Gönderi

Borç
BORÇ Sabah uyanıp gözünü açmadan yatağın içinde kollarını açarak gerildi. Sanki bütün kemikleri yerine oturmuştu. Gerilirken Barbaros’un yattığı tarafı eli ile yokladı. Yerinde yoktu. Erkenden kalkmış diye düşündü. Yatağın içinde doğruldu. Başucundaki pencereden perdeyi hafifçe aralayarak dışarıya baktı. Perdeyi açarken güneş direk gözünü alacağını zannediyordu, gözünü kıstı. Oysaki hava kasvetliydi. Kapkara bir güz sabahı bir anda içini kapladı. Uyanırken yüzüne giydirdiği o tatlı gülüş bir anda düştü yatağın içinde kaybolup gitti. Derin iç çekme ile yorganı üzerinden attı. Mutfaktan gelen sesler istemsizce kendisini mutfağa götürdü. Kapının pervazına yaslanarak eşi Barbaros’un gayretli bir şekilde hazırlamaya çalıştığı kahvaltıyı seyretmeye saldı. Sevecen bir şekilde kafası yana devrilmişti. Elleri koynunda yataktan kalkarken düşündüğü kapkara güz sabahı rüzgârda dağılan bulut gibi bir anda zihninden uçuvermişti. Günaydın canım dedi. Beklemediği bu sesleniş karşısında gizli iş bir yapmaya çalışan utangaç çocuk gibi elinde tuttuğu tabağı panik halinde saklamaya çalışırken, elinden kayıp seramik zemin üzerinde büyük bir gürültü ile paramparça oldu. Çağla halen gülüyordu. Suçüstü yakalanmıştı. Hazırlamaya çalıştığı kahvaltının sürprizi bozulmuştu. Olduğu yerde çakılı kaldı. Kafası önünde ağır ağır dönerken yüzü düşmüş asık surat ile gözlerinin altından Çağla’ya bakıyordu. Kocasının bu hali çok hoşuna gitmiş olacaktı ki küçük bir kedi yavrusunu sever gibi “benim tombişim bana kahvaltımı hazırlarmış, hazırlarken tabakmı kırarmış.” Derken iki eli ile yüzünü çimdikliyordu. Her söylediği cümlede kafasını öne doğru sallayarak sevgisini de göstermeyi ihmal etmiyordu. Çağla’nın bu hali karşısında Barbaros’un panik hali gitmiş artık şımarma zamanıydı. Tabak kırıklarına dikkat ederek koşarak eşine sarıldı. Sarılır sarılmaz ayaklarını yerden kesip döndürmeye başladı. Öpüp kokladıktan sonra önce yerde ki tabak kırıklarını temizlediler sonra birlikte kahvaltı hazırlayıp eğlenerek kahvaltı yaptılar. Barbaros kahvaltıdan sonra vestiyerin yanında duran telefonunu aldı. Önce biraz düşündü. Kahvaltı yaparken neşesi dağılmış yüzünde endişe vardı. Gelip kalktığı sandalyeye tekrar oturdu. Yarısına kadar içtiği çay bardağını eline aldı telefonda arayacağı ismi ararken bir yudum daha çay içti. Sonra arama düğmesine basıp beklemeye başladı. Cevap alamayınca sinirlendi. Çağla dikkatli bir şekilde eşini takip etti. Kahvaltı sonrası kahve içmeyi severdi. Yerinden kalktı sade kahve yapmak için cezveyi çıkartırken eşinin çıkmak için hazırlandığını fark etti. Kahve iç sonra çıkarsın diyecekti ki “Ben çıktım canım dedi.” Cezveyi kızıl mermer tezgâhının üzerine bırakırken “iyi peki” deyip, eşini uğurlamak üzere kapı önüne kadar yürüdü. Barbaros asansörü çağırmış gelmesini beklerken biraz önce aradığı numarayı tekrar aradı. Telefon kulağında beklerken asansör gelmişti. Eşine öpücük göndererek asansöre bindi ve gözden kaybolmuştu. Eşinin tuhaf hali canını sıkmıştı. Atölyede işler iyi gitmiyor diye düşündü. Kahveyi pişirip içtikten sonra önce yatak odasına