Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

248 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
9 günde okudu
Cinsiyet Belası
Cinsiyet Belası, son zamanlarda feminizm ve toplumsal cinsiyet araştırmalarını içeren okumalarımın içinde kendini akademik dille belli eden eserlerden bir tanesi oldu. Butler'i ilk kez tanıdığım bu eser bana birçok kazanıma ve kendimce kimi farkındalıklara ulaşmamı sağladı. Feminizm ve toplumsal cinsiyet araştırmaları son 50 yıla nazaran çok daha fazla artmış durumda. Bu harikulade bir durum. Önceki zamanlarda toplumsal cinsiyetin ya da feminizmin adını anmak bile bir "öcü" etkisi yaratırken şimdi üniversitelerde bunun üzerine odaklanmış olan akademik birimlerin bile olması gerçekten insanı gelecek için umutlandırıyor. Fakat şunu da unutmamamız gerek. Akademik çalışmalar kadar toplumsal alanda yapılan faaliyetler de son derece önemli olup, toplumumuzdaki toplumsal cinsiyetin ve ataerkilizmin altında ezilmiş olan insanlara farkındalık kazandırmak da bir o kadar önemli bir mevzu. Çünkü bu baskı altında mağdur olan herkes akademik bir dile alışık olmayabiliyor. Bu günümüzde öyle kritik bir konu ki, akademik açıdan en düşük seviyede olan ataerki mağduru insana bile bunu ulaştırmak da gerçekten aşırı önemli. En azından bu akademik çalışmalar akademik çevreler içerisinde kalmamalı, gerekirse bu gibi çalışmaları okuyup en azından bir nebze bile olsa kavrayan insanlar çevresindeki akademik açıdan düşük seviyede kalmış (ya da bırakılmış) ataerki mağdurlarına bunu anlayacakları dilden anlatmalı, ulaştırmalı. Ben de şahsen üniversitede okusam da akademik çevrelere tam anlamıyla yetecek kadar bir kavrayış yeteneğine sahip değilim. Ama elimden geldiğince bunu en azından kendi çevrem açısından ataerkiye maruz kalan tüm kesimlere dilim döndüğünce anlatmam şart. Çünkü gerçekten bir toplum bu şekilde değişiyor. Yaşadığım şehirde LGBTİ+ bireyler üzerine olan bir oluşuma dahilim. Zaman zaman toplantılarımıza kimi sosyoloji öğrencileri tez konuları veya araştırma ödevleri ile aramıza katılırlar. Bu yapılan çalışmaların her zaman bir açıdan da olsa topluma bir geri dönüşü olması gerektiğini savunurum. Toplumdaki belirli bir kesim üzerine yapılan bir araştırma en azından o kesim üzerine bazı sorunların çözümü için bir nebze bile çaba gösterecekse işte o zaman yararlıdır o çalışma. Yoksa kimi ödevleri yapmak için tabiri caizse "yararlanılabilecek" kesim sayısı ülkemizde tatmin edici bir düzeyde var elbette. Yanlış anlaşılmasın buraya kadar aslında Butler'i eleştirmiş değilim. Demek istediğim bu gibi yetkin çalışmaları en azından biz okurlar olarak çevremize ulaştırmamız gerektiğidir. Kendimden kısa bir örnek verip lafı daha fazla uzatmadan kitapla ilgili kısma geçeceğim. Bana kalırsa akademik düzeyi en geride kalmış, öyle bıraktırılmış insanlarda bile bir şeyleri kavrama ve sorgulama yetisi mevcuttur. Bunu derken aklıma bir anda Sokrates geldi. Belki Sokrates kendini bilgili ilan etmiyordu ama bilgisel açıdan geri kalmış insanlara o bilgilere nasıl ulaşılabileceğini gösteriyor, buna işaret ediyor, adeta "bak önünde böyle bir yol da var" diyordu insanlara. Böylelikle o ünlü kesitinde de olduğu gibi o dönemde hiçbir eğitimi olmayan bir köleye bile bazı şeyleri zihinsel olarak baştan inşa etmek suretiyle kavramasını sağlıyordu. Bu açıdan bizim de elimizden geldiğince bu konuda Sokrates'in gittiği yoldan gitmemiz gerekiyor. Annem, lise mezunu, okumak isteyip de okutulmayan kadınlardan değil de, önüne imkan