Gönderi

2 Mayıs 2019 Perşembe "Bellek, acıları üstelemekte ustadır." İltihaplı öksürüklerin hırlayan ellerinden tutarak uykusuzluk yüklü bir kervanla sabahlamıştım. Yaralarımı deşiştiren düşünce lavları arasında ellerim ve ayaklarım boşalıyor sonraları ayaklarımdan itibaren sıcaklık çekilirken sonunda garip bir soğukluk yayılıyordu bedenime. Duvarlar dahi üşüyordu. Ardından hiç olmadığım kadar hafiflemiştim. Camın ardında sürekli görünüp kaybolan insan suretindeki izler yoktu artık. Hem bir şeyden emindim ki camın bu yanındaki bendim ve yüzüm hala sapsarıydı. Şimdi uçsuz bucaksız deli düzler kimi zaman yeşillere bürünerek kimi zaman da muratsızlık atımın yelelerine rüzgarlar vaat ederek safkan toynaklı boyutlara ısmarlama bellek oyunları vaat ediyordu. Üstelik akşamları kalın perdeleri çekilen evlerin içlerini dahi görebiliyordum artık. Yalınlığını sislerin bulamacında yitiren sokakta yürüyen insanların omuzlarına sürtünüp geçebiliyordum ya da sadece yokluğumla doldurabildiğim otobüslerde yolculuk ediyor, yabani hayvanların rüyalarına girerek onların olanca rüyalarını karmakarışık ediyordum. Sahipsiz mezarların sızılarındaki korku iklimlerinde yatan sessizliği sezinlerken bir zamanlar askerde nöbet tuttuğum mevzide silahımın eskisi kadar soğuk olmadığını duyumsar gibi oluyordum. Aslında sanki o ana kadar her şey daha güzel ve daha da farklıydı ancak güzellik de farklılık da başka boyutların işleri gibi geliyordu bana... Her şeyin bittiğini ilk kez bir hissizliğin kıyısından duru bir suya bakarken anlamıştım. Olanca duru suda bir damlacık dahi olsun yansımama dair bir iz yoktu. Gökyüzündeki orak biçiminde gümüş aya sırtımı döndüğümde de ağaçların hatta otların dahi sahip olduğu bir gölgeden dahi olsa bende yoktu. O aralık anlamıştım ki belleğim hariç varlığıma dair hiçbir şeyim kalmamıştı. "Belleğimse sadece acıları üstelemekte usta idi artık." Selim SUÇEKEN
3 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.