gidip yatağı düzeltti. Sonra dağılmış odayı toplayıp günlük rutin ev işlerini yaptıktan sonra salona geçip telefonunu aldı. Önce eşini aradı. İşe gittin mi bahanesi ile ses tonundan ruh halini anlamaya çalıştı. Nede olsa beş yıllık eşiydi. Az çok tanıyordu. Atölyeye gitmeden evvel alacak tahsili için bir yere uğraması gerektiğini söyledi. Ses tonunda endişe vardı. Pek yansıtmamaya çalışsa da anlamıştı. Eşi ile konuşmayı bitirdikten sonra annesini aradı. Havadan sudan konuştuktan sonra Barbaros’un can sıkıntısından bahsettiler. Annesi teskin etmeye çalıştı. Uzunca bir süre sohbet edip kapadılar. Akşamdan makinaya attığı çamaşırları aklına geldi. Yerinden kalkıp çamaşırları çıkarmak için makinasına doğru yürümeye başladı. Önce mavi plastik sepeti aldı, sonra makinanın başında bir süre durup aynada kendisine bakıp saçını düzeltti. Eğilip makinadan çamaşırları çıkarırken eşini düşündü. Acaba ne bahane edip tekrar arasam diye düşündü. Çamaşır dolu sepeti makinanın üzerine bırakıp, telefonu almak için salona yöneldiğinde telefonun çaldığını buydu. Adımlarını hızlandırarak tanımadığı bir numaranın aradığını fark etti. Telefonu açıp karşıdan gelecek sesi tanımaya çalıştı. Karşıdaki ses “Alo” dedi. Ses gelmeyince, “merhaba Çağla Hanım orda mısınız?” dedi aynı ses. Bir kaç saniye Zihninin bütün kıvrımları sesi tanımaya çalıştı. Çıkaramayınca “merhaba kimle görüşüyorum” dedi endişeli ve meraklı ses tonu ile. “Merhaba Ben siz hastaneden arıyorum.” Deyince Çağlada ki endişe yerini paniğe bırakmıştı. Önce annesi gelmişti akına yaşlı kadına bir şey mi olmuştu. “Anneme mi bir şey oldu?” “yo yo annenize bir şey olmadı” kim o zaman? Neden beni aradınız?” ses tonu gittikçe endişe yükleniyordu. “eşiniz” dedi karşıdaki ses. “eşiniz yaralandı şu an hastanemizde, gelmeniz gerekiyor.” Dedi. Hastanenin adını söyledikten sonra telefonunu kapadı. Çağla yerinde çakılmış bir vaziyette kamıştı. Elinden düşen telefonun gürültüsü ile kendine geldi hızlıca üzerini giyindikten sonra çantasını alıp dışarı çıktı. Ayakkabılarını alelacele giyindikten sonra asansörü beklemeden merdivenlerden hızlı hızlı inerken apartmanın içerisinde endişeli ayak sesini bırakıyordu. Sokağa çıktıktan sonra ilk gelen taksiyi durdurdu. Hastanenin adını söylerken kalbi yerinden çıkacakmış gibiydi. Taksi şoförünün anlamadığını düşünerek birkaç defa üstüne basa basa hastanenin adını söyledi. Hastaneye varması yirmi dakika sürmüştü. Bu süre zarfında kendisini arayan numarayı belki yirmi defa aradı. Bir türlü ulaşamadı. Biri bana şakamı yapıyor diye düşünmeden edemedi. Hastane kapısında durdu. Taksiden inmeden parayı uzattı. Para üstünü almayı beklemeden taksiden inip hastanenin dönen kapısından koşarak içeri girdi. Danışmanın önünde sokul soluğa “Barbaros, Barbaros’u buraya getirmişler” dedi. Eşinin öldüğünden habersiz endişe içinde beklediği sırada omzuna bir elin dokunduğunu hissetti. Omzuna dokunan Feridun’un ta kendisi idi. Gözleri Feridun’un gözlerinin içinde Barbaros’u aradı. Barbaros Feridun’un kan çanağı olmuş gözlerinde kaybolmuştu. Feridun başını önüne eğerek gözlerini kapattı. “Başımız