konmayan, imkan konmadığı için de elinde olmaksızın o zaman için liseden sonraki eğitimin önemini görmek istese bile görememiş bir kadın. Geçmişte (ve de halen daha günümüzde de) özellikle çoğunlukla kadınlara okuma imkanı verilmemesinin yanında en az onun kadar kötü olan şey de tam olarak budur aslında. Kişiye o imkanları algılamaya bile fırsat vermemek. Çünkü üniversite yaşı, toplum normlarına göre geçmişte (günümüzde de elbette) "evlenme yaşı" idi. Toplum normlarının bu basamağına gelmiş olan kadınlar da bekar olmaları "sapkınlık" algılandığından ve de bekar erkek bekar kadından daha "namuslu" gözüktüğü için "yaşı gelmiş" olan insanların bir an önce evlendirilmesi için görücü usulü evlenme oldukça yaygın idi. Aslında bir bakıma görücü usulü denilen evlendirme yöntemi evlilik denilen şeyi baskılamakla kalmıyor, aynı zamanda evlenilecekse bile en azından bu olgunun temelinde olması gereken bazı şeyleri olmadığı halde varmış gibi göstermeye zorluyordu insanları. Birbirini hiç görmemiş ve belki de ömürleri boyunca birbirine ısınamayacak iki insan yine ömürleri boyunca toplum normlarının arasında sıkışıp kalıyor, o normlar arasında adeta bir "öteki" haline gelmemek için birbirlerine değer veriyor ve seviyorlarmış gibi davranmak, hatta taklit yapmak zorunluluğu duyuyorlardı. Düşündüm de bu zorlama aslında sadece geçmişte değil günümüzde de "modernleşme" aldatmacası altında da devam ediyor. Heteroseksüel bir çift başlarda çok mutlu iken çalışma ve iş hayatı onları birbirinden zamanla soğutmaya başlıyor ve de eğer bir de bu olguya çocuk da eklenirse bir noktadan sonra kendileri için değil sırf çocuktan dolayı birbirlerine katlanmaya çalışıyorlar. Bu da bir bakıma bir zorunluluk aslında. Birbirini aslında sevmeyen ama ömürleri boyunca birbirlerine gülümsemek, diğerini seviyormuş gibi taklit yapmak gerçekten boğucu bir durum. Hayatta kimi "büyük" gibi görülen olaylara girişmek (ya da buna zorlanmak) kimi duyguları hissetme zorunluluğu barındırıyor çünkü içimizde. Evlenen insanlar "deliler gibi aşık olma" zorunluluğu duyduklarından dolayı baştan geçinemeyecekleri belli olan iki insan bile adeta birer tiyatro oyuncusu halini almaya başlıyor. 'Evlilik tiyatrosu' da nesiller boyu böylece sürüp gidiyor. Ama şunu da söylemekte fayda var, insanlar isterse evlenir isterse de evlenmez. Birbirlerini tiyatro sahnesinden sevmek zorunda bırakılmış insanlar olduğu kadar birbirine gerçekten değer veren insanlar da var elbette. Konudan istemsizce fazlaca uzaklaşıyorum. Belki de uzun bir zamandır inceleme yazmamamın bir etkisi, kim bilir? Annemden kısaca söz edip incelemeye geçecektim halbuki. Annem dediğim gibi önündeki imkanlar hiçbir zaman ona gösterilmediği için lise mezunu olan bir kadın. Ve yine annem az önce ifade etmeye çalıştığım evlilik tiyatrosundaki meşakkatli rolünden dolayı yıpranmış bir insan. Maalesef yıllarca bazı dayatmalara gerek eşi tarafından gerekse de onun ailesi tarafından maruz bırakılmış. Kendim feminizm - toplumsal cinsiyet kavramları ile aktif bir şekilde ilgilenmeye başladıktan sonra kendisi ile de bunları en azından onun anlayacağı bir dilde konuşmaya, yine kendisinin kendi çabasıyla kimi düşüncelere ulaşabilmesi için çabalamaya başladım. Bir bakıma onun Sokrates'i ben olmuştum (cinsiyet bağlamından bağımsız bir kavram olarak dile getiriyorum). Sonra ne oldu dersiniz? Bu naçizane çabalarım işe yaradı ve annem yıllar süren bu evlilik tiyatrosundaki rolünü bir nebze de olsa fark edebildi. Yıllar süren ezilmişlik, baskı