Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Tam on yıl önce lise son sınıfa başlayacaktım. Önümüzde zorlu bir sınav süreci vardı. Lisedeki eğitim hayatım boyunca hemen her yıl not ortalamasıyla ancak geçebilen bir öğrenci olarak bu kez işi sıkı tutmalıydım. Çok çalışmalıydım. Tabi hiçbir şey umduğum gibi olmadı. Hem nedense Matematik Hocamız bizi hiç sevmiyordu. Mesela biz gülünce kadın çok sinirleniyordu ama bense gülmeden yaşayamıyordum. Sözel derslerin hemen hepsinde ders başarısı olarak mükemmel olmama rağmen matematik sınavlarında hep boş kağıt veriyordum . Birçok arkadaşımın sorunun çözümünde gidiş yolu için bile hocadan birkaç puancık alabilmek için hocaya yalvarırken, hoca bana " En azından sorunun birini cevap kısmına yaz da kağıdına hiç değilse on puan vereyim." diyordu. Ben tamamen ümidimi yitirmiştim. Lise üçte en azından bir sorunun cevabını iki kez yazıyordum ama artık şimdi o dahi içimden gelmiyordu. Bazı arkadaşlarımın kopya çağrılarına omuz silkiyordum. Sisteme karşıydım anlıyor musunuz? Veli toplantılarında "Selim zeki bir çocuk ama çalışmıyor." diyordu hocalarım. Zeki değildim. Çalışmak istemiyordum. Aklım fikrim GTA Vice City oyununda idi. Harçlığım iki lira idi. İki simit bir Lé Cola bana yetiyordu. Bazen de camdan dışarıyı izliyordum. Şu Palandöken Dağları ne güzeldi. Ona hep hayran hayran bakıyordum. Kuşlar ona doğru uçuyordu. Ben her sabah o soğuklarda okula girdiğim vakit beni alan bir yaramazlık dürtüsü başlıyordu bende. Mesela derste kolonyayı sıraya döküp yakıyordum. Bir keresinde az kalsın önümdeki kız arkadaşımın saçını yakacaktım. Buna şahit olan arkadaşlarım kahkahalarla gülerken ben onlara sus işareti yapıyordum. Tabi o aralık sırf onu yakmamak için elimi ateşe soktum. Ceketimin ve elimin üzerinde kolonya alev almıştı. Ellerimde üçüncü dereceden yanık oluştu. Şaka yapıyorum ama ciddi ciddi elimi yakmıştım. Şimdiki halim düşünülürse inanılmaz bir biçimde vurdumduymazdım. Lacivert, yakaları kalkık bir montum vardı. Bir tek defterle okula giderdim. Defterimde bir sürü saçma sapan yazı, resim ve ikon vardı. O dönem K. ve E. benim en yakın arkadaşlarımdı. En büyük hobimiz okuldan kaçmaktı ve biz okulda takılmazdık. Pazartesi günleri kutsal kaçış günümüzdü ve biz ilk iki saat beden dersine girdikten sonra matematik dersine girmeden okuldan firar ederdik. Tabi böylelikle öğleden önce iki ders saati matematik ve dört saat de öğleden sonra olmak üzere altı dersten yırtmış olurduk ama işin asıl garip yanı öğleden önce iki dersten kaçıp öğleden sonra okula gelmesek dahi tam gün yok yazılmamız gerekeceği yerde yarım gün yok yazılıyor olmamızdı. Bazen garip garip hayvani sesler çıkarıp okuldan kaçmak ne güzeldi. Başkaları bize kaygılı gözlerle baksa da bu kimin umurundaydı ki şimdi. Okul uzaklarda kayboluyordu ya bu bize yeterdi. Bir keresinde Cumhuriyet Caddesi' ne kaçmıştık ve paramızın büyük bir kısmını yemiştik. Aradan biraz vakit geçmişti çok acıkmıştık. Cebimizde kalan az parayla Mevlana Lokantası' na gitmiştik. Lahmacunun o garip içeriğindeki yağlı kelle etinin insanı alıp götüren egzotik lezzetiyle adambaşı bir kere deneyimlemek adına payımıza