Gönderi

482 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
20. yy Hastalığı – Yabancılaştırma
Günümüzde hala daha varlığını devam ettiren bu hastalıklı “kavram”, diğer bir deyişle “yabancılaştırma” Saul Bellow’un “Herzog”unda ziyadesiyle mevcut. Hastalık desem de, bu gerçek manada biyolojik bir hastalık değil. Biyolojik bir hastalık olmasa da, biyolojik bir hastalık kadar etkili. Herzog’un “saçlarının dökülmesi” gibi kendisine kasti veya bilinçdışı olarak bunu uyguladığını görebiliyoruz. Ama bu sadece bireyin kendisine yapabileceği bir şey değil, aynı zamanda toplumun da senin için uygulayabileceği bir durumdur. 20. yy Amerika’sının “kitlesel kültürü” de tam olarak buna müsaittir. Yabancılaştırmayı dört katagoriye ayırabiliriz. Bireysel İzolasyon, Sosyal(Mekanik) İzolasyon, Düşünce İzolasyonu, Duygu İzolasyonu. Bunlarla beraber de yabancılaştırmayı hastalık saydığımız gibi daha alt diğer hastalık olarak sayabileceğimiz hastalıklara ulaşabiliriz. Herzog’un hastalığa düşkünlüğünü de göz önünde bulundurursak bunlar da eylemsizlik, aşağılık kompleksi, üstünlük kompleksi, duygu-durum ifade korkusu olarak sıralanabilir. Herzog’un izolasyonu kitabın başında bize gösterilir. İkinci evliliğinden sonra kendisini uzak bir köye atan Herzog, kelimenin tam anlamıyla bir izolasyon yaşamaktadır. İzole bir yaşam süren Herzog, delirmiş olup olmadığını sorgular. “Aklımı kaçırdıysam bana göre hava hoş” Bunu söyleyerek anca delirmiş biri kendisini böyle bir duruma sokar diye düşünür. Çünkü delirmediyse durum vahimdir. Ölü insanlara dahi yarım kalmış mektuplar yazması bunu kanıtlar niteliktedir. Dış dünyayı algılamakta güçlük çeken Herzog “her şeye dikkatle bakmasına rağmen kendini yarı kör gibi hissediyordu.” Zihninde oluşturduğu mektuplarla heyecana kapılan Herzog bunları fragman fragman bir araya getirmekte güçlük çeker. Bunlar da onun kendini ifade etmekteki yaşadığı güçlüğü gösterir. Zihni karmaşıktır. Bu durum etrafına da yansımıştır. İzole olduğu ev Herzog’un zihnini temsil eder. Ev çok ihmal edilmiştir. Eskiden önem verdiği şeylere artık önem vermemektedir. Yemeklerde artık “seçici” değildir. Komforuna düşkün değildir. Kargaların sesini tatlı bulması da zihnindeki acıyla pararellik taşır. Özetle yaşadığı alan zihninin bir yansıması gibidir. Bu alan onun bireysel izolasyonudur. İnsanlarla konuşmak yerine onlara mektup yazması da bunu kanıtlar. Herzog’un bu hale gelmesinin sebebi tabiki sadece kendisi değildir. Kendisine uyguladığı gibi toplum da aynı şekilde ona yabancılaştırma uygular. Bunun fiziksel ve manevi olarak iki yönü vardır. Fiziksel olarak eski karısı onun kendi yaşadığı şehirde yaşamasını engeller. Polise resmini verdiğini söyleyerek Herzog’u tehdit eder. Yaşadığı yeri kaybeden Herzog kendisine yapılan ihanetle birlikte hayatındaki dostlarını da kaybeder. Bunun üstüne kendisini tamamen insanlardan soyutlayan Herzog’un hayatı hiç iyiye gitmez. Zihnindeki karmaşaları düzeltmek yerine kendisinde kusur görmeye meyillenir. Açıkçası bu noktada kendisini bunu hakeden bir insan olarak nitelendirir. “Aşkta tembeldi. Zekâ parlaklığı konusunda sönüktü. Güç konusunda pasifti. Kendi ruhu karşısında kaçımsardı. Kendi sertliğinden tatmin olmuş, hükmünün katılığından ve gerçekçiliğinden memnun bir halde kanepede yatmayı sürdürüyordu.” Böylece eylemsizlik hastalığına tutulur. Bu acıyı hakettiğini söyleyerek kendi benliğine bir darbe vurur. Kendisini yabancılaştırmıştır. “.....kendi egotizmi ise askıdaydı, yerini tamamen pasifliğe bırakmıştı. Başına gelmek üzere olan şeyi hak ediyordu, uzun