Gönderi

168 syf.
9/10 puan verdi
Kral Lear'in Azabı yahut Piçin İntikamı..
"Şu insanlar da ne kadar budala oluyor! bahtın sillesini yeyince, çok kere kendi ektiğimizi biçtiğimiz halde, başımıza gelen felaketlerin mesuliyetini güneşe, aya, yıldızlara yüklüyoruz. Sanki kaderin zorlaması ile alçaklık ediyoruz; sanki göklerin zoru ile ahmak, doğuşumuza hakim gezegenlerin baskısı ile hain; yıldızların tesirine boyun eğmek gerektiği için sarhoş, yalancı oluyoruz, zina ediyoruz; ne kötülük edersek tanrıların zoru ile oluyor. Orospu peşinde koşan zamparanın hayvanlığı bir yıldıza yüklemesi çok güzel bir kaçamak doğrusu! Babam annemle Ejder takım yıldızının kuyruğu altında çiftleşiyor, ben de Büyük Ayı'nın altında doğuyorum tabiatım kaba saba ve şehvetli oluyor. Saçma!... Ben anamın rahmine piç olarak düşerken göklerde en saf, en temiz yıldız parlasaydı bile, gene şimdi ne isem o olurdum..." Trajedimizin kilit karakteri ve piç olan Edmund'un söylevi ile başlamak istedim. Çünkü hep krallar konuşur, hep soylular oyun çarkını çevirir ama hep piçler o oyuna çomak sokar! Shakespeare'in eserlerinin ölümsüz olmasının altında yatan nedenlerden biri de karakter psikolojisini dramatize ederken ezgisini de ceplerinde hazır bulundurmasıdır. Oyunlarındaki monologların hem karakterin iç dünyasının trajedisini yansıtması hem de çevre ve doğayı sararak kulaklara yansıması her monologun kendi içinde ayrı bir trajediye dönüşüne vesile oluyor. Bu durum da her okunduğunda okuyucuya tesir bırakan bir hale gelişinin nedenlerinden biri olmaktadır. Kral Lear oyunu iki konulu çok yönlü bir trajedidir. İlk konu Kral ve kızlarının konusudur. İkinci konuysa Gloucester Kontu ve biri meşru biri gayrimeşru iki erkek çocuğuyla yaşadığı trajedinin konusudur. Oyunun giriş ve gelişme bölümünde ayrı ayrı seyreden bir görüntü veren bu iki konu sonuç bölümüne doğru giderken birleşmeye başlayacak ve finalde gayrimeşru çocuğun ekseninde trajedinin zirvesini yaşayarak birleşeceklerdir. EDMUND – "Ey tabiat! Benim tanrım sensin! Ben senin kanunlarına kul köleyim. Kardeşimden on, on beş ay sonra dünyaya geldim diye niçin o baş belası göreneklerin gadrine uğrayayım? Toplumların o titiz hassasiyeti beni niçin haklarımdan mahrum bıraksın? Piçmişim, alçağın, sefilin biriymişim, neden? Benim de namuslu, şerefli bir kadının evladı kadar hatlarım düzgün, ruhum asil değil mi? Bedenim babamın kalıbını taşımıyor mu? Öyleyse niçin piçlik, alçaklık damgası vuruluyor bize? Biz tabiatın gizli şehvet anlarında vücut bulurken, evliliğin soğuk, yavan ve bıkkın döşeğinde, uyku ile uyanıklık arasında vücut bulan o ahmaklar sürüsünden daha özlü, daha dinç, daha ateşli unsurlarla yoğurulmadık mı?.." Başlık ve giriş parçasından anlaşıldığı gibi ben bu yazımda gayrımeşru çocuk olan Edmund'un monologları ile başlayarak dikkat çekmek istedim. Çünkü bu iki monolog soyluların dünyasındaki bitmek bilmeyen şehvetin ve gözü açlığın ürünleri olan piçlerin yok sayıldığı, karalandığı soylu kanı taşıdığı halde soysuz sayıldığı yüzyılların tamamında nasıl bir öfke biriktirebileceklerine ve verilmeyen haklarına ulaşmak için nasıl duygusuz ve kalpsiz davranacaklarına dikkat çekebilmek için Edmund'un dediklerine bir bakalım istedim. Okuduğum diğer Shakespeare kitaplarına nazaran Kral Lear kitabı farklı bir kurguya sahip ve bu farklılığın kaynağını kitabın adını taşıyan karakter olan Kral Lear'in edilgen bir yapıda seyretmesi. Shakespeare sanki bu trajedide Kral Lear'i azap çeken bir babanın doğayla birleşen monologlarını yansıtmak için kullanmak istemiştir ki bahsettiğim monologlardan biri şöyle: "Esin rüzgarlar, esin! Yanaklarınız çatlayıncaya kadar üfürün! Kudurun! Esin! Seller, boşanın! Kuleleri, tepelerindeki fırıldaklara kadar sulara gömün! Düşünce hızıyla bir an içinde çakıp sönen kükürtlü ateşler, meşeleri yaran yıldırımın öncüleri, alazlayın