ve dayatmalar günümüz orta yaşlı kadınlarının bir kısmında bu duruma maruz kalırken fark edilemiyor. Bunun sebebi belli de psikolojik kaynaklı. İnsan yıllardır maruz kaldığı baskı ve haksızlığa belki de adeta alışır hale geliyor. Çok trajik bir tablo. Kendi haksız olduğu halde tartıştıkları anlaşılmasın, komşular akrabalar öğrenmesin, bir şeyler sezmesin diye göz yaşlarını saklayan, bu durum olağanmış, normalmiş gibi davranmaya çalışan kadınlar... Bizim yapacağımız en güzel şey en azından birilerinin Sokrates'i olmak olabilir. Bunu dediğim gibi cinsiyetten bağımsız bir kavram olarak ifade ediyorum. Bu tiyatro sahnesine zorla çıkarılmış kadın veya erkek kim varsa onları sahneden indirmek ve de onlara o sahnenin aslında ne kadar da kırık dökük olduğunu göstermenin tam vaktidir. Butler'in bu kapsamlı çalışması yine içerik olarak oldukça dolgun olan uzun bir önsöz ile başlıyor. Kendisi önsözde bile eğer bu çalışmaya tekrar girişecek olsaydı hangi konulara daha çok odaklanacağını ve bu çalışmasında da kimi konulardan yeterince çok bahsetmediğini belirterek bir öz eleştiri yapıyor aslında. Kitabı okuduktan sonra anlıyorsunuz ki, Butler başta bahsettiği kimi az değindiği olguları da işin içine katsaymış zaten oldukça geniş içerikli olan bu eser bilgi açısından adeta bir ansiklopediye dönebilirmiş. Ama yine de eserin tek eksisi incelemede de değineceğim kimi konuların ya üzerinde pek durulmaması ya da yeterince durulmadan geçilmesi. Öncelikle Butler genelde ikincil dalga feminizmle kendine insanların zihninde yer edinen bir kalıbı soruşturuyor: Feminist - lezbiyen ikiliği. Bu anlayış lezbiyenliği adeta bir tür "erkeklere muhtaç olmama" amacı güdülen ve cinsel bir yönelimin adeta keyfi bir tercihmiş gibi gösterilmesine ön ayak olan yanılgı aslında. Cinsellik ve cinsel hazların giderilmesi için erkeklere muhtaç kalmama düşüncesi dahilinde normalde heteroseksüel bir yönelime sahip olup kendine adeta zorla lezbiyen bir yönelim yüklemeye çalışan kimi feministler sorgulanıyor. Çünkü her şeyden önce, cinsel yönelim dediğimiz olgular; lezbiyenlik, geylik, biseksüellik sonradan kazanılan veya kazanılabilecek durumlar değildir. Kişi elinde olmaksızın kendi seçimi olmadan bir cinsel yönelime sahip olur. Toplumdaki kimi insanların sandığının aksine eşcinsellik ya da biseksüellik "özenilerek" ya da "etkilenilerek" olunacak bir durum değildir. Eğer kişi heteroseksüelizmin dışındaki cinsel yönelimleri dış dünyada keşfettikten sonra dıştan ilgi alanını değiştirmiş gözükse bile bu durum bir "özenme" - "etkilenme" değildir. Kişi heteroseksüellik kadar doğal olan başka yönelimleri gördükçe algısı genişlemekte ve keza kendinde başından beri böyle bir yönelim (heteroseksüelizmin dışında) varsa bunu kendinde bu sayede keşfetmektedir. Yani bu da bir etkilenme alanına girmez. Olan şey sadece kişinin, zaten en başından beri olduğu kişiyi keşfetmesidir. Şahsen kendim bir LGBTİ+ bireyi olarak şimdiye kadar hiç kimsenin, birilerinin iddia ettiği gibi, "özenerek" cinsel yönelimini veya cinsel kimliğini değiştirdiğini ne duydum ne de buna şahit oldum. Butler'e göre lezbiyenlik sanılanın aksine kadın olmanın anlam ve önemine dönüşü temsil etmez, kadınlığı adeta kutsamak anlamına da gelmez. Lezbiyenliği adeta, sahip oldukları heteroseksüelliğin cinsel hazları erkekten almalarını küçük düşürücü bir şey olarak algılamaları bile bunun açıklaması olabilir aslında. Sırf bu gibi sebeplerden dolayı da toplumda kimi insanların kafasında feminist - lezbiyen