Gönderi

Lalapaşa Caminin Önündeki Ağaç ve Lokantanın Önündeki Aynalı Kapı Birkaç yıl önce bir yaz günü Lalapaşa Camii önünde oturmuş bir arkadaşı bekliyordum. Her yeni düşünce bir diğerinin üzerine çökerken ardından gelen bir başkasına da kapı aralıyordu ve içinde bulunduğum zaman dilimine bir türlü odaklanamıyordum. Belleğimdeki geçmiş, henüz geçmiş yaşantıların çok daha ötesinde anlamlar barındırıyordu. Ben anıların sancısından bir türlü dirilememiştim. Düşüncelerin gel-gitli seyrinde zaman, bazen baş ve omuz hizamdan çizgili esintilerle geçerken zamanın içinde bütün karşıtlıklarına rağmen uzamlarını büründüğüm boyutta geri dönüşler, geçmişe öykünmeler veya anılardan tiksinme başlıyordu içimde. Bilinçaltıma farklı manevra alanları sağlayan geçmiş yaşantıların sahillerinde gezinmek ve bu gezintide içinde bulunduğu an' ı kaçırmak... İyi de insanın içinde bulunduğu anda dahi olsa bazen şöyle bir durup "Ben ne yapıyorum?" diye düşünmesi gerekmez mi? Bütün bu düşünceler arasında dikenli meyveleri caminin avlu kapısının merdivenlerine değin dökülmüş bir ağaç gördüm. Dalları göğe doğru yükseliyordu. Tek başına idi ve bana oldukça farklı gelmişti ve onun türünü gerçekten merak etmiştim. Sol elim şakağımdaydı. Caminin çevresi kalabalık olduğundan insanların geçişi ağacı görmemi engelliyordu. Çevredeki gürültüler karşı tarafta kalan şadırvandan gelen su seslerini ara ara bastırıyordu. Güneş bulutların arasından bir hayli ölgün duruyor olmasına rağmen ağacın gölgesi bir hayli diriydi bu beni çok şaşırtmıştı. Düşünceleri tutan kementler ön ayakları hiç umulmadık bir biçimde bozuk yolda derin bir çukura gelen atların terbiyelerden boşalması gibi gerçeklik perdesine aşkınlık aşılayarak yüzünü yine hayallere dönüyordu. Böylesi iyidi. Boyut farklılaşmasını yakalayarak düşünmek bana gerçekten iyi geliyordu. Aradan yıllar geçmişti. Tabiki yıllar sonra onun bir "at kestanesi ağacı" olabileceğini öğrendim. Her nedense bu kesin olmayan bilgi o ağaca dair önemli bir gerçekliği işaret etse de ben yine de bu konuda tam anlamıyla bir bilgi doygunluğunu yakalayamamıştım. İçimde garip bir kuşku deprenmişti bir kere. Caminin önünden ne zaman geçsem veya oraya ne zaman namaza gitsem güzel sesli müezzinlerin okuduğu ezanlar veya salalar sevda minarelerinden yankılanırken benim aklım bir yandan da o ağaçta kalırdı. Bazen "Evet, o ağacı tanıyorum." dediğim zamanlarda anlık bilince bir tabela asılırken tabeladan beylik bir söz okurdum: "Hiç bilmemek, yanlış bilmekten yeğdir." Yine de insan kendi dışındaki bazı gerçeklikleri bir süre aşırı bir biçimde merak ettikten sonra "boşlukta kalmamak" adına onları kesin bir şemaya oturtmak istiyor Bu durum adını dahi bilmediği birinden hoşlandıktan sonra tüm çabalarına rağmen hoşlandığı kişinin adını öğrenemeyince ya kendi iç dünyasındaki kendince uydurduğu adlarla ona hitap etmek için genel anlamları da olan Leyla, Elif gibi adlarla onu adlandırması gibidir sanki. Romanlar olmasa belki bu gerçeği tam anlamıyla ve bu denli yaygın bir biçimde göremezdik. Yani durum kendi iç gerçekliğinde de gayet doğal karşılansa dahi varılan noktada var olan bir sonuç da vardır ki bu tür adlandırmalar bu şekilde adlandırılanın kulağına gitse belki de onun hoşuna gitmeyen türden bir ifade de olabilir. İnsanlar bazen bir doğruya ulaşamayınca kendilerince bir doğru furyası oluşturur ve ona inanmaya başlar. Benimkisi ise bunun tam tersi bir yönde gelişmişti. Caminin bahçesindeki ağacı görmüştüm ve onun adını bir şekilde öğrenmiştim lakin onun doğruluğunu hala sorgulamaya devam ediyordum. Tam da Kent Meydanı' nın karşısında duran Güzelyurt Lokantası' nın şimdiye kadar orada hiç yemek yemememe rağmen bende çok ayrı bir yeri vardı çünkü orası her önünden geçtiğimde aynalı kapısında kendimi izlediğim yerlerden biridir. Acelem olduğu zamanlarda dahi orada kendi yansımalı izlerim. Tıpkı Lalapaşa Camii önündeki yemişleri zehirli olan "at kestanesi ağacı" gibiydi bu lokantanın aynası. Bazen aynalı kapısına baktığım zaman bazı insanları ayna ile arama girerek bütün duyuşsal alanımı kesen bir paravan oluverirlerdi aniden. Düşünsenize "ben"siniz ve Güzelyurt Lokantası' nın aynalı kapısının önüne gelmişsiniz de bir anda birileri bir anda ayna ile aranıza aşılmaz setler kuruyor ve siz 2004 yılından bu yana değişken aralıklarla bu durumu tekrarlıyorsunuz. Hatta bazen kaldırımlardaki insan seli durulduğu vakitlerde yolunuz da oraya düşmüşse fazladan fazladan bakıyorsunuz ona. Bende hala bunun mantıklı bir açıklaması yok. Belki de yalnızca takıntılardan kaynaklanıyor. Geçen birine yazdığım bir yazıyı okuduktan sonra "Göründüğün gibi değilsin." demişti nasıl göründüğümü sormadım tabii ama ne kadar doğru bir ifadedir bunu da bilmiyorum. Onun kullandığı "göründüğünden"se "gördüğüm" veya "zannettiğim" gibi ifadeler daha mantıklı değil mi? Görünmek somut varoluşun uzaydaki veya aynalardaki yansıması değil midir? Ben de benim iradem dışında doğal bir yansıma olarak görünüyorum veya görülüyorum ama gördürmüyorum. Yani ettirgen çatılı bir olaya imza atmıyorum. Sadece kendi kabuğumda dönüşlü ve edilgen bir yaşam sürdürüyorum. Doğal olarak etken olduğum noktalar da var ama sonuç itibariyle gördüren ben değilim. Aslında hemen hiçbir şey benim elimde değil. Yakın bir gelecekte bu şehirden, camilerden ve lokantanın önündeki aynalı kapıdan ayrılabilirim. Bunu ben istemiyorum. Selim SUÇEKEN
·
17 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.