Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

280 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
12 günde okudu
Çok uzun süre edebiyat okuduğum zaman kendimi biraz hüzünlü hissediyorum. Bunun sebebi aşırı duygu yüklemesi, benim karakterlere çok fazla bağlanmam ya da hayatımdaki birçok şeyi kitaplara entegre etmeye çalışmam ve bunu başarmam olabilir. O yüzden arada sırada bu tarz kitaplar okuyup biraz daha "bilimsel" (benim gibi bir edebiyat mezunu söz konusu olduğunda bilimsel kelimesi tırnak içine alınır) tatminlik sağlamanın yararı olacağını düşünüyorum. Hem kafa değişikliği iyidir. Malum sebeplerden kafamızı alıp bir yerlere gidemiyoruz şu sıralar. hizliresim.com/pILQRn Yukarıdaki link tam olarak bize maddesel dünyayı anlatıyor. Günde en az elimizin 1 kere değdiği 10 adet birbirinden eşsiz madde. Kimini hor görüyoruz, kiminden gözlerimizi alamıyoruz. Bazılarının vücudumuzun kimyasına karışmasına izin veriyoruz, bazılarını vücudumuzu dış etkenlerden korumak için kullanıyoruz. Üniversitede bir hocam vardı. Asla teknolojik hiçbir araç kullanmaz, yazılı kağıtlarını daktiloda yazar, notları sisteme asistanları girerdi. Çok kibar dede göbekli bir beydi kendisi. Bir gün muhallebiciye (evet anlatırken aynen böyle söylemişti) gittiğinde etrafını gözlemlemiş ve bir çocuk hakkındaki fikirlerini bize şöyle aktarmıştı: "Su istedi beyefendi. Önüne bir bardak ve şişesiyle getirdiler. Hemen şişeyi açtı, adeta su kıtlığından çıkmış gibi suyu bardağa akıttı. O kadar baş aşağı getirdi ki şişeyi, birkaç damla kendini çaresizlikten dışarı attı. Benim bu insanları anlamam gerçekten güç zira ellerindeki o güzel cam bardağın ya da az sonra midesine inecek olan ve onu hayata bağlayacak akışkan sıvının değerini bile bilmiyorlar. Yavaş yavaş akıt o suyu önce, sonra bir bardağa ve suyun aldığı şekle bak. Ne kadar ilahi! Ne kadar farklı! Ama affedersiniz eşeğin yalaktan içtiği gibi içiyordu beyefendi." Ben o zamanki aklımla Nedim hocanın ne dediğini tam olarak anlayamadım, zaten o sıralar hayat benim için o kadar durağan değildi. Bir şeyleri inceleyip puanlamak için vaktim yoktu. Zamanla yerleşti bu düşünce benim kafama. Bu kitapla da şimdi daha çok pekişti. Bir insanın materyallere hayranlık duymasını artık çok normal buluyorum. Miodownik onlardan biri. Zaman zaman kendi hikayeleriyle, zaman zaman da tarihsel bilgilerle eşyanın hayatımızdaki yerini anlatıyor. Tabii, bilimsel yönüyle inceliyor her maddeyi. Ama tabiri caizse Bilal'e anlatır gibi işte. Gerçi ona rağmen not aldığım ve araştırdığım birçok bilim insanı ve Google'ı açıp baktığım çeşitli görseller oldu. Bir trene, binaya, arabaya bakarken duyduğumuz hayranlığın aslında metale, betona, cama ya da farklı maddelere olan hayranlık olduğunu söylüyor. Tabi ki nihai şekildir bizi etkileyen şey ama onun altında "Bunu başarmak zor iş olmalı." düşüncesi yatar ve tahminlerde bulunduğumuz zorlukta bizleri etkiler. (bknz: Piramitler, Dives in Misericordia kilisesi, Pantheon tapınağı, Eiffel kulesi, Empire State binası ya da Japonyadaki o hızlı ve aynı zamanda da devasa olmayı becerebilmiş trenler.) Dokunduğum, tattığın, gördüğüm, duyduğum, kokusunu aldığım birçok şeyin artık maddesel veyahut "bilimsel" olarak ne anlama geldiğini biliyorum. O yüzden benim için geliştirici bir okuma oldu. Bu sefer duygusal değil, maddesel anlamda. Size de keyifli okumalar, bir takım adamlar ve güzel kadınlar.
Eşyanın Tabiatı
Eşyanın TabiatıMark Miodownik · Domingo Yayınevi · 2019506 okunma
·
347 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.