdin seciyesi, diğer fertlerle münasebetine göre değişen canlı ve mütehavvil (biçim değiştiren) bir şeydir ve birçok hallerde karşısındaki seciyenin makusu (zıt) olmaya mahkumdur.” - “Bir aralık etrafına ve insanların yüzlerine baktı. Tramvayda hiç kimse gülümsemiyordu. Hepsinde yük taşıyan insanların yorgunluğu ve bezginliği var. Tramvay onları bir tarafa götürmese, hepsi oldukları yerde senelerce kalacaklarmış gibi ezik ve bitik, hepsinde bir bedbinlik. En küçük sebeplerle kavgaya bahane arıyorlar.” - “…hakiki kıymetlerle medeniyetin sahte kıymetleri arasındaki farkı çok iyi görmüş ve üstüne bir mahzunluk çökmüş.”
Fatih Harbiye
Fatih HarbiyePeyami Safa · Ötüken Neşriyat · 202047,9bin okunma
·
33 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.