Gönderi

( Bazı videolarda bu konu ile alakalı ithamlar gördüğüm için konuyla alakalı cevap niteliğindeki yazının tamamını paylaşıyorum. Bu konuyu merak edenler aşağıdaki yazıda kaynaklarıyla cevapları görebilirler. ) ZAYIF HADİS VE SUFİLER Dilaver Selvi Bazıları, sufîlerin zayıf hadisle amel ettiklerini, tasavvuf kitaplarında senet yönüyle zayıf kabul edilen birçok hadise yer verildiğini hatta hadis-i şerif diye uydurulmuş haberlere dahi rastlandığını söylüyor. Böylece sufîleri tenkit etmekte, onları dinde zayıf ve gevşek kimseler gibi göstermekte, böylece halkın gözünde onların itibarını zedelemekteler. Hadis ehlinin tespitine göre tasavvuf kitaplarında senedi zayıf râviler yoluyla gelen hadislerin bulunduğu doğrudur. Yine sufîlerin sözlerinde ve kitaplarında hadis olarak geçtiği halde, eldeki hadis kaynaklarında tespit edilemeyen az da olsa bazı haberler mevcuttur. Bu durumdaki haberler, hadis tekniğinde “mevdu’”, “münker”, “muaddal”, “kaynağı bulunamadı” gibi farklı vasıflarla anılmaktadır. Ancak bu tespitlerin üzerinde ittifak yoktur. Bazen bir hadis münekkidinin mevdu’ (uydurma) dediğine bir başka hadis otoritesi “zayıf” veya “hasen” değerlendirmesi yapmakta, hatta “sahih” diyen bile çıkmaktadır. Tersi durum da vâkidir. Öyle ki, çoğunluğun “sahih” dediği bir hadise “mevdu’” diyenler olmuştur. Bilmiyor ya da önemsemiyorlar mı? Önce şunu belirtelim: Sufîler, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem adına hadis uydurmanın haram olduğu ve böyle bir hadisle amel edilmeyeceği görüşünde ittifak içindedirler. Ayrıca kitap sahibi sufîler, hadislerin senet yönüyle kaç gruba girdiğini, hangileriyle amel edilip edilmeyeceğini bilecek ilmî seviyeye sahipler. Bunlardan biri de İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh. O da İhya’daki hadislerde geniş tutumundan dolayı tenkit edilmiştir. Allâme Tâceddin Sübkî rahmetullahi aleyhin belirttiği gibi, İmam Gazâlî İhya kitabında (veya diğer eserlerinde) bir hadis uydurmamıştır ki, kınanıp tenkit edilsin. Bunu iddia etmek, kuru bir taassuptur ve hiçbir âlimin kabul etmeyeceği çirkin bir iştir. (Tacüddin Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiiyyeti’l-Kübrâ (tahk. Mustafa Abdülkadir Ahmed Ata), Beyrut, 1999, 1. Baskı, 3/452). Diğer sufî müellifler için de aynı değerlendirmeyi yapabiliriz. İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh ve diğer sufîlerin yaptığı iş, eserlerinde işlediği konuya delil ve örnek olacak sahih ve hasen hadisleri naklettikleri gibi, senedi yönüyle zayıf kabul edilen ve az da olsa bizce kaynağı bulunamayan veya mevdu’ sayılan hadislere de yer vermeleridir. Yani onlar, kendilerinden önce yazılmış ve İslâm âleminde yayılmış hadis, siyer, tabakât ve ahlâk kitaplarına itimat ederek, onlarda gördükleri hadisleri eserlerine almışlardır. Bu şekilde Allah Rasulü sallallahu aleyhi veselleme nispet edilen bir hadis-i şerifi ihmal etmemek, onu amel edecek ümmetin önüne koymak ve gündemde tutmak istemişlerdir. Hadis diye uydurulan