kalıbı maalesef çoktan yerleşmiş durumdadır. Butler, feminizm üzerine şu oldukça kritik konular üzerinde de duruyor. Feminizm bir kadın egemenliği demek değildir! Ya da yalnızca kadınların kurtuluşu üzerine kurulu bir mücadele de değildir. Bu gerek feminist mücadeleyi yanlış idrak etmiş bazı insanların topluma bunu yansıtması sonucunda ortaya çıkan bir şey, gerekse de ataerkil kitleye dayanan medyanın da bunu alıp, allayıp pullayarak tekrar tekrar abartarak çoğaltıp, adeta bütün feministler öyleymiş gibi empoze etmesine de dayanıyor. Feminizm kadını kutsallaştırıp en tepeye koyma amacında değildir. Maalesef ki böyle feminist anlayışlar da olmuştur. Düşünelim, bu durumda kadın da erkeği ezecekse şayet, kadının, asırlar boyunca birçok erkekten maruz kaldığı şeyi yine onlara bizzat dayatıp, kadının kendisi de tabiri caizse "erkekleşmiş" olmaz mı? Ya da bu kısıtlı algının bir başka göremediği şey de şudur: Kadınları ezdiği kadar olmasa da erkeği de ezen bir olgudur ataerkilizm. Elbette ki kadınlar olarak bunun farkına, ayırdına varmak, ezilen olarak çok daha etkili oluyor. Ama erkekler genel olarak bu sistemde ezilen tarafta kadınlar kadar yer almadıkları için erkeğin toplumsal cinsiyet ve ataerkilizm dayatmalarını fark edip, bunlara karşı çıkması adeta kendi için "rahat" olan bir tahttan inmek anlamına geliyor. Bu rehavetten dolayı da kimi erkekler ataerkilizm olgusunu hiç fark etmemeyi tercih ediyorlar. Ya da en azından yokmuş gibi, olması gereken buymuş gibi davranıyorlar. Ama asıl olması gereken şey o taht olarak nitelendirilen şeyin ortadan kalkmasıdır. Bu tahta kadınlar geçse bu sefer de kadınlar kategorisi üzerinden kurulacak bir toplumsal cinsiyet dayatması ortaya çıkacak, az önce bahsettiğimiz durum meydana gelecektir. Butler bu açıdan çok mühim bir konuya da parmak basar: Savaşılan şey tek tek erkekler değil, erkeklik dediğimiz, ataerkinin adeta tetikleyicisi olan şeydir. Ve de erkeklik olgusu erkeğin bizatihi kendini de bir anlamda ezmektedir. Aslında bu konudan daha önceki incelemelerimde bahsetmiştim. Uzun uzun tekrar söz etmek niyetinde değilim. Erkeği de adeta "ezen" kategorisine iteleyen bu sistem, keza erkek buna itiraz edip sorgularsa onu adeta toplum dışarı atarak, "erkeklik" denilen değerli olarak atfedilen şeyi yerine getirememiş olduğu için adeta onu dışlar. Dolayısıyla erkek sistem içerisinde "sert olmaya" zorlanmakta ve birçok toplumsal cinsiyet baskısı ona da dayatılmaktadır. En basitinden toplumda erkeklere atfedilen şeyler her erkek üzerinde hayatının belli bir döneminde de olsa baskıya sebebiyet vermiştir. En basitinden futbol sevmek ya da küfürlü konuşmak gibi kimi erkeklere atfedilen, cinsiyetleştirilmiş şeyler toplumun kafasında örneğin futbol sevmek = erkek(si) olmak anlamına gelmiş ve yine aynı sebepten futbolu seven ya da futbol ile profesyonel olarak ilgilenen kadınlara da "erkeksi" damgası açık açık olmasa bile zihinlere bir şekilde yerleştirilmiştir. Bir başka örnek de mesela kadın halterciler hakkında. Kadın haltercileri sırf kaslı yapıları yüzünden "erkeksi" olarak nitelendirildiğini gösteren birçok deney ve gözlem yapılmıştır. Bunun tam tersi durumunda da en basitinden örneğin baleye merak salmış bir erkek, toplumun gözünde algısal olarak (erkeklerinki kadar olmasa bile kadınların gözünde de, işin asıl trajik yönü de bu) adeta erkeklikten "düşmüş" ve "kadınsılaşmış" bir hale getirilir. Ve de kadınsı olmak da tarih boyunca hep bir "zayıflık" olarak görüldüğünden dolayı bunun zihinlere bu