sağ olsun kurtaramadık abimi” dedi. Bir anda her şey durdu. Çağla kafasını sallayarak, “yok öğle değil, yalan, yalan söylüyorsun. Bana şaka yaptığını söyle” derken Feridun’un omuzlarından tutarak güç almaya çalıştı. Dizlerinin bağı çözüldü. Ağır ağır aşağıya doğru yığılırken direnmeye çalıştı. Önce omzunda duran çantası dokundu yere. Sonra dizlerinin üzerine dirençsiz bir vaziyette kapandı. Ağlayamıyor, feryat edemiyordu. Kas katı kesilmişti. Sinir krizi geçiriyordu. Hastabakıcılar, hemşireler koşarak geldiklerinde Çağla kitlenmişti. Hareket edemiyor, konuşamıyor, ağlayamıyor. Hemen sedyeye alarak acilden içeri soktular. Önce damar yolunu açıp serumla birlikte sakinleştici verdiler. Uzunca süre konuşmadı gözleri kapalı başı yan taraftakıpırdamadan yattı. Feridun Hastane polisine ifadesini vermiş Çağlanın başında bekliyordu. Barbaros’un ölümünü daha kimse bilmiyordu. Çağla kendisine geldiğinde konuşup haber verecekti. Öğleden sonra Çağla kendisine geldi. Saçı başı dağılmış yüzünde donuk bir ifade ile sabit bir şekilde uzunca bir süre konuşmadı. Kendini toparlayıp kafasını çevirerek Feridun’a baktı. “Nasıl oldu?” dedi. “Sabah atölyeye geldi. Sabah evden çıkarken de birkaç defa aramış telefonuna bakmamışlar. Fason iş yaptığımız bir firma sahibi. Ödemede sorun çıkarınca bir birlerine bağırdılar. Firma sahibi küfür edince sinirlendi. Hırsla çıktı. Bende arkasından koştum. Arabaya binecekken yakaladım. Sen atölyede kal dedi. Bende kalmak zorunda kaldım. Arkasından baktım. Gittiğinde tartışmışlar. Yapılan işten memnun kalmamış sanırım. Ödeme yapmak istememiş. Abimde sinirlenmiş. Tartışırlarken adam belinden çıkardığı silah ile abimi vurmuş.” Der demez dizlerini karnına çekip başını dizlerine yaklaştırarak uzunca bir süre ağladı. O ağladıkça Feridun ayakta durmakta zorlanıyordu. Her defasında kendisini teskin edip dik duruyordu. Bazen elini uzatıp Çağla’nın başını okşadı. Bir ara Feridun dışarı çıkıp iki kişiyi arayıp olayı haber verdi. Duyan herkes kısa bir süre sonra Hastanede toplanmaya başladı. O gece hastane ağıtlar ile doldu taştı. Ertesi gün öğlen Barbaros defedildi. Çağla yapayalnız bir tarafı karda kalmış gibiydi. Ev gelen giden ile doldu taştı. Bir köşeye çekilmiş sadece ağlayan Çağla kim geldi kim gitti farkında bile değildi. Barbaros öleli kırk gün olmuştu. Evinde mevlit okutuldu. Dualar edilip yaradan dan Barbaros için cennet dilediler. Çağla halen kendisini toparlayamamıştı. Mevlit sonrası Feridun atölye hakkında bilgi verdi. Durumlarını anlattı. Fason işi yaptıkları Barbaros’un ölümüne sebep olan firmadan tahsilat yapamadıkları için zor durumda olduklarını anlattı. Çalışanların durumu dili döndüğünce anlatmaya çalıştı. Cevap bile vermeden sadece dinledi. Ertesi gün atölyeye gidip çalışanlar ile toplantı yapıp zaman istedi. Bankada birikim yaptıkları paradan bir kısmını çalışanların maaş ödemeleri için kullandı. Kalan kısmı ile Kör topal bir yıl idare ettiler ama hem Feridun hem Çağla işi bilediği için fazla sürdüremediler. Bir yılın sonunda işleri tamamen bozuldu. Önce kredi ile aldıkları ev banka tarafından icradan