İthaki Bilimkurgu Klasikleri serisinden okuduğum 34. kitap oldu... Biliyorum, bir kısmınız bu şekilde başlayan incelemelerimi özledi, bir kısmınızın da "geldi yine tipini sevdiğim" dediğini duyar gibiyim.
Evimize hapsolduğumuz, sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği şu korona günlerinde bilimkurgu kitaplarına dönmenin en uygun zamanıydı bana göre. Bu düşünceyle, evden çıkamadığım günlerde evrenin köşelerinde yasaksız bir şekilde dolaşabilmek için 8 bilimkurgu kitabı daha sipariş ettim ve önümüzdeki günlerde de sizi evinizden alıp evrenin farklı köşelerine seyahat ettireceğim. Hiç merak etmeyin, biletler benden.
Daha önce Robert A. Heinlein'in iki bilimkurgu kitabını okumuştum. Diğer iki kitap askeri bilimkurgu kitabı özelliği taşıyordu ve her ikisine de 9/10 puan vermişim. Bu kitap ise yazarın felsefesinin ve ustalığının ortaya konulduğu en iyi eseri, bana göre. Açıkçası kendisine neden klasik bilimkurgunun üç büyük ustasından biri denildiğini şimdi daha iyi kavradım.
Kitabın konusuna gelirsek, bildiğiniz üzere, evrende üzerinde canlı bir yaşamın olduğunu bildiğimiz tek gezegen Dünya(Mavi gezegen). Şimdiye kadar, başka bir yerde yaşama rastlamadık. Bir takım bulgular elde edildiği söylense de maalesef tatmin edici, net bir sonuca varılamadı. Fakat tüm bunlara karşın aramalar devam etmekte. Özellikle kızıl gezegen olarak adlandırdığımız Mars'ta canlı bir yaşamın bulunacağına ilişkin inançlarımız oldukça yüksek...
Eser, Dünya yılı ile 2040 civarı bir yılda, birçok teknolojik gelişim sayesinde insanlığın gezegenlere yolculuk yapmaya başladığı bir dönemi anlatıyor. Dünya tarafından Mars'a ilk insanlı keşif gezisi planlanıyor ve bunun için dört çift seçiliyor, tabii her zamanki gibi hepsinin birden çok uzmanlık alanı var. Keşif gemisinin adı Envoy(Elçi). Bu gemi Mars'a iniş yapıyor; fakat indikten hemen sonra kendilerinden haber alınamıyor. Buraya kadar "klasik bilimkurgu eseri." Aksilik yaşanmasa şaşardık zaten...
Neyse, bu "başarısız" girişimin ardından, 25 yıl sonra ikinci keşif gemisi, Champion, Mars'a gidiyor ve ilk gemideki herkesin öldüğünü belirtiyor. Hemen sonra ise mesajı düzelterek Mars'ta hayat olduğunu ve Envoy isimli gemiden bir kişinin sağ kurtulduğunu söylüyor. Bu sağ kurtulan kişi ise, kitabın baş kahramanı, yaban diyarlardaki yabancı, Valentine Michael Smith. Meğer ilk keşif gemisi olan Envoy gemisindeki kadınlardan biri hamile kalmış ve Mars'ta doğan çocuk (Valentine Michael Smith) Marslıların içinde büyümüş. Dünya kültürüne tamamen yabancı olan Smith, Marslıların da rıza göstermesi ile Dünya'ya getiriliyor ve akabinde olaylar silsilesi başlıyor.
Tabii Mars'ta doğan "insan"ın Dünya'ya ayak basması ile insanlığa dair birçok tartışmanın da fitili ateşlenmiş oluyor. Mülkiyet, demokrasi, inanç, batıl inanç, hukuk, din, sadakat, aile, özgür aşk, devlete karşı güvensizlik, tek tanrıcılık, tek eşlilik... Eğer bu konularda kendinizden emin olduğunuzu düşünüyorsanız, mutlaka bu kitabı okuyun, ne kadar sarsıldığınızı göreceksiniz...
Yazar, her gün içinde yaşadığımız, nefes alıp verdiğimiz, avucumuzun içi gibi tanıdığımız "çağdaş toplumu," Mars'tan gelen ve insan olmayan bir bakış açısıyla kuralsız ve kısıtlamasız olarak eleştiriyor. İtiraf etmeliyim ki, toplumu eleştirmek için seçilen en harika yollardan biri...
Ayrıca Sense8 dizisini izleyenler, dizinin bu kitaptan çokça yararlanmış olduğunu göreceklerdir.
Son olarak, kitabın kapağına bayıldım. İthaki bilimkurgu klasikleri, kitap kapakları ile adeta büyülemeye devam ediyor. Kırmızı gezegen Mars ile mavi gezegen Dünya'nın, birer küme şeklinde kesiştirildiği, ortasına da kafasında hale olan bir insan yerleştirildiği çizim belki de tek başına kitabı resmediyor diyebilirim.
Keyifli okumalar. Umarım yazdıklarımı "groklamışsınızdır."