ve mevdu’ olduğunda ittifak edilen haberler kesinlikle konumuz dışındadır ve onları ayırıp atmak gereklidir. Sufîlerin bu tavrı dinde gevşek ve ilimde zayıf olduklarından değil, tam tersine dinî kuvvet, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme aşırı muhabbet ve kendilerinden önceki âlimlere itimattan kaynaklanmaktadır. Onlar amelden kaçmıyor, amele koşuyorlar. Üzerlerine daha fazla yük alıyorlar. Hadis-i şerifleri sadece nakletmiyorlar, önce aklediyorlar, sonra onunla amele yöneliyorlar. Çünkü her hadis yeni bir amel, ayrı bir edep, farklı bir zikir ve dua demektir. Sufîlere göre Allah Rasulü sallallahu aleyhi veselleme ait her hadis-i şerif ve haber amel edilmeye layıktır. Âşığın nazarında, sevgiliye ait olan her şey sevgilidir. Sufîler, ayet ve hadiste böyle olduğu gibi, başta Sahabe-i Kiram olmak üzere, kendilerinden önceki sâlihlerin sözlerini ve fiillerini ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin meyvesi olarak gördüklerinden, onlarla ameli, “Bana yönelenlerin yoluna uy...” (Lokman 15) ayet-i kerimesinin işaretiyle dinde fazilet sayıyorlar. Hadis ve fıkıh âlimlerinin tavrı Zayıf hadisler sadece ahlâk ve tasavvuf kitaplarında değil, fıkıh ve tefsir kitaplarında da çokça nakledilmiştir. Çünkü buna ihtiyaç vardır. Nasslarda (ayet ve hadislerle) aslolan, onlarla amel etmektir. Senedi yönüyle zayıf görülen bir hadisi ihmal edip onun yerine kendi görüşünü ileri sürmek, dinde ihtiyat değil, ifsattır. Âlimlerin çoğunluğu, faziletler, güzel ahlâk, dua, zikir, kıssa, temsil, amellere teşvik, kötü amellerden uzaklaştırma ve azaptan sakındırma alanlarında senet yönünden zayıf olan, yani râvileri itibarıyla zayıf kabul edilen hadislerle amel edilebileceği görüşündedir. İbn Ebî Hâtim rahmetullahi aleyhin (v. 327/939) verdiği bilgiye göre İbnü’l-Mübarek rahmetullahi aleyh (v. 181/797) zayıf râvilerden edeb, mev’iza, zühd gibi konularda hadis rivayet etmenin caiz olduğunu belirtmiştir. (Abdurrahman b. Ebî Hâtim er- Râzî, el-Cerh ve’t-Ta’dil, Beyrut 1271/1952, 2/30). Ahmed b. Hanbel rahmetullahi aleyh (v. 241/855) de aynı görüştedir. (Hatib el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye, Beyrut 1409/1988, s. 134) İbnü’s-Salâh rahmetullahi aleyh (v. 643/1245) “Mukaddime” ismiyle meşhur olan Ulûmu’l-Hadîs adlı eserinde faziletler konusunda zayıf hadislerin yeri ile ilgili şu değerlendirmede bulunur: “Hadisçilere göre Allah Tealâ’nın sıfatları ve helal, haram gibi şer’î hükümler haricinde, mevdu’ hadis istisna olmak kaydıyla, zayıf hadis çeşitleri, zayıflığı açıklanmaksızın rivayet edilebilir, bunların senedlerinde genişlik gösterilebilir. Bu konular öğütler, kıssalar, amellerin faziletleri, güzel amele teşvik ve azaba sebep olan işlerden sakındırma ile akaid ve ahkâma dair hükümler içermeyen diğer rivayetlerdir. Bu hususta Abdurrahman b. Mehdi ve Ahmed b. Hanbel’in açıklamaları vardır.” (İbnü’s-Salâh eş-Şehrizûrî, el-Mukaddime fî Ulûmi’l-Hadîs, Beyrut, 1977, s.103) İmam Nevevî rahmetullahi aleyh (v. 