satılığa çıkarıldı. Kısa bir süre sonra evsiz kalmıştı. Annesinin yanına taşındı. Yalnız yaşayan annesi kol kanat gerse de işlerin bozulmasından dolayı artan borç iyice bellerini bükmüştü. Son çare atölyeyi devretmekti. Atölyenin devri ile borçlarının bir kısmı daha kapandı. Kalan kısmını ödemesine imkân yoktu. Bir yıl içerisinde hayatı kâbusa dönüştü. Kendi derdini ve biriken borcu düşünmekten Barbaros’u unutmuştu. Artık iş arayan biri olarak akşama kadar ilanlara bakıyordu. Bir iki sekreterlik işi için görüşmeye gitti. Görüşmeler biz size haber veririz ile bitti. Bir iki yerde başlamış fakat dul olduğunu öğrenen patronların Çağla’ya bakışlar ve yaklaşımlar farklılaşınca ayrılmak zorunda kalmıştı. En son bir kafede garsonluk yaparken erkek patronu mutfağa giden ara koridorda sıkıştırınca kafasında tabak parçalamış karakolluk olmuştu. Bu olaydan sonra umudu iyice kırılmıştı. Günler haftalar bu şekilde devam etti. Bir sabah çalan telefon ile uyandı. Feridun arıyordu. Uzunca bir süre konuştular. Hızlıca yataktan kalkıp üzerini giyindi. Yüzünü yıkayıp hafif bir makyaj yaptı. Uzun süredir aynadan kendisine bakmamıştı. Belki de bir senedir. Gözaltlarındaki morlukları umursamadı. Kapıdan çıkıp merdivenlerden aşağıya hızlıca indi. Ayakkabısından çıkan ses arkasına alarak apartmanın içinde kaybolup gitti. Çantasındaki parasını kontrol etti. Son elli lirasını minibüste bozdurdu. Feridun ile köhne bir pastanede buluştular. İki çay içip uzun uzun konuştular. Borçlar faiz ile ödenmez hal almıştı. İpin ucu kaçmış halde ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Barbaros’un ölümünden sonra bu kadar parasız ve çaresiz hiç kalmamışlardı. Son bir çay daha içip ayrıldılar. Çağla eve giderken biraz yürüdü. Deniz kenarında bir bankta saatlerce yalnız başına düşündü. Yanından yöresinden geçenlerden habersiz bazen sesli konuştu. Saçlarını rüzgâra bıraktı. Çabuk para kazanmanın bir yolunu aradı. Labirent içerisinde çıkış yolu arayan biri beyninin kıvrımlarında gezdi. Kararını vermiş bir şekilde oturduğu banktan kalktı bir iki adım atıp denize iyice yaklaştı. Sümsük kuşlarının denize dalışını seyretti. Çaresizliğin zorda olsa verdirdiği karar ile yeniden minibüse binip eve döndü. Apartmanın üst katında oturan hayat kadını komşusu Işıl’ın kapısında soluğu aldı. Biraz nefeslendikten sonra zile bastı bir süre bekledi kapı açılmayınca umutsuzluğa kapıldı. Eli ikinci defa zile giderken titredi. Bu defa zile daha uzun çalsam ayıp olur mu diye düşündü. Ani bir karar ile zili çaldı. Uzun çalamadı. Kapının önünde bir süre daha bekledikten sonra arkasını dönüp merdivenlere yürürken içerden açılan kilidin sesi ile merdivenin başında bekledi. Işıl uykudan uyanmıştı. Kapıyı yarım açıp uykulu hali ile hayırdır ne istiyorsun der gibi Çağla’nın yüzüne baktıSen şu kocası ölen kadın değil misin?” diye sordu. Çağla evet der gibi sadece kafasını salladı. Kendini cesaretlendirip içerde konuşmak istediğini söyledi. “Senle benim ne işim olur hem müsait değilim şimdi daha sonra” dedikten sonra tam kapıyı kapatacakken Çağla “lütfen” dedi. Kadın bu yalvarış karşısında mecbur