Gönderi

Bir Taşra Evi Yağmur aniden bastırmıştı. Sokak lambası altında daha da belirginlik kazanan yağmur çiselerinin her geçen dakika bir daha artan çatıdaki tıkırtısını dinliyordu. Yağmurun dinmesini altına sığınarak beklediği saçak biraz daha yola yakın olsaydı sıçrayan sudan paçaları biraz daha az ıslanırdı belki. Çatıdan damla damla süzülen yağmur yumuşak toprakta çatının bitimininin hizasında iz yapmağa başlamıştı. Başını göğe çevirdiği vakit kuzey rüzgarlarının eyerlediği bulutlar gümüş ayın önünü kapıyordu. Bir aralık yağmur biraz olsun diner gibi oldu. Alçak saçağın altından kafasını sokağa doğru uzattığında çatıdan inen soğuk bir yağmur damlasını ensesinde hissetti. Şimdi aynı damla ensesinden sırtına süzülüyordu, ürperdi. Bulutlar tıpkı kurakçıl bitkilerin kökleri gibiydi. Külden bir duman olup boşluk bırakmaksızın göğün hemen her yerine uzanmıştı bile. Bu haliyle tıpkı yabanıl bir istilacı andırırıyordu bu hâlleri. Bir an taşra evlerinin eski nemli soğuklarının göğüs hizasından geçtiğini hissetti. O an taşra evleri hemen her şeyin başlayıp ve bittiği yer oluverdi sanki. Üşüdü. Bulunduğu yerden dar sokağın hemen başında yükselmekteki evin yıkılmaya yüz tutmuş duvarları izlemeye koyuldu. Yağmur yağıyordu. Viran evin bacası yer yer çökmüştü. Küçüklüğünde güneşin bazen gerçekten yakıp bunalttığını ve insanın bazen de bir hayli susadığını ilk algıladığı günlerdi. İşte bu eve dair ilk şemaları o çocukluk döneminde kurmaya başlamıştı. Beklediği saçağın altından o evi eski, evin yıkılmaya yüz tutuşunu izlerken kendiliğinden gelen yeni bir bilinçle bu taşra evinin eski günleri hatırladı. Sanki o eve dair bütün bilgileri o kendiliğinden edinmişti. Hiçbir şeyi başkalarından duymamış da bir ilham gibi bütün bilgiler onda karşılığını bulmuştu. Saçakların yağmurlaştığı yerde eski evin bacasının çökmeden önceki halini anımsarken bir yandan da kapının önündeki büyük binek taşına dair düşüncelere dalmıştı. Bu koskoca kaya kim bilir ne zorluklarla buraya çekilmişti? Kimler kimler bu taşa çıkarak atlarına binmişti? Hemen karşıda taştan bir yapı olan bir tandır evi vardı. Eskiden şimdiki haline oranla ne çok yeniydi. Tandır evinin kapısı üzerindeki zırzanın tutkacında garip bir tasvir durmaktaydı. Üstte yere yatay duran kısa bir çizgi altında iki nokta ve yine yere yatay uzanan altlı üstlü iki çizgi daha... Içeride bir tandır, seki ve tavanda kırlangıç bir örtü... Bakışlarını yeniden iki katlı viran taşra evine çevirdiğinde kapı kirişinin hemen üzerinde yuvarlak bir cam durmaktaydı. Kapıdan girdikten üç adım sonra üst kata çıkan taş bir merdiven durmaktaydı. Merdivenin basamakları herbirinin yüksekliği bir diğeriyle aynı değildi. Merdivenin sağında yüksek tavanlı bir avlu vardı ve oradan kilere açılan bir kapı... Kilerin diğer kapısı merdivenden çıktıktan sonra başlıyordu. Merdiven üst bitiminin hemen solunda yan yana iki oda durmaktaydı. Üste açılan bir kapı vardı ve kilerin diğer kapısındaki merdivenden çıktıktan sonra başlıyordu. Merdivenin üst bitimininin hemen solunda yan yana iki oda durmaktaydı. Evin eski halini hatırlayınca birden içi burkuldu. Bazen sokaktan geçen çocukların birbirlerine evi