Gönderi

492 syf.
·
Not rated
·
Read in 199 days
Ben Bir Eleştirmen Değilim Sadece İyi Bir Okurum
Aklımızın bir köşesinde nereden ve kimden öğrendiğimizi bilmediğimiz şiirler, sözler vardır. Sosyal medyada takip ettiğimiz sayfalar sayesinde mi karşımıza çıktı yoksa üniversite sınavına hazırlanmak için çözdüğümüz dil bilgisi sorularında cümleleri ögelerine ayırırken mi? Yediden yetmişe herkesin gönlünde ve zihninde yer kazanmıştır böyle şiirler. Onlar sayesinde hayatlarında yaşadıkları ilk aşk acısını tanımlamış; "Anlatmaya çalıştığım, söylemek istediğim tam olarak bu! Ben de aynı yalnızlık çukuruna düştüm ama anlaşılan tek değilmişim." dememize, kendimizi tanımamızda bir adım daha yaklaşmamıza vesile olmuştur."sevmek kimi zaman rezilce korkuludur/insan bir akşam üstü ansızın yorulur" mısralarını 1960 yılında yazılmış olan Ben Sana Mecburum şiiri değinmeye çalıştığım konuya tam yerinde bir örnektir. 1950 yıllarında çıkan İkinci Yeniciler akımından sayılan Attila İlhan sadece şiir değil roman, deneme türlerinde de eserler vermiştir. Ben Sana Mecburum Türk halkının kalbinde taht kurmuştur. Maalesef bu şiiri; romanlarının, denemelerinin ve ustaca kaleme alınmış diğer şiirlerinin üstünün örtüyle örtülüp görünmemesine neden olmuştur. Bu yüzdendir ki Attila İlhan’ın, İkinci Yeniciler gibi aşk ve ayrılık şairi olarak anılmasını doğru bulmuyorum. Çünkü o insanların giderek kendisine ve çevresine yabancılaşmasını, şehirde oluşan arap saçı durumları, zamanla ideolojiler yüzünden bölünen toplumda ilişkiler kurma zorluğunu, Anadolu insanını cahil, yobaz olarak tanımlamanın aksine Kuvâ-yi Milliye ruhuna sahip olduğunu anlatan; halkın her kesiminin kaleme alınacak kadar değerli bulan, davası nedeniyle aşık kişiliğe sahip olan şair ve yazardır. Şiir kitaplarında nasıl her konu için ayırdığı dizeler, imgeler varsa Kurtlar Sofrası romanında da bu rahatlıkla görülmektedir. Kısacası çoğu şiirinin romanında karşılığı vardır. Mahmud'un topluma inşaat sanayisindeki yolsuzluğu anlatmak istemesi Duvar şiirini, Mahmud ve Ümid arasında kişilik, yetiştikleri ortamlar, hayata dair görüşleri yüzünden ayrılmaları ama yine de birbirlerine sevmeleri ve zorlukları bir kenara atmaları Sen Beyaz Bir Kadınsın şiirini, Zehra'nın durmadan keşkelerle yaşaması Yanlış Yaşamak şiirini, Hüsnü Faik Bey'in uzaklara her dalışında zihninde Kuvâ-yi Milliye'de olduğu zamanlarda Mustafa Kemal Paşa'nın hitabetlerini hatırlaması Hürriyet Ve İstiklal Benim Karakterimdir şiirini hafızada canlandırmaktadır. Kurtlar Sofrası, Attila İlhan'ın Aynanın İçindekiler serisinin üçüncü romanıdır. Toplumcu yazar kimliğinin Marx'ın ideolojisi ile birleşip zirveye ulaştığı romandır. Romanın temelini Atatürk'ün vefatından sonra tamamlanamayan/geliştiremeyen inkılaplarının sosyalist anlayış ile devam etmesini sağlamak düşüncesini haklılığını 1950 yıllarındaki Menderes iktidarının yaptığı yanlışlıklarla okuyucaya geçirme çabasıdır. Ancak bu eyleminin ne kadar doğru olduğu tartışmaya konusu halindedir. Çünkü romanın dahil olduğu