Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

KAÇIŞ Bazen cümlelerimin bütünlüğünü, sözümü kesenlerin şerrinden sakınmak adına bir süreliğine suskunluğun derin özverisine bırakıyordum kendimi. Başımı öne eğdiğim zamanlarda da suskunluk uzleti nedense bir türlü sessizliğe bırakmazdı yerini. Tam keratinden ve kırılgan kabuğuma çekilmişken beni suskunluk uçurumlarına iten sözler kulağımın dibinde yankılanmaya devam ederdi bir süre daha. "Kurtuluş yok mudur?" dedikten sonra bulunduğum yerden dışarı çıkarken herkesi kendi monologlarıyla baş başa bırakmanın hazzı duygu girdaplarında hız kazanarak beni başka duygularını akışına bırakırdı. "Dinlemek nedir?" ve ne garip kelimedir bazılarına. Gözlemlerimce maalesef ilkel topluluklarda konuşmak her zaman dinlemeyi bastırıyor çünkü vasıflarını gizlemek için çok konuşan insanlar iletişim döngüsünü alabora ederek kırbaçlamakla meşgul olurlar. Şu gökyüzü altında farklı hiyerarşik düzenlemelere maruz kalan insanlar için maruz kaldığı/akrabaları vasıtasıyla konduğu statüler altında da dinlenmemek de ne acı oluyordur kim bilir. Sonraları birbiri ardınca karşıdakilerin sıralanan sözleri sonra sorgulamadan, konuşmadan maruz kalınanlar ve birbiri ardınca sıralanan bozuk diksiyonlu ve konu bütünlüğü olmayan bir sürü kelime yığını... Bu dilin laneti olsa gerek. Başkalarının laneti... Durmadan dinlenmeden kulağımıza sözcük sözcük yığanların lâneti. Bir aralık tam her şeyden kaçıp kurtulurum derken beynimi kemiren başka labirentler başlar içimde: beynimin salgılayıp durduğu düşünceler, takıntılar ve anılar... Tam düşünebilmek için beklerim aradan günler geçer. Bu arada aklımdakileri kimseyle konuşmak istemem. Geçen gün de öyle olmuştu örneğin. Havalar bir anda soğuyuvermişti. Üzerimdeki paltoda farklı notaların uyumuyla anıları ellerinden tutup sessiz sedasız yanıma getiren kokular şimdi bir hurma ağacının gövdesinden eğimli bir çizgi izleyerek aşağılara sızmaya devam eden donuk renkli reçinenin dibe doğru dolgunlaşan görüntüsünü ve balın kirli sarı kokusunu çağrıştırıyorken o andan itibaren kendini hissettiren hurma kokusu ise Hatay'a ilk gidiş günlerini hatırlatıyordu. İlk kez hurma ağacını orada görmüştüm. O gün insanı çıldırtan bir sıcak vardı. Sesin kısılmıştı sıcaktan. Şimdi üzerimdeki hurmayla tezat iklimlere sahip rağmen onun kokusunu bu soğukta içime çekiyordum. Diğer taraftan farklı notalar kendini ele veriyordu bir anda. Papatyaların arıları baştan çıkaran kokusu - ya da ben öyle hissediyorum- ve diğer tarafta aramız açıkmış ısı gelgitleri arasında limonîymiş gibi gibi duran güneş yatay açılarla somurtuyordu. Şimdi de aramıza bir otobüs girmişti güneşle. Bazen merak edip de açamadığımız zarflara tuttuğumuz mum ışığıydı şimdi güneş ve onun ışığıyla otobüse camların altında beliren yolcuların gölgemsi görüntüleri korku filmlerinden kopmuş biçimde belli belirsiz görünüyordu. Bu benim yakaza hallerimdendi sanki ya da bu anı daha önce de yaşamıştım. Bu arada bir kız başka bir otobüse biniyordu. Rengi kaçmıştı ve ben de onun yüzünden ölümü kokladım. Kızarmış yanakları, mosmor elleri soğuğu merak edip öğrenmeye çalışan bir insanın sürmesi gereken ilk iz gibi duruyordu sanki. Sonra dakikaların silik anaforlarında gezdim olanca soğukta hem gün batıncaya değin gezdim. Bu duruma bir son vermeliydi. Sıkılmıştım. Şimdi başka bir yerden ince bir yalnızlık koklamak istiyordum. Karanlık yavaş yavaş hüzün rengine doğru demleniyordu. Düşüncelerimin zerresini yabana atmadan çay içilen bir yere gittim. Güneşle küs ayrılsak da burada gayet iyi karşılanmıştım. İnsanlar buz tutmuş ardavuz şeritli kaldırımdan soğukta yürürken ben şimdi ısıtıcının fütürsuz ikliminde ısınıyordum. Olağanüstü bir sıcağı boğumlu dehlizlerinden üflüyordu. Çaydaki üzerinde yüzmekte olan limonu izliyordum ve çayın havayla temas eden yüzeyi dalgalanıyordu şimdi. Bütün sıkıntılar eriyordu. Dışarıda hava buz gibi olmasına rağmen ve hala insanlar yürüyorken ben ısıtıcının dibindeydim ve hala çayım bana gülümsüyordu. Biraz önce yürürken aldığım soğuktan olsa gerek ısıtıcının üflediği sıcağıyla sırtımda serin ürpertiler hissediyordum. Sözümü kesen insanlar, somurtkan güneşimi kesen bir otobüs olmadan bu soğuk iklimde varoluşumu hissediyordum. Isıtıcıyı bilinçaltında bir nevi alaz alaz yanan bir şömineye dönüştürüp artık kısa günlerin yorgunluk kokan geç saatlere yaraşır durgunluğunu besleyen ayrı ayrı çağrışımlarla açıktım. Dışarıdan gelen ince ve soğuk duyarlılıkların yaslandığı sarı aydınlatmalar bu kez gölgeme değişik açılar veriyordu. En olgun yansımamı aramak ne büyük bir mutluluk kaynağıydı artık. Artık hiçbir şey sövgülerle lanetlerle birlikte yaşama sıkıntısı vermiyordu bana. Kendimi bana ulaştırıyordu her şey. Her seferinde biraz daha kendimi bulmak ne güzeldi.
·
7 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.