süre boyunca ciddi günahlar işlemişti; bu acıya layıktı. Hepsi bu” Anlatıma bakarsak da bir karmaşıklık söz konusu. Anlatım da Herzog’un zihni ile bir pararellik oluşturur. Sanki anlatım da kendisine bir yabancılaştırma uygulamaktadır. Doğrusal ilerlemeyen bu anlatım sık sık geçmişe döner. Şimdiki zaman yabancılaştırılmıştır. Geçmişte takılı kalan anlatım da şimdiki zamanda bir eylemsizliğe tutulur. Çok ilerlemez. Bireysel problemlerin yerini evrensel problemler alır. Zihin mektuplarında makalelere veya geçmiş argümanlara bulaşır. “Çok düşünenler hiçbir şey yapmaz ve hiç düşünmeyenler görünüşe göre her şeyi yapar” Böyle düşüncelerle Herzog sanki kendisinden kaçmaya çalışıyor gibidir ama ironik olarak da kendisine daha çok yaklaşır. Aşırı düşünmekle adeta modern bir Hamlet’e benzer. Durumu biliyordur ama elinden bir şey gelmiyordur. Valentine Claudius’u temsil ederken Madeleine de Gertrude’u temsil eder. Kızı Junie ise tek taraflı bir mektup sirkülasyonunun verdiği mistiklikten dolayı Hamlet’in babası gibidir. Kızının suistimal edildiğini duyunca uzun bir direnmeden sonra görevi ağır gelir ve kızını kurtarmaya karar verir. Bu sahne Hamlet’in “oyun sahnesine” eş değer görülebilir. Çok düşünmek onun bir hastalığıdır. Başkalarının ellerinde de kıvanç duymak onun için bir gurur meselesidir. Aşağılık ve üstünlük kompleksi arasında git-geller yaşar böylece. Düşüncelerini uzaklaştırdığı gibi aynı zamanda duygularını da uzaklaştırma eğilimindedir. Doğal sevgi veya Herzog’un tabiriyle “patates-sevgi” de onun için korkutucudur. Tekrar bir sevgiye tutulmaktan korkar. Umudunu kaybetmiştir. Tekrarlama korkusu vardır. Yapmak istediği şeyleri toplumsal veya bireysel nedenlerden dolayı kendisinden uzaklaştırır. Romano onun cinselliğe olan ihtiyacını karşılar karşılamasına ama henüz onun sevgi ihtiyacını ona veremez. Bunu verememesinin sebebi tabiki Herzog’un kendisidir. Herzog Romano’dan kaçmak için elinden geleni yapar. Aynı zamanda ona yardım etmek isteyen çiftten de kaçar. Arkadaşının tatil teklifini reddeder ve kaçar. Kimseye yük olmak istemeyecek kadar gururludur. Böylece kibri de kendisini yabancılaştırmak için kullandığı bir araçtır. Kendisi de bunun farkındadır ki o yüzden kendisini hastalıklı veya kaçık olarak nitelendirir. Bu yönden toplumun gözünde de kaçıktır. Bunu kanıtlar nitelikte Herzog içinde onu yönlendiren bir varlığın olduğunu belirtir. Bu varlık ona vahşice dürüst bir davranış sergiler. Romano ise ona: “Uysal ve yumuşak başlı biri gibi davranmayı seviyorsun ve içindeki şeytanı örtbas ediyorsun. Neden o küçük şeytanı bastırasın ki? Neden onunla arkadaş olmayasın; neden, ha?” Bu alıntıyla Herzog’un içindeki vaziyetin dışarı vurmuşluğunu da görüyoruz. Histerik bir durum görmekteyiz. Daha önce belirtildiği gibi kendisi de bunun farkındadır. Hatta bunu dile getirir. Kendisine gelebilmesi için tamamen dönüşüm geçirmesi gereklidir. “Bende düzeltilmesi gereken çok şey var. Neredeyse her şey.” Herzog’a göre şehir de karmaşadan ibarettir. “20. yüzyılın devrimleri, kitlelerin seri üretim sayesinde özgürleşmesi insana özel bir yaşam sunuyor ama onu dolduracak hiçbir şey vermiyordu.” Şehir yaşamı böylece herkesin içiçe olduğu ama anlam yoksulluğundan müzdarip bir durumdadır. Mekanik bir işleyiş söz konusudur. Kitle neyin olacağına karar verir ve bu kitle için önemlidir. İnsanlar, seçili karakterlerden; katalogdan seçer gibi bir karakter seçer ve o rolün altında yaşamaya çalışır. Toplumun değerleri bireyin değeri haline gelir. Ama bu ikisi zıtlaşırsa bireyin yabancılaştırılması