düşünsel yazı türlerinde yazılan eserlerin merkezinde olay vardır; onun etrafında karakterler gelişir, fikirler değişir. Okuyucu eseri bitirdiğinde dikkatini okuduğu gerçek veya gerçeğe yakın olan hadiseye verebilir. Ya da metnin altında yatan hayat dersini çıkarmaya çalışır. Böylece bazı sonuçlara varır; benliğini toplumdan uzak tutmanın anlamsızlığını, paranın insanı boğduğunu, hayaller yerine gerçekleri tercih etmek gerektiğini... Fakat yazarın aradan anlatıcı olarak aradan çıktığı anlatım anlayışına ters olarak bu romanda merkezde yazar ve ideolojisi bulunmaktadır. Kurtlar Sofrası'nı okumayı tamamladığınızda zihin süzgecinizde yüzeyinde kalan parçalar arasında Marksizim büyük yer kaplamaktadır. Türkiye'de gelişmeye yeni yeni başlamış ancak 1960 yılında yaşanan darbeyle bir sekteye uğramış siyaset ve demokrasi hakkında yaşadıklarını kurgusal bir olay çerçevesinde anlatması çok kıymetli olsa da gerçekten de bir romanın amacı bu olmalı mıdır? Zaten günümüzde bireyler televizyonlarını açtıkları, internete girdikleri, komşuları ile konuşmaya başladıkları andan itibariyle ideolojik bir baskıya uğramıyor mu? Kafalarını dinlendirmek için kendilerine ayırdıkları bir iki saate de göz dikmek zalimce olmaz mı? Ayrıca Kurtlar Sofrası'nın konusu kısaca özetlemek gerekirse; Mahmut adında bir gazetecinin inşaat şirketi adı altında yapılan yolsuzlukları kanıtlayıp gazetede yayınlamak için İzmir'e giderken yaşadığı trajedik ölümle insanların hayatlarının nasıl değiştiğini söylemek yeterli olacaktır. Mahmud'un ölümü sadece sevgilisini, iş arkadaşını etkilemekle kalmayacak barda şarkı söyleyen Athena'nın, yolsuzluk işlerinden elini ayağını çekmek isteyen İbrahim'i ve birbirinden alakasız görünmesine rağmen bağlantılı olan daha nice karakterleri etkilemektedir. Romandaki karakter sayısı beyaz perde filmlerindeki gibi fazlaca olmakla beraber toplumun her kesiminden birey barındırmasıyla çok renkli ve geniş yelpaze oluşturmaktadır. Karakterlerin fazla olması hem artısı hem eksisi olan durumlardandır. İyi yönü Attila İlhan'ın harikulâde betimlemelerle iç dünyalarını anlatması kişilerin kafalarının içlerine girip olayları onların gözünden de görmemizi sağlayarak verdikleri tepkinin daha net anlaşılmasını sağlamaktır. Olumsuz tarafı olay orgüsünün ilk okunduğu zaman anlaşılamamasını, ara verilerek okunduğu takdirde "Ne olmuştu? Bu kimdi?" sorularının oluşmasıdır. Hâl böyle olunca da romanın sonunda bazı karakterlere ne olduğunu, sonlarını öğrenemiyoruz. Herkesin hayatına onlarca hatta yüzlerce kişi girip çıkmıştır fakat iz bırakanlar her daim hatıralarımızda yaşayacaktır. Bu yüzden bir karakterin eski oturduğu apartmanın dördüncü yöneticisinin ortanca kızının kedisini her sabah işe giderken başını sevmesini anlatmak mantıklı ve sağlıklı değildir, yaptığı tek şey okuyucunun hafızasını tıka basa doldurmaktır. Detaylar hayata zariflik verir ama ayarı kaçırılırsa göz yormaktan başka bir işlevi olmaz. Kurtlar Sofrası'nın konusu kadar eleştiriye tâbi tutulması gereken bir diğer unsur da İlhan'ın