Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Avlu Kapısı
Güneş batmak üzeridir gökyüzü neredeyse kırmızı, sahilde dalgaların sildiği ayak izlerine ilişir gözleriniz. Soğuktur, tutacağı önceden belli, ince ince kar yağmaya başlar. Oturduğunuz mahalleye gelene kadar akça pakça olur sokaklar. Gece inerken be defa da rüzgârın sildiği ayak izlerine ilişir gözleriniz. Sadece gidenlerin ayak izleri kaldığı için mi bırakırız ölmüşlerin pabuçlarını kapı önlerine? Giden gelmez ki zaten! Gelen olduysa da gören oldu mu? Gelibolu’nun dar sokaklarını gezerken tek katlı bir evin avlu kapısının önünde görmüştüm, eski kahverengi ayakkabıları. Bir ritüeli gerçekleştirir gibi özenle yan yana bırakılmışlardı. Beyaz başörtülü, uzun etekli, ayağı naylon terlikli bir kadının hayali belirdi gözümün önünde. Ağlayarak avlu kapısını açtı, sokağa baktı, ayakkabıları bıraktı… Rahmetlinin karısı mıydı, kızı mı? Hem ev kem gözlerden korunsun hem de hanenin sınırı belli olsun diye yan yana çakılmış, çürümeye yüz tutmuş ahşap perdenin üzerinden eve baktım. Çamaşırlar kurusun diye asılmış mandallanmıştı. Kireçle boyanmış kerpiç bir evdi. Avludan girince sol tarafta kuyu onun tam karşısında erik ağacı vardı. Pencereler maviydi. Dört merdiven çıktıktan sonra kapıları ayrı ayrı üç oda vardı yan yana. Yatak odası, oturma odası, misafir odası bir nevi. Yatak odası ile misafir odasında hamamlık olduğunu çocukluğumu sakladığım siyah beyaz fotoğraflardan biliyordum. Saatin kumları ters akmaya başladı. Anneannem çıktı avlu kapısından bu defa. Kahverengi şalvarı, solmuş çiçekli gömleği, topukları çatlak, ayakları çıplak. Güneşli bir gündü. Yazdı. En delikanlı halimle askere gidiyordum. “Arkana bakma Aliii” diye bağırdı. Ne güzel insandı! Öyle de kaldı aklımda… Türküsü bile vardı! Düriye’min güğümleri kalaylı. Çok sonra aklım biraz daha ermeye başlayınca isminin ne anlama geldiğine bakmıştım, ‘inci gibi parlayan’ demekmiş. Gelibolu’daki şimdiki zamanda kahverengi, eski erkek pabuçlarının kimin olduğunu düşünmeye başladım. Göbekli, zayıf, kara kuru, bıyıklı, sakallı, bıyıksız, sinirli, gülen, ağlayan, ağlatan türlü yaşlı erkek yüzleri geçti aklımdan. İçlerinden en babacan olanı seçtim. Babacan yaşlı adamın mesleği ne ola ki? Doktordur dedim. Babacan, yaşlı adamlar…olsa olsa doktor olur! Sonra Seher ablam düştü aklıma, sanki haksızlık etmişim gibi. Yorgun görünen, ince ruhlu kadınlar da doktor olur diye düşündüm. Efkarlanmak istedikten sonra sebep mi yok. Kızdım da kendime. Kardeşim ne işin var Gelibolu’nun dar sokaklarında, işine gücüne baksana sen. Osman ağabeye uğra, Adile ablaya git hem laflarsın hem sardalye alırsın. Hasan hocayı ara bakalım ne yapıyor. Sahile vurdum, kulağına kar suyu kaçmış palamut kıvamındayım. İlhan ağabeyin balık lokantasında aldım soluğu. Kalabalık, deniz ve feribot manzaralı iki kişilik bir masaya oturdum. Anasondan hülyaların orta yerinde üç müzisyen ağabey geldi masaya. Emekli memur kıvamındalar, klarnet, keman, darbuka. Eskiden tanışıyoruz. Ada sahillerinde ile başlıyorlar, bitiyor. “Ne çalalım?” Doktor Hangi doktor boşluğu oluyor. Hakan Taşıyanın söylediği doktor. Düriye’min güğümleri kalaylıyı bilmiyorlar. Geçmiş zamanda söylenmiş bir söz hem şimdiki zamanda hem gelecek zamanda inci gibi parlayan bir yol oluyor. “Arkana bakma Aliii” Tabi böyle bir şey mümkünse. Yedi sekiz yaşlarında kapkara bir çocuk çıkıyor avlunun kapısından. Elinde plastik bir tabağa konmuş irmik helvası var. Uzatıyor. “Anneannem öldü bugün benim!” E ayakkabılar? “Dedemin ayakkabılarını giyerdi!”
·
17 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.