676/1277), hadis âlimlerinin, fakihlerin ve başkalarının -uydurma olmamak şartıyla- bu konularda zayıf hadisle amel etmeyi müstehap gördüklerini, ancak helal haram, alışveriş, boşama ve benzeri ahkâmda sadece senet yönüyle sahih ve hasen hadisle amel edeceği görüşünde olduklarını belirtir. (İsmail Lütfi Çakan, Ana Hatlarıyla Hadis, İstanbul: Ensar Yay., 2012; s. 175) Bu görüşten hareketle Nevevî, el-Ezkâr isimli eserinde çok sayıda zayıf hadis nakletmiştir. (Çakan, a.g.e. s. 175) Hakîm en-Nisabûrî rahmetullahi aleyh (v. 405/1014) el-Müstedrek adlı eserinde ahkâm ile ilgili rivayetlere kıyasla, faziletlerle ilgili hadislerinde genişlik gösterdiğini ve bu konuda Ebu Saîd Abdurrahman b. Mehdi’nin usulünü uyguladığını söyler. Ebu Saîd rahmetullahi aleyh demiştir ki: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’den helal, haram ve ahkâm konusunda rivayette bulunduğumuzda senedlerde müteşeddid (katı) davranır, râvileri iyice tetkik ve tenkit ederdik. Ancak amellerin faziletleri, mükâfat, ceza, mübah meseleler ve dualarla ilgili hadis rivayet ettiğimizde senedlerde mütesahil (geniş) davranırdık.” (Hakîm, el-Müstedrek, 1/666) Abdülhay Leknevî rahmetullahi aleyhe göre, “Ümmet senedi zayıf hadisi kabulle karşılamış ise, sahih gibi o hadisle amel etmek vacip olur. Hatta onun mütevâtir yerine konulması gerekir.” (Çakan, a.g.e., s. 176. [Leknevî, el-Ecvibetü’l-Fâdile, s. 36-65 naklen.]) Aslında sufîlerin sünnet-i seniyyeye olan bu bağlılıkları takdir edilmeli ve ayrıca örnek alınmalıdır. Eğer ârif sufîler, âlimlerin sahih ve hasen dediği hadis-i şerifleri bırakıp sadece zayıf olanlarla amel etselerdi ve ümmeti buna yöneltselerdi o zaman tenkidi hak ederlerdi. Bu durumda tenkit yetmez, onları terk etmek de gerekirdi. Fakat onlar zayıf hadisi de sahih gibi ciddiye alıp onunla amel etme peşinde olunca, bu durumda söylenecek doğru söz şudur: Sufîler, sahih ve hasen hadisler yanında, zayıf hadisle de amel ediyorlar. Namaz tesbihatı örneği Bu durumu, Nakşibendî meşayıhından ve aynı zamanda Ehl-i Beyt’ten olan büyük zatların günümüzde uyguladıkları namaz tesbihatı üzerinden örnekleyelim: Bu tesbihat, farz namazlardan sonra bunların yapılmasını isteyen veya tavsiye eden hadislerden derlenerek oluşturulmuştur. Şimdi örnek olarak sabah namazından sonra yaptıkları tesbihatı ve onların geçtiği hadis kaynaklarını vereceğiz. Selamdan sonra namazdaki oturuşunu bozmadan; • 10 defa “lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerike leh” (Tirmizî, Sünen, nr. 3470; Nesâî, Ameli’l-Yevmi ve’l-Leyle, nr. 126; Ahmed, Müsned, 4/227; İbnü’s-Sinnî, Ameli’l-Yevmi ve’l-Leyle, nr. 140; Heysemî, ez-Zevâid, 10/108) zikri sonuna kadar okunur. • 7 defa, “Allahümme ecirnî mine’n-nâr” duası. (Ebu Davud, Sünen, nr. 5079, 5080; Nevevî, el-Ezkâr, nr. 167) • 3 defa istiğfar. (Müslim, nr. 591; Ebu Davud, nr. 1513; Tirmizî, nr. 300) • “Allahümme ente’s-selâm ve minke’s-selâm tebârakte yâ ze’l-celâli ve’l-ikram.” (Müslim, nr. 591; Ebu Davud, nr. 1513; Tirmizî, nr. 