şekilde yerleşmesi de zor olmamıştır. Daha önceki çağlarda yazılan kimi eserlerde de zaman zaman "kadınsı = zayıf, narin" eşitliğinin göz önünde bulundurularak yapılan kimi betimlemelere şahit oluruz. Daha üç gün önce okuduğum Machiavelli'nin Prens eserinde bile, bunun bir örneğine rastladım: "Ona övgü olarak atfedilenler arasında, bir yargıç olarak on dört yıllık imparatorluğu süresince hiç kimseyi mahkeme etmeden öldürmemesi söylenir. Bununla birlikte, annesi tarafından yönetildi ve kadınsı olmak, düşünmekle suçlandı. Sonuçta ordu ona karşı komplo tasarladı." Hatta bu dayatma hayatımızın kimi kısımlarına öyle yerleşmiş durumda ki normal olarak görülen bazı şeyler bile bu dayatmaya dahil edilebilir. Aklıma centilmenlik örneği geliyor. Centilmenlik denilince akla toplumda genelde erkek cinsiyetinin icra ettiği ve kadınlara yönelik kimi hoşgörülü gibi görünen hareketler gelir. En basitinden otobüste bir kadına yer verildiğine hep rastlamışsınızdır. Bunun zihinsel açıdan temeli neye dayanır? Bir erkek kadına hangi zihinsel aşamalardan geçerek yer verir? Burada yer vermenin doğruluğu veya yanlışlığı üzerine odaklanmıyorum. Demek istediğim şey buna ulaşılan zihinsel inşa nasıl başlar, nasıl devam eder ve nasıl sonuçlanır? Ya da başka bir yönden bakacak olursak bir erkeğe yönelik centilmenlik yapmak neden kadına yönelik olan centilmenlik kadar alışılmış değildir? Bu aslında bir anlamda kadının "zayıflığını" kimi basit örneklerle, istemsizce bile olsa tasdiklemek anlamına gelmez mi? İşte ataerkinin elindeki en büyük koz, yani toplumsal cinsiyet dediğimiz olgu insanlar üzerindeki kimi cinsiyet inşalarını kişilerin kendisine bırakmaya bile fırsat vermeden kendisi her şeyi hızlıca onlar adına düşünür. İnsanın kendi aklını kullanmadığı süreci başkalarının "kullanılmış" akıllarını kullanmak kendi aklına saygısızlık anlamına gelmez mi? İşte tam bu noktada Butler cinsiyet - toplumsal cinsiyet ayrımı ve ilişkisi üzerine çalışmasının büyük bir çoğunluğunu kapsayan derin bir analize giriyor. Cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki ayrım nedeniyle feminist özne zamanla bölünmeye uğramıştır. Bu ayrımı ben kendimce şöyle tanımlıyorum: Cinsiyet, kişinin kendi hakkında verdiği bir beyana dayalı tanımdır. Yani kişi kendi hakkında "ben kadınım" , "ben erkeğim" ya da "ben non-binary'im (ikili olmayan)" tanımlaması yapıyorsa bu onun toplumsal cinsiyetten bağımsız olarak cinsiyetini; cinsel kimliğini oluşturur. Toplumsal cinsiyet ise sürekli örneğini verdiğimiz gibi, bu cinsel kimlikler üzerine kurulan ve inşa edilen normların - önyargılarının genel olarak ismidir. Yani bu anlamda baktığımızda kimi insanların onların üzerine dayattığı toplumsal cinsiyet normları, yine o insanların cinsiyet beyanlarına uygunluk göstermeyebiliyor. Ki zaten feminizmin en önemli amaçlarından biri de cinsel kimlikler üzerine yüklenmiş olan bu normları kaldırmaktır. Butler şundan bahseder, eğer toplumsal cinsiyet, cinsiyetli bedenin üstlendiği kültürel anlamlar bütünü ise toplumsal cinsiyetin herhangi bir cinsiyetten tek bir şekilde kaynaklandığı söylenemez. Yani bunun eril bir sistem olduğu doğrudur ama salt erkek cinsiyetinin bizatihi kendisinden kaynaklanmaz bu durum. Diğer bir deyişle toplumsal cinsiyetin ve ataerkilizmin hegemonyasını devam ettirebilmesi erkekler üzerinde daha kolaydır, çünkü sistemin kendisi erkekleri yücelten bir sistemdir. Bu açıdan feminizmin hedefinden sapması da kimi yanlış kavrayışlar sebebiyle kaynaklanır. Bir feminist "erkek düşmanı" olamaz Butler'e göre, onun olduğu şey erillik; erkeklik düşmanlığıdır. Erilliğin tek tek yaşandığı açığa çıktığı bireylere düşmanlık duymak da hem erkekleri toplumsal cinsiyet savaşımından dışarı itelemek demektir hem de amacın hedefinden sapmasıdır. Ki zaten bir çözüm yolu da değildir bu. Evde her akşam kaba saba bir şekilde "namusu" saydığı kadına sofrayı kaldırmasını "buyuran" erkek elbette ki iticidir. Belki de nefret edilesidir. Ama salt o erkeğin fert olarak kendine nefret duymak genel sistemi yıkma girişimi olarak hiçbir fayda getirmez. Bu başka bir deyişle düşmanı, tekil bir hedef olarak görüp, böyle tanımlayıp kin duyarak kişinin kendini tatmin etmesi olarak da nitelendirilebilir. Bu açıdan cinsiyet - toplumsal cinsiyet algısını kavrayamayan kimi feminist bireyler tarafından zaten cinsiyetçi ve aşırı ikilileştirici, kutuplaştırıcı bir feminizm savunulur. Ataerkil kitle de bu fırsatı hemen kendi avantajına çevirip feministlerin tamamını "erkek düşmanı" damgasıyla tüm topluma empoze eder. Toplum nazarında "Kimlik" onu istikrarlı kılıp adeta güvence altına alan toplumsal cinsiyet ile uyuştuğunda hiçbir sorun yoktur. Ama ne zaman ki bir birey kültürel olarak idrak edilmeyi sağlayan toplumsal cinsiyet normlarına uymadığında yine toplumsal cinsiyetin kendisi onu "tutarsız" ilan eder ve toplumdan dışlamaya, ötekileştirmeye başlar. Bu nokta öyle mühim ki... Eğer kendinizi örneğin bir erkek olarak beyan ediyorsanız, toplumsal cinsiyetin "erkek olanlara uygun olanı" buyurduğu şeylere adapte olursanız hem toplumsal cinsiyet size arka çıkar hem de toplum sizi "normal", "onlardan biri" gibi karşılamaya başlar. Aynı şey kadınlar için de geçerlidir keza. Ancak toplumda kimi bireyler vardır ki, bedensel açıdan bile bu tutarsız olarak ilan edilmeye en başından itibaren maruz kalırlar. Bu bireyler, toplum nazarında hem kendileri üzerindeki normlar yıkıntısına karşı çıkarlar, hem de bizatihi kendi cinsiyet tanımlamaları da atanmış biyolojik cinsiyetleri ile yine toplum nazarında uyuşmazlık gösterir. Bu adeta iki kat daha fazla baskıya maruz kalmak demektir aslında. Çünkü toplum idrak edilebilen toplumsal cinsiyet normlarının dışına çıkanları keza kendi yöntemi ile cezalandırıp "ötekiler" kategorisine sokarken, bir de kişinin biyolojik bedenine ait hissedemeyip buna karşı çıkması toplum için tam olarak bir utanç kaynağıdır. Bunun yaşattığı baskıyı "iki kat" olarak tanımlamamı kimsenin acısını başkasıyla yarıştırmak olarak algılamayın lütfen. Bahsettiğim bireyler toplumda sapkın, sapık olarak tanımlanan transseksüel bireyler. LGBTİ+ kesiminin bildiğiniz gibi "T" dediğimiz kısmına ait olan bireyleri gayet iyi tanıyorum, çünkü ben de bizzat bir transseksüel bireyim. Transseksüalite, tıp camiasında 90'lı yıllara kadar, tıpkı eşcinselliğin de bir zamanlar "hastalık" olarak nitelendirildiği gibi, bir hastalık olarak kabul edildi. Transseksüalite, çok kısaca bahsetmek gerekirse, kişinin üstte de söz ettiğim cinsiyet beyanının; kendisini ait hissettiği ve buna göre tanımladığı cinsel kimliğinin, biyolojik bedenine uyum göstermemesi durumudur. Toplumdaki önyargıların aksine bu ne bir "tercih" meselesidir ne de bir "sapkınlık" durumudur. Bu tıpkı cinsel yönelimlerin olduğu gibi kişinin seçiminde olan bir şey değildir. Yani kişi başından beri kendine ait olmayan bir cinsiyetin bedeninde dünyaya gelmiştir, bunun bilincine vardıktan sonra da bu bireyler uyum sürecine girerler. Yani halk dilinde "dönmek" olarak tanımlanan şey