şu ak saçlı başımı! Siz de ey gökler, kainatı saran o korkunç gürlemelerinizle yamyassı edin şu yuvarlak dünyayı! Tabiatın insan döken kalıplarını paramparça edin; nankör insan üreten tohumları silip süpürün!" Muazzam bir Tirat ve bunu yüreği acıdan paramparça olan bir babadan başkası yapamaz ve bu paramparça olan yüreği bu hale getiren de kendi hatalarıysa... oyun boyu Kral Lear'in ne hale geleceğini bı düşünün ve merak edin ki kitabı alıp elinize bir okuyun.. Richard Sennet, "Otorite" adlı kitabında otoritenin niteliklerini şöyle ifade eder: " güven, üstün yargılama yeteneği, disiplin uygulama yeteneği ve korku uyandırma kapasitesi" olarak sıralar. İşte Kral Lear'i okurken otoritenin parçalanışına şahit olacaksınız. Giriş bölümünde ülkeyi kızları arsasında paylaştırırken ki iki kızına duyduğu güven duygusunundan gelen bol keseden toprak dağıtımı ve en küçük kızının otoriteyi temsil eden babasını tatmin edici söylemlerde bulunmaması üzerine sert disiplin göstergesi üstüne de trajik bir kararla sırf canı öyle istediği için küçük kizina bir karış toprağını bile bağışlamayan o güçlü otoritenin timsali Kral Lear'in parçalanışına şahit olacağımız bir trajedidir. Kral Lear yaşlandığı duygusuna kapılarak ülkeyi kızları arasında paylaştırır lakin bu paylaştırmayı yapsa da kendini hala krallığın adını taşıyan, şerefini koruyan biri olarak nitelendirir. Ülke yönetimini bıraktığı kızları ise kocaları ile birleşip otoriteyi ele geçirmeye çaba gösterecek kralı yok sayacak ve şerefini taşıdığını sandığı krallık geleneği içinde değerini kaybedince Lear artık tacı çamura bulanmış, eski bir kralın gölgesi gibi yaşamaya, tiradlar dökmeye ve yaptığı hataların acısını çekmeye devam edecektir. Kral Lear: "Gökler, gürleyin var kuvvetinizle! Yağmurlar, akın! Yıldırımlar, saçın ateşinizi! Siz benim kızlarım değilsiniz ki! Ben sizi nankörlük ediyorsunuz diye yerebilir miyim? Koca bir ülkeyi vermedim ki size; "evlatlarım" demedim ki size! Bana hiçbir itaat borcunuz yok sizin! Onun için keyfinize bakın, neniz varsa yağdırın üzerime... Görüyorsunuz, kölenizim artık... Gücü kalmamış, adam yerine konmaz olmuş, zavallı, alil bir ihtiyarım..." Bu eserde iki ayrı babanın çocuklarıyla yaşadığı mal paylaşım, başa geçme kavgası ya da kaygısı yüzünden yaşanılan entrikaları okuyoruz ve bu entrikalar insanlık tarihinden silinmeyen taht oyunlarından sadece birkaçı... Shakespeare oyunlarını incelemek zordur benim yapmak istediğim de genel bir çerçevede değinmekti. Dört büyük trajedisinden biri sayılan bu eserini 1959 baskısından okudum. İlk sahibinin de adını yazdığı bu kitabın satın alınışının üzerinden 61 yıl geçmiş artık Shakespeare'in yaşadığı yıllardan bu yana diye kıyas yapacağımız zamanlar çoktan geride kaldı. Şu 61 yılda yaşanan trajedilerin de haddi hesabı yoktur hatta artık çeyrek asır kıyaslarını da geride bıraktık benim bu kitabı aldığım tarihten bu yana kaç tane trajediye şahit olduk. Dünya nereye doğru gidiyor Edmund'un da dediği gibi: "Şu insanlar da ne kadar budala oluyor! bahtın sillesini yeyince, çok kere kendi ektiğimizi biçtiğimiz halde, başımıza gelen felaketlerin mesuliyetini güneşe, aya, yıldızlara yüklüyoruz. Sanki kaderin zorlaması ile alçaklık ediyoruz." Bütün kötülükleri biz yapıyoruz lakin yapmadan önce kılıfını ya dinle ya siyasetle ya da toplumu arkamıza alarak hazırlıyoruz. Binlerce yıldır sürüyor bu kin ve nefret altın çağını da yaşıyoruz diyebiliriz... Kral'a direktifler veren ve oyuna da ayrı bir renk katan Soytarı'nın da olduğu bir bölümle noktalamak istiyorum.. SOYTARI: Sen benim soytarım olsaydın amca, zamansız yaşlandığın için sopayı yerdin benden. LEAR: Ne demek istiyorsun? SOYTARI: Akıllanmadan yaşlanmayacaktın. youtu.be/IFkRAyl3ZR4
Kral Lear
Kral LearWilliam Shakespeare · Maarif Basımevi · 19598.2k okunma
·
70 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.