kaldı içeriye almayı. Ev darmadağınıktı. Sehpanın üzerinde günlerce boşaltılmamış kül tablası, devrilmiş bira şişeleri, yenilip kaldırılmamış yemek tabağı, kanepenin üzerinde gelişi güzel atılmış kıyafetler vardı. İçerisi leş gibi sigara izmariti kokuyordu. Kanepenin üzerindeki kıyafetleri toparlayıp bir kenara bıraktı. Çağlaya “otur bakalım ne karın ağrın varmış” diye sordu cevap bile vermesini beklemeden devam etti. “Adın neydi diye sordu önce” yine beklemedi. Önemi yok der gibi Elini yukardan aşağı indirerek konuşmaya devam etti. “ gürültü yaptığım için geldiysen boşa gelmişsin. Zahmet etme çok uğraştılar ama başaramadılar beni binadan atmak için. Tapulu yerim. Kim ne karışabilir” dedi. Sehpanın üzerindeki boş bira şişesini alıp salladı. İçinde azıcık kalmıştı kafasına dikip kalan birayı da içmeye başladı. Çağla bira içmesinden istifade edip “bende yapmak istiyorum bana yardım et” dedi. Bu çıkış karşısında Işıl ağzı dolu bira ile ağır ağır yutkunmaya çalıştı. Birayı yuttuktan sonra burnundan derin bir nefes alarak “ne dedin sen? Sende mi yapmak istiyorsun? Ne yapacakmışsın? Benim ne iş yaptığımı sen ne biliyorsun kadın? Diyerek çılgına dönüş bir vaziyette ardı arkası gelmeyen bir sürü soru sordu. Çağla paniklemişti. Ne diyeceğini bilmeden olduğu yerde büzüldü, küçücük kaldı. Sonra ağlamaya başladı. Son bir yılda yaşadıkları karşısında asabı bozulmuştu. Hızlıca yerinden kalkıp dış kapıdan kaçarcasına çıkıp merdivenden koşarak aşağı kata indi. Bu işide becerememişti. Evin kapısının önünde sakinleşene kadar bekledi. Çantasından anahtarını çıkarıp içeri girdi. Salondan annesinin “sen misin kızım” dediğini duydu. Ses çıkarmadan odasına girip kapıyı arkadan kilitledi. Yatağın üzerinde ayaklarını karnına kadar çekerek hareketsiz yatmaya başladı. Yukarı kattan Işıl’ın sesi halen geliyordu. Duymamak için kulaklarını eli ile kapatıp gözlerini yumdu. Saatlerce bu şekilde yatağın üzerinde yattı. Annesinin kapıyı tıklatması ile kendisine geldi. Ağlamaktan şişmiş gözlerini ovuşturarak kapıyı açtı. Annesinin elinde tuttuğu kâğıda baktı. “ Bu ne anne?” diye sordu. “hele gelive salona” dedi ege şivesi ile. Ağır ağır yürüyen annesinin arkasından salona kadar gidip kanepeye oturdu. Annesi elinde tuttuğu kâğıdı uzatırken “evin dapusu alıve bu dapuyu satıve de evceyizimizi, bocun ne vasa hepiciğini kapatı ve. Benim bu yaştan sonra eve ihitiyacım mı va. Golu ganadı kırık maralınım yarası eyi olsun yete bene” dedi. Çağla bu teklif karşısında ne yapacağını şaşırmış bir durumdaydı. Teklifi kabul etmekten başka çaresi yok gibiydi. Annesinin elinden tapuyu alırken minnet ile elini defalarca öpüp yüzünde gezdirdi. Birkaç hafta içerisinde ev iyi bir paraya satıldı. Satıştan aldıkları para ile önce borçları kapattılar. Kalan para ile dört sokak ilerdeki bir binanın bodrum katındaki tek odalı daireyi aldılar. Çağla birkaç ay sonra büyük bir firmada işe girdi. Bütün yaraları kabuk tutup iyileşmeye başlamıştı. İlk fırsatta gidemediği, gitmek istemediği Barbaros’un mezarına gidip dertleşmek oldu. DEMİR
·
197 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.