aslında bir değişim değil, kişinin en başından beri ait olduğunu hissettiği cinsiyete, bedensel olarak uyum sağlaması sürecidir. Bu yüzden bir "cinsiyet değiştirmek" kavramından da söz edilemez. Kişi zaten en başından beri beyan ettiği cinsiyettedir, o bunun farkına sonradan varmış olsa bile durum böyledir. Bazı dışlayıcı kavrayışa sahip olan kimi feminist, sözümona "kadın hakları savunucusu" olan oluşumlar trans-dışlayıcı bir yol izlerler. Aslında bu sadece transseksüel bireyleri dışlamakla kalmaz, feminizmi sadece tek bir cinsiyete atfetmeye kadar gider. Ama transfobinin başka bir anlamı daha vardır. Bu şekilde davranarak bu kişiler örneğin, trans kadınları "kadın" olarak görmezler. Adeta az önce bahsettiğim toplum normlarına kanarak, transseksüelliği bir "dönme", "değişim" olarak görürler. Dolayısıyla bu anlayışa göre sanki trans kadınlar "sonradan" kadın olmuşlardır ve bu kişilerin kadın haklarını savunmaya hakkı yoktur! Butler, bu gibi olan kimi yanlış kavrayışları da eleştirip, kime ne için kafamızdan adeta atarak cinsiyet atfettiğimizi sorgular. Dolayısıyla kimsenin kimseye kendi cinsel beyanı dışında olan bir cinsiyetle hitap edemez, en azından saygı bunu gerektirir. Şu anki sistemde cinsiyet ile özdeşleştirilmeleri bile adeta erkeklerin hali hazırda uzun zamandır sahip olduğu farz edilen özerklik ve özgürlüğü adeta kadınlara gökten bahşetmeye çalışmaktır. Bu da kimi feminist gibi görünen anlayışları sanki erkeklerin elinde olan bu ayrıcalığı, yine onların elinden zorla almayı düşünmeyi gerektirir. Ortada zorla alınacak bir şey en baştan kalmamalıdır halbuki. Bu bağlamda, cinsiyet kategorisi de onu tutsak eden olgulardan arındırıldığında her şey tam anlamıyla özgür ve eşit hale gelecektir. Fakat cinsiyet artık günümüzde kişileri belirtip, "vasıflandırmakla" kalmayıp, ikili toplumsal cinsiyet yapısının evrenselleşmesini de sağlar. Bu, adeta devasa şeytani bir makineyi sürekli olarak beslemeyi sağlar. Yani bu öyle bir sistemdir ki kendi kendisini sürekli yeniler ve her çağa kendisini bir şekilde adapte etmeyi başarır. İşte tam da bu yüzden ataerkilizme karşı olan mücadele olağanüstü bir özveri gerektirir. Dolayısıyla sadece kadınların değil aynı zamanda bu sistemi reddedebilmiş erkeklerin ve tüm LGBTİ+ bireylerin de mücadelesi olmalıdır feminizm. Çünkü toplumsal cinsiyet aynı zamanda sürekli olarak heteroseksüalite de yargısı da verir topluma karşı. Heteroseksüellik dışında olanları da "öteki" olarak dışlar ve uzaklaştırır. Bu öteleme hakkında daha önce yazdığım bir incelemede bundan söz etmeye çalışmıştım. O incelemeye de buradan ulaşabilirsiniz: #43946977 Özellikle trans kadınlar 90'lı ve 2000'li yıllarda şimdiye nazaran çok çok daha fazla (şimdi de çok fazla ayrımcılığa maruz kalıyorlar, kalıyoruz...) ayrımcılığa maruz kalıyorlardı. Para kazanmak için alternatifleri kapanmıştı; toplum bu anlamda onları tamamen "öteki" hale getirmişti. Dolayısıyla para kazanmak için hiçbir fırsatlarının kalmamış olması onları zorunlu olarak seks işçisi olmaya itmişti. Sırf bu yüzden birçok trans kadın, o zamanlarda seks işçisi olmak zorunda kalıp ancak bu şekilde para kazanıp böyle hayatlarına devam edebilmişlerdi. Ama yine aynı toplum, onlara seks işçisi olmaktan başka çare bırakmayan yine kendisi olduğu halde, onları seks düşkünü, sapkın olarak nitelendirmişti. Şimdi günümüzde hala daha geçerli olan yanlış algı trans kadınların sapık, haz bağımlısı varlıklar olduğu üzerine kurulu. Aynı algı yine eşcinsellere yönelik de var. Sanki