gösterip "Oradaki yıkığa yanaşma sonra üstüne çöker." diyerek uyardıklarına tanık oluyordu. Bir vakitler önünde imrenilecek geçilen bu evin eski günlerine be de tezat bir durumdu. Gerçekten bu taşra evi böyle değildi. Uzun kış gecelerinde ehramlı kadınlar konuk olurdu bu eve. Bazıları lastik ayakkabıları bir başkasının lastiği ile yanlışlıkla değişlenmesin diye kendi lastiğinin tabanına veya topuğuna değişik çentikler atardı. Kış geceleri soğurken tezek sobaları kurulmuşken her geçen gün geceler uzarken uzadıkça da daha da soğurken sobalar da yakılmaya başlanmışken camların buğuları ardında tadından yenmeyecek günler ince bir sis gibi geçerdi. Kuru üzümle karıştırmış kavurga ve çay bazen de lokum ikram edilirdi. Bazen de ağır misafir olursa yemekler pişerdi. Yemeklerde fazla çeşitlilik olmazdı. Çaylar dolarken sobanın üzerindeki güğüm foşuldardı. Daha da eskilerde çay değil de onun yerine çorba ikram edildiği olurdu misafirlere. O vakitler duvarların odun direklerine duvarlarına gelinlik kızların yaslanırdı. Şimdilerde evin direklerinin tuttuğu odun kirişlere ve kırlangıç örtünün geçmeli çürük kirişlerine karıncalar yuva yapmışlardı. Bu yapının o dönem ilk konukları sadece boz ve kara ehramlı kadınlar değildi tabi. Evin gelinlerinin veya gelinlik kızlarının aman vermedikleri örümcekler ağlarını germek için ne kadar çabalasalar da bu pek karşılık bulamazdı. Şimdilerde örümcekler dahi bu evin yer yer yıkılışına bir ağ germeye tenezzül etmiyordu. Tipiler eskiden daha fazla olurdu sanki... Olduğu yerde çömeldi. Bütün bunları niye düşünüyordu ki? Yağmur sonunda durmuştu. Ağzından buğular çıkıyordu. Daha çok küçükken ninesinin anlattığı onu çok derinden sarsan anılardaki çarpıcı tasvirlerden yola çıkarak suretlerini bir bir gözünde canlandırdığı kişileri tıpkı çocukluğundaki biçimleriyle gözünde canlandırıyordu. Hayalgücünün ulaşamadığı dehlizlerde çevresi bu konudaki imdadına yetişiyordu. . Böylelikle da bazı kişilerin suretlerini civardaki insanlara benzetiyordu. Bazen onları yolda görünce de "Vay korkak vay alamadın mı o silahı elinden?" diyordu. "İyi de savaşlardan iyiden iyiye gözü yılmış bir insan yapabilirdi? Hem de yedi düvel üzerine gelmişken ve de yokluk bu denli kocamışken...." cevabı yükselirdi içinden. Bu taşra evinde Rus Gamandarı ve Ermeni askerleri yaklaşık üç yıl kalmıştı . O dönem anlatılan kişiler mesela Gamandar mesela Ermeniler birer birer gözünde canlanıyordu. Nedense hepsi gözüne çok çirkin ve meymanetsiz geliyordu. Tam üç yıl dile kolay. Nedense Anadolu yerlisini genellikle orta boylu kumral, ince kaşlı, elmacık kemikleri çıkık, ela veya kahverengi gözlü olarak gözünde canlandırıyordu. Birçoğunun pantolonlarına yoksulluğun acı yamaları eklenmişti. Çoğunun avurtları yokluktan içe çökmüştü. Osmanlı Devleti gibi güzel rüyadan saçları bir anda ağartacak mahşere uyanır gibi uyanmışlardı. Hiçbir şeyleri kalmayınca canlarıyla yüceltmişlerdi onun sancağını. İşte onlar lastiklerini çentikleyen ehramlı kadınların babalarıydılar. Zulümlerin debileri henüz düşmemişti yazık. Yağmur tamamen dinmişti. Şimdi eve dönüş vaktiydi. Selim SUÇEKEN
·
16 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.