Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

296 syf.
8/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Beni kitabı okumaya iten en büyük sebeplerden biri belki tahmin edilebilir ki birçoğumuzun içini titreten, tüylerini diken diken eden “The Phantom of the Opera” şarkısı. İlk başta müzikali izlemeye niyetlensem de kitaptan uyarlama olan her eserde olduğu gibi önce kitabını okuma isteği oluştu. Okumaya elime ilk aldığımda değil de iki yıl kadar sonra başladığım için şu an pişmanım. Dili akıcı, konusu sürükleyici. Elinizden bırakmak istemediğiniz, merak uyandıran bir kitap. Ben uzun süredir kitap okuma alışkanlığımı ve odaklanma kabiliyetimi yitirdiğim için 6 gün gibi uzun sayılabilecek bir sürede -eskiden sahip olduğum okuma potansiyeline ve bu kitaba göre- bitirdim ancak 2-3 günde de gayet rahatlıkla bitirilebilir çünkü gerçekten okuma isteği uyandırıyor. Kitabı aldığımda konusunu çok bölük pörçük hatta okudukça anlayacağım üzere neredeyse hiç denecek kadar biliyordum. Roman, operanın hayaletinin varlığından emin olan anlatıcının, geçmişte yaşanan ve hayalete atfedilen gizemli olaylardaki kaynaklarından bahsetmesi ile başlıyor. Hikâye Paris Opera Binası’nda geçiyor. Günümüzde bu bina “Palais Garnier” olarak biliniyor. Kitabın sonunda kitapta yazarın anlattığı binanın hayal gücünün eseri değil gerçek opera binası olduğu size söylendiğinde gidip görmek istiyorsunuz. Yani en azından bende öyle oldu :) Bittikten sonra bir saate yakın opera binasını araştırdım ve hayran kaldım. (Buradan sonrası hikâyenin gidişatı ve sonu hakkında bilgiler içermeye başlıyor) Anlaşılacağı üzere bu opera binasında bir hayalet olduğu sanılıyor. Gördüğünü, duyduğunu söyleyenler olduğu kadar buna gülüp geçen ve şaka olduğunu düşünen insanlar da var. Özellikle operanın yeni idarecileri Richard ve Moncharmin. Eski idareciler ve çalışanların bir kısmının uyarılarına söylemlerine rağmen operanın hayaletine inanmıyorlar ve operadaki olaylar böyle başlıyor. Okudukça sırasıyla her karakterle yakınlaşıp sonra tekrar uzaklaşabiliyorsunuz. Bir bölümde Chagny Vikontu Raoul’un gözünden bakıp ona hak verirken sonra şarkıcı Christine Daaé ile empati kuruyorsunuz Erik ortaya çıkıp onu tanımaya başladıkça da işler bir anda değişiveriyor. Bir de Acem diye kilit ve Erik’in hayatında hatta sonrasında Raoul ile Christine’in de hayatlarında önemli rol oynayan bir karakter var. Acem de hep tiyatroda -opera binasından kitapta böyle bahsedilmekte- dolanan, bir yerlerden çıkan herkesin bildiği ama adı bilinmeyen Acem olarak tanınan bir adam. Kitabın finali bazı açılardan tamamen beklediğim gibiyken beni şaşırtan kısımları da oldu. Tabii ki gerçek bir hayalet, ruhani bir güç olduğuna inanmıyordum. Hayalet hakkında anlatılanların birçoğu abartılı hikâyelerdi ve gerçek değildi. Hepsi açıklanabilir, illüzyon ve hilelere dayanan numaralardı. Erik, operanın hayaleti, müzik meleği, aslında kanlı canlı bir insan ama çirkin ve kusurlu doğmak, ailesi tarafından bile sevilmemek, istenmemek gibi makûs bir kaderi olan zavallı bir insandı. “Zavallı, mutsuz Erik” Christine Daaé nin deyimiyle. Ancak Erik’in Christine ile birlikte ağlayıp ikisinin gözyaşları birbirine karıştığında ulaşmak istediği şeye ulaşıp Christine’i de asıl âşığı Raoul ile buluşturması benim için şaşırtıcı bir final oldu. Hikâyenin sonunda öyle sevilmeyen bir karakter de kalmamış oldu. Erik zaten hiçbir zaman saf nefret edilebilen bir karakter gibi çizilmedi karşımıza. İlk başta bunu Christine’in ondan bahsedişinden ve ona karşı hareketlerinden anladık, daha sonra da anlatıcının ve Acem’in anlatılarından. Zaten böyle çıkacak sonunda diye okuduğum ama ne kadar haklı olsam da yine de beni bir noktada şaşırtabilen sonuyla, başından beri sürükleyen ve ne olacak da beklediğim sona bağlanacak diye merak ettiren akışıyla, karakterlerin zaman zaman yarattığı sempati ve antipatiyle beni defalarca düşüncelere daldırmasıyla okuması hakikaten zevkli bir kitaptı.
Operadaki Hayalet
Operadaki HayaletGaston Leroux · İthaki Yayınları · 20142,877 okunma
·
37 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.