düşen bir lahmacunun yemiştik. Zaten o dönem bir lahmacun bir lira dahi değildi. Bir lahmacundan fazla da yiyemezdik çünkü zehirlenebilirdik. Hem iki lahmacun da yesek o da kimi doyururdu ki? Yenişehir'e yürüyerek çıktık. Solakzade Camii' nin mübarek minaresinin altında üzgün üzgün oturuyorduk. Ceplerimizi iyice karıştırdık. Kahveye baktık. Toplamda üç çay ve iki simit paramız vardı. Kahveye girdik. "Bize üç çay iki simit ver abi" dedik kahveci ağabeye. Kahveci ağabey yanımıza geldi ve " Üç babayiğite iki simit yetmez. Size ben üç simit vereyim." dedi. Bizse sonra ödeme koşuluyla bu teklifi kabul ettik. Zaten paramız da üç simit ve üç çaya yetiyormuş bunu da sonradan fark ettik. Çok güzel bir gündü. Biz orada bir yokluğu paylaşmıştık. Bir günü başka bir gününü tutmayan insanlardık. Bazen en ön sıraya gidip dersi dinlerken bazen de en arkada sırada uyuyorduk. Bir keresinde dersteyken arkadaşım E' nin kafasına top haline getirdiğim kağıtlardan epey fırlatmıştım ve o çok sinirlenmişti. İngilizce kitabının kuşe kağıtlarıyla özel bir top yaptı ve bana bakarak "Bu teneffüste öleceksin." dedi. "Ben buraya kadarmış." dedim ve onu iyice kızdırmak için kağıt atmaya devam ettim. Zil çalmıştı. Ben hoca çıkmadan ön sıralara doğru garip garip hareketler yaparak koştum. Bu tıpkı tehlike anında belgesellerde izlediğimiz insandışı varlıklara has hareketlerdi. Arkadaş beni hedef aldı ve dersin son on dakikasında elleriyle ölümcül bir duruma getirdiği kağıt toparlağı bana doğru attı. Nefeslar tutulmuştu. O sırada arkadaşın attığı o ölümcül top önümden geçmekte olan bir kız arkadaşın gözüne geldi. Hayatımda yaşadığım en korkunç olaylardan biriydi bu çünkü o kız boş işlerle uğraştığımız için bizi her seferinde hocalara şikayet eden kızdı. Yani olay bu yönüyle kastilik şüphesi de barındırıyordu. Kız gözünü tuttu. Ben o aralık saçma sapan bir düşünce aklıma takıldı. Demek ki arkadaşım iyi bir atıci değildi. Çünkü kızın gözü benim gögüs hizamda idi. Ve arkadaş beni yine de kafamdan vuramıyordu. Bu çok saçmaydı ve kaçmalıydık. Yanlışlıkla da olsa birini yaralamıştık. Koşarak sınıftan kaçma başlandığımız vakit can çekişmekte olan kıza baktık arkadaşları başına toplanmıştı ve "Neyin var?" diye soruyorlardı. Kiz dayanışmasına dayalı bir kamuoyu tepkisi oluşmadan arkadaşımla bütün husumet unutmuştuk. Korkudan okulun zemin katına kadar gittik. İmkanımız olsa Erzurum'u terk edecektik ama ne mümkün. Aklıma müdür yardımcıları geldi. Titredim. Evet birini yaralamıştık ama bilmeden oldu. Hayalimde müdür yardımcısı camladı ve bize dedi: " Ula hayvanlar çocuğu yaralamışsinüz. Celün celün. Celün de sizi bi dögeyim." Kulaklarım uğulduyordu. Yoksa kızı öldürdük mü? Eyvahlar olsun. O aralık neden sonra aklım başıma gelmişti. Arkadaşıma dedim: - Ben niye kaçıyorum ki kardeş? Cevap verdi: - Niye ki kardeş? - Kızı vurarak etkisiz hale getiren sensin hem de beni vurmaya çalışırken... Yine de öğretmenimiz sınıfa girinceye kadar derse girmedik. Sonra mahçup bir biçimde sınıfa girdik. Ön taraftan geçerken kimseyle göz göze gelmemeye gayret ettik ancak yaraladığımız arkadaşın yakın dostları büyük ihtimalle bizi lanetliyorlardı. Hala gülmekte olan yakın dostumuz K. 