anlatım tekniğidir. Olaylar hem gözlemci bakış açısıyla hem de birinci tekil ağız ile yazıldığında karakterin hislerini daha net anlayabilmenizi sağlamakta. Ancak bu kararsızlığı kitabın başında kurguyu anlamakta zorluk çekilmesine neden olmaktadır. Çünkü ani değişimler sonucunda "Bu cümleyi karşısındakine mi yoksa kendine mi diyor?" şeklinde düşünülerek paragrafı ikinci kere okuma gereğini ortaya çıkmaktadır. Kurtlar Sofrası'nı okumak yağmur sonrasın ağaç yapraklarında biriken su damlalarının düşmesini izlemek gibidir. Damlaları izlemek nasıl size heyecan veren ve hayret uydurmuyorsa roman da diğer sayfaya geçme konusunda bireyi pek şevklendirmemektedir. Akıcı olamaması karşın duru, saf bir anlatımı vardır. Uzun ve karmaşık edebi cümleler yerine şairliğinden kaynaklandığını varsaydığım kısa fakat çarpıcı anlatımlar bulunmaktadır. Örneğin; “Tuhaf değil mi? Birinin eksikliğini duyuyorum, ötekinin fazlalığını. Eksik olan gelip boşluğunu doldurmuyor, fazla olan gidip yerini boşaltmıyor. İkisinin arasında kötü, sevimsiz bir yerdeyim.”. “İçinde en iyi saatlerin umutlu iyimserliği vardı.” Attila İlhan karakterleri birinci şahıs ağzından yazmasının bir başka nedeni de roman karakterini kullanarak okuyucuya davasını aktarma isteğidir. Mahmud'un Ümid ile olan konuşmalarında, hayat prensiplerini açıklarken kullanmasını bu anlam doğrultusunda açıklanabilir. Örneğin; "İstanbul sana hafif ve alaturka gelecekmiş, laf! İstanbul sana ağır ve başa çıkılmaz bir vazife gibi geliyor." Yahut Zehra' barda çalışan kişilerle patronun geceden bir felek çaldığında söylediği sözler bireylerin hayatlarını yaşarken ayaklarını yere basmalarını, ömürlerini beyhude geçirmemelerini ve bir tane gerçeğin bin hayale eş değer olduğunu anlatmaktadır. "Yazık değil mi, bana? Yazık değil mi Bekir'e? Biz; ben, Bekir, şu örümcek gözleri ağlamaya hazır Kazım ağbiy, şu İlyas, şu Yorgaki, şu hepimiz, neden bir fabrikada dokumacı, bir tarlada ırgat, bir dükkanda tezgahtar olmayalım da, böyle zehirli bir korsanlar gecesinin dibinde, yalancı aldatıcı hayaller kurup, uydurma mutluluklar tasarlayalım?" Turgut'un kendi vicdanı ile yaptığı konuşmada Turgut'u, şairliğini yerden yere vururken asıl alay ettiği kişilerin günlük konuşma diliyle "Ay kızlar, güzel kızlar/ Sizleri düşündükçe gönlüm sızlar" türünde cümleler kurarak şiir yazdığını zanneden yeni yetme şairlere atıfta bulunduğunu varsayıyorum. Turgut: –Sanatım, diyor, şiirlerim? –Şiirlerin mi? Sanatın mı gülünecek şeyler bunlar. Hiçliğini gargara ediyorsun. İç dünyam diye başarısızlığının acısını ters yüz edip yazıyorsun. Bilgisizliğini ve korkaklığını örtmek için sanatta fikir düşmanısın; kabiliyetsizliğini ve duygusuzluğunu örtmek için de duygunun! Değindiğim birçok yanlışı ve doğrusuna rağmen okunmasını önerdiğim hatta kitap bittiğinde de hakkında tartışılması gerektiğini düşündüğüm bir yapıttır. İyi günler dilerim.
Kurtlar Sofrası
Kurtlar SofrasıAttila İlhan · Bilgi Yayınları · 1975363 okunma
·
103 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.