Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Seni seviyorum. Sen de beni sevme. Bir portakal ağacının hayatı boyunca yetiştirdiği 18.000 portakaldan sonuncusu ol ve C vitamini olarak girdiğin vücuttan büyük bir fikir olarak çık; Esatir-i Yunaniye seni de yazsın. Benim için… Bir zeytin fidanı dik, zamanla ‘ölmez ağacı’ olur adı; en az 3.000 yıl yaşar ve yaşadığı zaman boyunca da hiç kimseyi öldürmez. Benim için bir cümleden ibaret olacağına, işçiliğiyle göz kamaştıran bir ana fikir ol. Eski balıkçılardan dinlediğin bir efsaneyi hatırla ve suyun altında burun buruna geldiğin bir orfozun gözlerine bakıp “Neden öyle büyük büyük bakıyor?” derken, suyun altında bir denizkızı gördüğü için öyle bakıyor olabileceğini düşün. Kaz Dağı‘nın eteklerinde sakız reçeli, mor kekik, kuru incir, zeytinyağı, limon kekiği ve ada çayı satarak ailesini geçindiren ve okul masraflarını dahi kendisi çıkartan 12 yaşındaki bir çocuk ol. Bir çocuk ol ve kafiyelere uyma. Sigara tütününden deniz atı yap. Senden daha iri cüsseli bir adamla güreş tut. Adı “Sefil” olan mutlu bir fil çiz. Hava kararsın. Assos antik kentine, “tarihi eser kaçakçısı” şüphesiyle tutuklanabileceğine aldırmadan, kapıları kapandıktan sonra tel örgülerinin altından sürünerek kaçak gir. Tüm Athena Tapınağı senin olsun. Hayatının en güzel manzarasına karşı o gece kırmızı şarap iç; yıldızlar altında Zeus‘a bir dal sigara kurban et. Bir kitapçıya uğra ve daha önce okuduğun ve sevdiğin ve bu yüzden bir arkadaşına da okusun diye ödünç verdiğin bir kitabı, sana geri dönmeyeceğini bildiğin için yeniden satın al. Bu kitabı bir başkası istiyorsa da, onun gözlerine baka baka o kitabı ver ona ki alnında kocaman kocaman harflerle ENAYİ yazsın. Enayi ol çünkü bilgelik enayilikten doğar. Enayiliğinle gurur duy; şark kurnazları için hayatın kontenjanı hiç dolmaz. Gecekondularla onur duy. Çünkü bugün saraylarda oturanların yaşaması için verilen her savaşta, o evlerde yaşayanların dedeleri öldüler. Gecekondularla onur duy çünkü gururla gösterilen şu apartmanlar denizinde, gecekonduların bahçelerinde halen en az üç kavak, beş erik ağacı, bir o kadar da sebze meyve ve çiçek sürüsü var. Köpeklerininse tasması yok. Bir köpek ol, Diyojen seni kıskansın. Doğunun hükümdarlarının kendilerine niçin “Resülullahi ekber” yani “Tanrının yeryüzündeki gölgesi” dedirttiklerini düşün ve sen kendine böyle dedirtmeye çalışsaydın, seni nasıl da taşlayarak öldüreceklerini; bir cümlenin nasıl da ölümcül bir gücü olabildiğini ve her cümlenin, coğrafyasına ve makamına göre değişen anlamlar içerdiğini. Sen de beni sevme. Demine, devranına hû de. Deniz Ayvazovski olsun, dalgaların boyu birkaç metre olmasına rağmen “Üşürüz” diyen arkadaşlarına baka baka suya gir. “Hasta olursun” desinler, hasta olmazsın. Fırtına vakti, dalgaların üzerinden uçuşan kelebeklerden ol. Ametistler boynunu, dumanlı kuvarslar avuç içlerini öpsün. Lapis lazuli taşından bir kolye ucu yap, belki milyon yıl sonra bir arkeolog, senin için “bu insanın Uzak Doğu‘yla bir bağlantısı olabilir” şeklinde yanlış bir tahmin yürütsün. Urfa Göbeklitepe‘deki dilek ağacının dibinde hayatının en demli çayını iç; çay sevmiyorsan, hayatında ilk defa mırra tat. Troya‘nın kayıp heykeli Palladion sen ol ama seni hiçkimse çalmasın. Kollarını kanatıp da birbirlerinin kanlarını emerek kan kardeş olanların makamını, kardeşlik için yakılan şarkıların meyanını iliklerine kadar hisset. İspanyolların her “Olé!” deyişlerinde aslında “Allah” diye bağırdıklarını biliyorsan, Real Madrid-Barcelona maçının tam da orta yerinde “oley” çekmek yerine, “Allah belânı versin Christiano Ronaldo” diye bağıran da sen ol; esprini hiçbir Katalan ya da İspanyol anlamasın. “Bazıları köle olarak doğar” diyen Aristo‘nun, vasiyetnamesinde “kölesinin serbest bırakılmasını” isteyişindeki o gülünç hikâyeyi düşün; 23 bıçak darbesiyle öldürülen Sezar‘ın ardından, “Sezar’ı sevmediğimden değil, Roma’yı çok sevdiğimden” diye bağıran Brütüs‘ün telâşını. Beni çok sevme. Bir kitap yaz, son cümlesi “gök gürültüsü” olsun. Bir albüm çıkartırsan eğer, adı “Erik Ağacı” olsun. Marsilya kentini kuran bir Foçalı ol; Roma kentini kuran Antandroslu bir Troya kaçağı. “Omnia mea mecum porto” yazılı bir dövmen olsun; okuduğun o çok sevdiğin kitapta adına en çok üzüldüğün karakterin adını taşıyan bir de teknen; Epiküros‘u ve