'ye sorduk: - Kardeş biz yokken ne oldu? - Ne olacak kardeş sizi iyice sövgülediler. Ben dahi sizi savunamadım. Zaten E. onu vurduğundan beri gülüyorum. İntikamımızı aldınız. Bunlar sizi şikayet etmek için gidip sınıf hocamızı aradılar ama hocanın dersi yokmuş. O kız tarafından şikâyet edilen bütün mazlum arkadaşlarımız bize minnettarca bakıyordu. Biz yine mazlum bir zümrenin sesi olmuştuk ama ne ses... Bir gün derste arka sıradan yabancı dil dersini takip ediyordum. Arkadaşlardan biri tahtaya çıkmıştı. Almanca bir şeyler yazıyordu. Hoca durmadan "Ankağa yaz." diyordu. Arkadaş ise "Ankağa mı Ankara mı yazayım?" diyordu. Hocamız haliyle sinirlendi ön sırada kitapları sınıfa doğru fırlatmaya başlamıştı. Ben şaşırmıştım ve başta her şey komik gelmişti ama daha sonra öbür arka sıradaki arkadaşlara canını seven sipere girsin yoksa yaralanabiliriz." dedim. Tabii sıranın altında olayların bir anlamlandırmaya çalışıyordum. Biraz sonra bir gürültü koptu. Hocamız bayılmıştı. Sınıfın ortasında hocayı görünce epey şaşırmıştım. Tabi biz metin olurken kız arkadaşlarımız ağlaşıyorlardı. O aralik M. adlı arkadaşımız yanıma geldi ve kızgın bir tavırla bana: - Kardeş benim Rotring kalemimi gördün mü? Kesin biri çalmıştır, dedi. Epey canım sıkılmıştı: - Hocamız bayılmadan önce tahtada kim vardı? - Ben vardım. - Hocayı Sen öldürdün katil, dedim. O da doğal olarak bana kızarak gitti. Tabi kalemini bulmalıydı. Bir ara hocaya baktım. Herkes ağlaşıyordu. Okuldan beraber kaçtığımız arkadaşlar pek ilgili değildi. Bir aralık V. adlı arkadaşımız hocamızın başucunda idi ve sanırım onu uyandırmak için hocayı tokatlarken: - Hocam size ne oldu? diyerek kendince ona ilk yardım uyguluyordu. Birkaç arkadaş sınıf arkadaşımızı çağırdı. O aralık yerdeki bir şey dikkatimi çekmişti. Hocanın düştüğü yere olay mahali olarak tebeşirle hocanın sureti çizilmişti. Arkadaşlar sınıf hocamızı çağırdı. Hocamız içeri girdi ve beni ve okuldan kaçtığımız arkadaşlarımı sınıfını sınıfın bir kenarına çekerek: - Oğlum ne yaptınız hocanıza doğruyu söyleyin, dedi. Biz: - Vallahi hocam bu sefer biz bir şey yapmadık. Tabii zil çalınca hocamız uyanmadan biz çıktık. Birkaç gün sonra dersimiz yine o hocamıza idi. Hoca sınıfa geldi, gülümsedi. Avon'dan bir parfüm mü ne beğenmiş. Biz de hocaya o parfümü aldık ve barıştık. Bir tane de pasta kestik. En sevdiğimiz şarkı Cankan' dan "Yaranamadım" idi. O garip müzik ne zaman çalsa çılgınca hareketler yapıyorduk. Etrafa kağıt atıyorduk. Yediğimiz portakalların kabuklarını M' ye atıyorduk. Tabi o anlarda o da bizden nefret ediyordu. Kendisi çok iyi bir arkadaşımızdır ve cetvelli bir uç kutusu almıştı. O cetvelle ölçme yaparak geometri sorularını doğru biçimde çözüyordu. Tabi şimdi diyebilirsiniz "Sonucu köklü olan işlemleri nasıl çözerdi acaba" bunu sanırım kendisine sormamız lazım. O yılın en garip olaylarından biri de benim Erzurum derecesi yapmam idi. Birkaç kere de disipline gitmem ve fizikten sorumluluğum varken Erzurum' da derece yapmam çok garipti. Arkadaşlarla buna epey gülmüştük buna. Selim SUÇEKEN
·
79 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.