ile son bulur. Yabancılaşanlar da birbirine tutunmaya çalışabilir. Veya bireysel izolasyona dönüşebilirler. Ama öyle bir zaman gelmiştir ki yabancılaşanlar da kendi aralarında bunu uygulamaya devam eder. Yahudi Yahudi’ye Yahudi olduğundan dolayı bile bir dışlama söz konusu olabilir. Baba Herzog’un da bu durumdan acı çekmesi bunu kanıtlar niteliktedir. Hristiyanlık ve Yahudiliğin zıtlığı gibidir. Romantizm ile Sanayileşmenin zıtlığı gibidir. Herzog’un yazdığı ilk makale de buna ayna tutar niteliktedir. Herzog güncel yaşamıyla birlikte adeta bir Romantik gibidir. Şehirleşmenin sonucundaki o karmaşaya adapte olamayıp entelektüel doygunluğu, ilhamı almak için çareyi doğada görüyor olabilir. Doğanın sevgisiyle beraber karganın sesi bile ona tatlı gelecektir. Ama doğa da ona istediğini vermez. Çünkü aklı, şehirlerin birbirine giren sokakları gibi beyninde damarlarla iç içe ve karmaşıktır. Toplumun mekanik yapısından, Herzog, aynı zamanda diğer etnik kökenlerdeki göçmenler gibi kendisi de sıkıntı yaşamaktadır. Yahudiliğe farklı bir bakış açısı vardır. Romano Herzog’u Amerikalı olarak nitelendirmeyince Herzog’un üzülmesi de o dönemin ırk problemini gösterir. Eski geleneklerle Modern Amerika arasında kalmışlık söz konusudur. Nereye ait olduğuyla ilgili bireysel bir problem yaşar insan böylece. İkisine de ait olamadığı için ikisinden de yabancılaşmış olur. Arada kalmışlık 20yy. Amerika'sının genel bir özelliğidir. “Hayli uzun bir süre boyunca Yahudiler dünyayı yabancılamışlardı ve şimdi de dünya onları yabancılıyordu.” Sonuç olarak Herzog hayatında kendisini tam anlamıyla yabancılaşmış buluyordu. Düşünceler ve duygular yarım bırakılıp rasgele bir yere atılıyordu. Toplum ve bireylerde ise bunun tesellisini bulamıyordu. Romano’nun içtenliğini farkettiğinde ise aşk onu kurtarmıştı. Tam anlamıyla kurtarmasa da kurtuluşun ilk adımını vermişti. Patates-sevgi önemliydi. Bir insanın kendisine yapabileceği en kötü şeylerden birini yapmaktaydı. Yabancılaştırma insanı bir at sineği gibi bırakmayan bir meseleydi. Hesiodos’un yaratılış hikayesi gibi Karanlık ve Gece’den Sevgi doğmuştu. Sevgi de bir anlamda Kaostu. Patates sevgi galip gelmişti. Belirsizliği başka bir belirsizliğe bırakmıştı. Ama bu sefer daha sabit, kendinden emin adımlarla ilerliyordu. Kitabın sonuna yaklaştığımızda bunu anlatımlarda da görebiliyoruz. Anlatım daha berrak bir anlatıma sahip olup, fragmanlar da birbirini tamamlar nitelikte birbirine giriyordu. Aklını kaçırmadığı besbelliydi. Yabancılaştırma insanı içten ve dıştan bir parazit gibi saran bir hastalıktı. Herzog tam anlamıyla iyileşmişti. Bu suratına ve vücuduna da yansımıştı. Tekrardan gençleşmişti sanki. İyileşen Herzog bunu arkadaşında da görünce ona bunları söyler: “Kendine fazla hoyrat davranma Luke ve duygularına karşı böyle fantastik saldırılar düzenleme” Artık sevgiye direnmeyen Herzog: “Artık daha fazla acı çekme talimi yapmadan kalbimi açmak istiyorum. Ve bunun için herhangi bir acı doktrinine ya da teolojisine gerek yok. “ Eskiden ona acı veren yer artık mutluluk vermeye başlar böylece. Onu temsil eden ev artık ilgi görmüş, güzelleşmeye başlamış bir yer haline gelir. Evin yeni hali de böylece onun zihninin yeni yapısıyla bize pararellik gösterir. Bir sonraki adım da mektup yazmayı bırakmaktır. Eskiden açıklamaktan korktuğu duyguları artık rahatlıkla açıklayabilmektedir. Böylece zihnini nihayet doğa ile buluşturmayı başarmıştır.
Herzog
HerzogSaul Bellow · İletişim Yayıncılık · 2020155 okunma
··
691 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.