300) • 1 defa, “Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerike leh” zikri sonuna kadar ve devamında: “Allahümme lâ mânia’ limâ a’tayte velâ mu’tıye limâ mena’te...” sonuna kadar. (Buhârî, nr. 844; Müslim, nr. 593; Ebu Davud, nr. 1050. Son duanın biraz daha uzun kısmı için bkz. Müslim, nr. 594; Ebu Davud, nr. 1506, 1507; Nesâî, 3/75; Ameli’l-Yevmî ve’l-Leyle, nr. 127) • 1 defa Fatiha. • 1 defa Ayetü’l-Kürsî, • “Şehidellahu...” ayeti (Âl-i İmran 18). Peşinden; • “Kulillahümme mâlike’l-mülk” ayeti ve devamındaki ayet (Âl-i İmran 26-27), (Bu son dört uygulamayla ilgili Hz. Ali radıyallahu anh’dan gelen rivayet için bkz. İbnü’s-Sinnî, Ameli’l-Yevmi ve’l-Leyle, nr. 125; Beğavî, Tefsirü’l-Beğavî, Beyrut, 2002, 5. Baskı, 1/291 [Hadis senediyle verilmiş ve râvilerden birine zayıf kaydı düşülmüştür.] Ayetü’l-Kürsî için ayrıca bk. Nesâî, Ameli’l-Yevmî ve’l-Leyle, nr. 100; İbnü’s-Sinnî, Ameli’l-Yevmi ve’l-Leyle, nr. 124; Taberânî, el-Kebîr, 11/112; Kitâbü’d-Dua, nr. 675; Heysemî, ez-Zevâid, 10/102) • 1’er defa İhlâs, Felâk ve Nâs sureleri (Ebu Davud, nr. 1532; Tirmizî, nr. 2905; Nesâî, 3/68) okunur. • 33’er defa “Sübhânellah”, “Elhamdü lillah”, “Allahu Ekber” denir ve “Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerike leh...” zikri (Müslim, nr. 595. Aynı konuda bkz. Müslim, nr. 596; Tirmizî, nr. 3409; Nesâî, 3/75) sonuna kadar okunur. • “Sübhâne rabbiye’l-aliyyi’l-a’le’l-vehhâb” (Ahmed, Müsned, 4/54; Hâkim, Müstedrek, 1/498) denir. • Ve duaya başlanır. • İbn Abbas radıyallahu anh demiştir ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem dua yaptığında avuç içlerini birleştirirdi ve içlerini yüzüne doğru tutardı.” (Taberânî, el-Kebir, nr. 12234. Zayıf bir senetle. Aynı konuda bkz. Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, 8/213) • Hz. Ömer radıyallahu anh demiştir ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem dua için ellerini kaldırdığında onları yüzüne sürmeden indirmezdi.” (Tirmizî, nr. 3386; Hâkim, Müstedrek, 1/536)Sâdât-ı Kiram’ın duası da bu şekildedir. • Duanın peşinden 10 defa “Lâ ilâhe illallah” tevhidi okunur. (Namazdan sonra 33’er defa “Sübhânellah” , “Elhamdülillah” ve “Allahu ekber” denildikten sonra 10 defa “Lâ ilâhe İllallah” denilmesini emreden bir hadis için bkz. Nesâî, Sehv 95. 34 defa “Allahu ekber” dedikten sonra 10 defa tevhidi emreden rivayet için bkz. Tirmizî, Salât 185; Beğavî, Şerhu’s-Sünne, Beyrut, 2003, 2/302) Âlimler bu 10 tevhidi duanın akabinde okuyorlar, peşinden salâvat getiriyorlar. Böylece sünnet-i seniyyede namazdan sonra tesbihatla ilgili emir veya tavsiye edilen amellerin çoğu uygulanmış oluyor. • Dua hamd ve salâvatla başlar, aynı şekilde biter. (Duanın önünde ve sonunda salâvat getirmekle ilgili bir hadis için bkz. Abdürrezzak, el-Musannef, 2/215; Abd b. Humeyd, Müsned, nr. 1130; Heysemî, ez-Zevâid, 10/155. Duaya salâvatla başlamayı tavsiye eden bir hadis için bkz. Ebu Davud, Salât, 358; Tirmizî, Deavât, 66; Nesaî, Sehv, 48, 52) • Tesbihat, 25-70 arası