tüm bahçe filozoflarını kıskandıracak kadar güzel bir de bahçen. Şaraplık ve sofralık üzüm, erik, zeytin, iğde, nar, ayva, antepfıstığı, incir, şeftali, satsuma, limon, sakız, buhur yetişsin o yeşile çalan bahçede; o bahçenin orta yerinde de korkuluk diye diktiğin bir faltaşı, bir Priapos heykeli olsun. Çünkü Priapos‘un kocaman penisi, ölüme meydan okumaktır. Baharın rüzgârları, bahçenin kokularını karşı adalara taşısın. Ada halkı senin bahçenin kokuları nedeniyle mis kokan adaları için “Moshos” desinler. Salatanda roka mutlaka olsun. Bahçenin zeytinlerinden taşbaskıyla elde ettiğin erken hasat zeytinyağına doyur salatayı. Rakıyı fazlaca kaçırıyorsan, eskilerin “kinara” dedikleri enginar, bahçenden eksik olmasın. Bir sevgilin olsun ya da olmasın; sen de beni sevme. Afrika kadar sömürüldükten sonra bile, ben de dahil hiçkimseye borcun olmasın. Bırak da saçların bugün dağınık kalsın. Bugün, güzel kalçalar sana da ilham versin. “Benden ne istersin?” diyen Büyük İskender‘e, “Gölge etme, başka da ihsan istemem” dediği için; İskender‘e “İskender olmasaydım, Diyojen olmak isterdim” dedirten bir fıçı filozofuna dönüşsün ruhun. Simurg‘u arayan kuşları Kaf Dağı‘nın ardına götüren bir Hüthüt ol; bir şehzadenin başına konmuş güzeller güzeli bir Hümâ; yedi vadili ahir zamanda, kalbur samanda keyif çat ki seni masallardaki tembel ağustos böcekleri bile kıskansın. Hiç tanışmayacağın ve tanımadığın insanlar, en olmayacak duandan sonra bile gizlice “amin” desinler. Kristof Kolomb‘un haritalarını ele geçirdiği zaman, Piri Reis‘in gözlerinin nasıl da parladığını hayal et ve gözlerin hep öyle parıldasın. Sana güleryüzüyle para üstünü uzatan kasiyere, sen bir buçuk defa gülümse. En az yüz kiloluk bir yayın balığının, o tuhaf bıyıklarıyla, bir Osmanlı beyefendisi gibi sular altında sergüzeşte dalmışken, tavladığı yayın balıklarının yaptığı tatlı nazı düşün. Achilleus‘un ordularının üzerine yürüyen Skamandros nehri gibi ak. Titanların savaşına karışma, bırak da ne bok yerlerse yesinler. Şu yıldızlı gökkubbede, güneşten ve aydan sonra en çok parlayan sen ol; Afrodit‘ten al adını; sana Venüs yıldızı desinler; çobanlar seni “çoban yıldızı” diye sevsinler, akşamcılar “akşam yıldızı” diye; sabah namazına kalkan hacılarsa “sabah yıldızı”. Beni sen de sevme. Düğününü İda‘da yap ama Eris‘i bile davet et. Gerçek olamıyorsan bile, pek de güzel uydurulmuş bir yalan ol. Atinalı bir “metiokos” yani bir liman haytası olacaksan da, ellerin ayakların yine de bakımlı olsun. Bakımlı eller ve ayaklar, fonksiyonelliğe meydan okumaktır. Orospuysan, işini severek ve hakkını vererek yap; orospuluğun orospusu ol; Perikles‘in karısı Aspasia, İskender‘in anası Olympia dahil tüm ‘heteir‘ler seni kıskansın. Hepaistos‘tan daha fazla çalış. Sokrates’ten daha çok düşün. Tembellik hakkını yine de sen savun. Yediğin zeytinin çekirdeğini avcuna tükürürken, tufandan sağ kurtulan bir güvercinin onu tükürüp de zeytin ağaçlarını tüm devrana nasıl da peydah ettiğini tasavvur et. 21. yüzyılın Oscar Wilde‘ı sen ol, havandan geçilmesin. Sırf güzel şiirler yazıyor diye mor kahküllü, bal gülüşlü, arı Sappho olmaya çalışma; bu defa, Lesbos‘lu şair güzelim Sappho‘nun güzeller güzeli manzarası olmaya çalış. “Üç güzeller yarışması“ndaki altın elmayı, “üretim hatası var” diye Hermes’le Zeus’a geri yolla. Güzelliğin hükmünü Paris‘e bırakma, güzelliğin hükmünü veren sen ol. İskenderiyeli Hypatia‘dan daha güzel olmaya çalışacağına, ondan daha bilge olmaya çalış. Aşk ya da bilgelik uğruna dağları delmene gerek yok; dağlarda birkaç gün geçirmen ve kendini kendine doğru adımlaman kâfi. Sevdiğinin zannı altında ol, pirinin kalbinde. Pirin aşığın olsun. Gökkubben pirin. Sen de beni sevme; ben seni severim. Sen bugünlük keyfine bak. Karnın acıkırsa da hayatında ilk kez meyveleri dalındayken tat. Tıka basa yemek yeme ama rüyanda şu pırıl pırıl dolunayı kurabiye gibi yediğini gör; deniz seviyesinin 39 kilometre üstündeyken bile dünya senin olsun; Babil Kulesi bile zevke gelip yeniden kurulsun. Boğaz‘ın suları üç kere çekilip, beş kere kudursun. Şişmanlıktan çatlıyorsan da heykelini Rubens yontsun. Bir kedi ol, gezdiğin tüm çatıların kiremitleri çıtır çıtır şarkılar söylesin. Binlerce yalan uğruna yaşayacağına, seni sen yapan bir tek gerçek uğruna öl.
··
232 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.