istiğfarla tamamlanır. Hayırlı işlerin sonunda istiğfar etmek, Nasr suresinde öğretilen bir edeptir. Âriflerin Yüce Allah’tan istedikleri en son şey affedilmeleridir. Onlar ibadetlerini istiğfarla mühürleyip yüce huzura öyle sunarlar. Ümit ve korku arasında sonsuz rahmeti umarlar. Amellerine değil, Yüce Allah’a bakarlar. Her sünnete ittiba hassasiyeti Şahit olduğumuz bu zatlar, normal hallerinde bu tesbihatı her gün atlamadan ve terk etmeden okuyorlar ve halen de devam ediyorlar. Dip notta verdiğimiz kaynaklardan da fark edileceği gibi, bu tesbihatın hepsi Buhârî ve Müslim’de geçen sahih hadislerden oluşmuyor. Bir kısmı sahih, bir kısmı hasen ve bir kısmı da zayıf senetle gelen rivayetlerden oluşuyor. Eğer bu zatlar, sahih rivayetleri terk edip sadece zayıf senetle gelen rivayetlerle amel etselerdi, yaptıkları tenkide kapı açardı. Ama durum öyle değil. Bazı müslümanlar, farz namazdan selam verdikten sonra, tavsiye edilen sünnet namazları kılmadan ve hiç tesbihat yapmadan kalkıp gider. Bazısı sünnetleri kılar, yukarıdaki tesbihattan bir kısmını yapar. Bazıları da sünnetleri kıldığı gibi, yukarıda verdiğimiz tesbihatı da devamlı yapar ve buna ömrü boyu devam eder. Bu durum, sadece tesbihatta değil, gece gündüz yeme içme, uyuma, konuşma, alışveriş, ilim, cihad, gece ibadeti gibi bütün işlerinde aynı şekildedir. Kısaca ârif sufîler, Yüce Mevlâ’nın şu ayetlerini hayatlarının her safhasında düstur edinmişler; Allah’ın Habbibi sallallahu aleyhi veselleme uyarak ilahî likaya ve rızaya ulaşmaya çalışmışlardır: “Rasulüm, de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir. De ki: Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse, hiç şüphesiz Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân 31-32) Böylece Sâdât-ı Kiram, Kur’an-ı Hakim’in övdüğü, “Sâbikûn-Mukarrebûn: Hayırlarda önde olan, Allah’a yaklaştırılmış kullar” (Vâkıa 10-11) sınıfına dahil olmayı hak etmişlerdir. Şimdi sormak gerekir: Bu gruplardan hangisi Allah ve Peygamber aşkını daha fazla tatmış, sünneti daha mükemmel yaşamış ve müslümanlara daha güzel örnek olup dinlerine hizmet etmiştir? Sahih hadislere bile şüpheyle bakan ve aklî bahanelerle çoğunu amel dışı bırakan biri mi gerçek hidayet rehberidir yoksa, günlük hayatta tatbik edilen dört bin küsur sünnetin dördünü dahi terk etmekten hayâ eden sünnet âşığı âlim ve ârif zatlar mı? Bunların hangisi Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin ümmetine rehber ve rahmet olur? Son söz İmam Sühreverdî rahmetullahi aleyhin: “Kim, sünnet yoluna girmeden (manevî olarak) herhangi bir maksada ulaşacağını veya istediğini elde edeceğini zannederse o kimse aldanmış ve hüsran içinde, kendi haline terk edilmiştir. İşte sufîlerin hali ve yolu budur. Bu yolun ve anlayışın dışında başka bir hal (ve ilim) iddia eden kimse, fitneye düşmüş yalancının biridir.” (Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif: Gerçek Tasavvuf, Semerkand Yay., s. 63-64)
·
148 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.