eşcinsel bir birey, sokakta gördüğü tüm kendi hemcinsi olan insanlara sarkıntılık yapacakmış gibi kabul ediliyor. Toplumsal cinsiyeti tutarlı kılan düzenleyici birçok pratik bu yüzden zorla inşa edilmiştir. Az önce bahsettiğimiz kadın ve erkek üzerindeki algılar, heteroseksist bir düzen ve bunların getirisi olan her şey. Butler de bu konuda, toplumsal cinsiyetin cinsiyetten bağımsız olarak her zaman sürecek olan bir yapım, inşa edimi olmasının altını çizer. Kişi "o imiş" gibi yaptığı kimliği sürekli olarak baştan ve baştan kurmaktadır. Çünkü ataerkilizm nasıl ki kendini baştan ve baştan kuruyor ve tazeliyorsa, kendisini dayattığı insanlara da bunu yapmayı zorlar. "Güzel kadın" algısı toplumda nasıl ki, zayıf ve pürüzsüz bir bedene sahip bir kadın olarak oluşuyorsa, "yakışıklı erkek" algısı da aynı şekilde kaslı vb. gibi erkek algısı üzerine oturtulmuştur. Ve dediğimiz gibi bu parametreler de sürekli olarak çağlara uygun olacak şekilde değiştirilmektedir. İnternette güzellik ve yakışıklı olma algısının çağlara göre nasıl değiştiğini gösteren onlarca araştırma ve video bulabilirsiniz. Toplumsal cinsiyet, bedenin tekrar tekrar stilize edilmesine dayanır! Butler, Foucault sayesinde tanıdığımız, hermafrodit; günümüzdeki diğer adıyla interseks bir birey hakkında da kimi analizlere giriyor. Herculine ismindeki bu kişi toplumsal cinsiyet normlarının tam anlamıyla kırılımını temsil etmektedir adeta. Yani başka bir deyişle toplumsal cinsiyet normları Herculine söz konusu olduğunda adeta geçersizleşmeye başlar. Ve bu salt doğuştan gelen bir durumdan dolayı böyledir. Ama yine de sistem bu kırılmaya uğramakla durulmaz, Herculine'yi toplumsal kabulün gerektirdiği bir şekilde ikili sisteme dahil etmeye çalışır. Bu dahil etme baskını yaşayan Herculine kilisenin kararıyla resmi olarak bir erkek olur. Ancak yine de mutlu değildir. O kendisini iki cinsiyete de tam olarak ait hissetmiyordur. Bu açıdan az önce sözünü andığımız non-binary adı verilen, ikili olmayan cinsiyet tanımlaması da akla geliyor. Ancak şunu da söylemekte fayda var, her interseks birey non-binary olmak zorunda değildir. İnterseks olarak dünyaya gelmeyen bir birey de kendini non-binary olarak tanımlayabilir, bu, o kişinin ikili cinsiyet sisteminde kendini herhangi bir cinsiyete ait hissedemediğini ya da kendini tam olarak hissettiği şeyin bu ikili dayatmadan fazlası olduğunu ifade edip kendini o şekilde de tanımlayabilir. Buradan da şu sonuca varıyoruz. Biyolojik olarak, genital organlara bakılarak doktorların karar verdiği cinsiyet, kişinin asıl cinsiyet kimliğini yansıtmayabilir. Toplumsal cinsiyetin ikili heteroseksist düzene ve üremeye, üremeye zorlamaya dayalı bir sistem olduğundan söz etmiştik. Butler mükemmel bir örnek verir. Bir gelin düşünelim. Toplumda gelin olma, kız "alıp-vermek", zamanla bir değiş tokuş nesnesi haline gelir ve yalnızca ticareti mümkün kılmak için değil, ritüelistik bir amaca da hizmet eden bir değiş tokuş kanalı açar. Dolayısıyla gelinin de bu kanalda kimliksizleşmesi söz konusudur. Artık o gelin ne bir kadın ne de bir bireydir. Böylelikle de kadınların adeta ritüellere "ihraç edilmesi" ve karşılığında yine ritüellerle "ithal edilmesi" yoluyla babasoyluluk defalarca ve defalarca güvenceye alınır (kendini sürekli olarak yenileyen ataerkil sistemi hatırlayın). Dolayısıyla evlilik dediğimiz olayın kendisi de, bir şeyleri "alıp-vermek"ten ibaret hale gelir toplumda. Bunlara itaat etmeyenler de ister istemez toplumun gözünde "kutsal" olarak nitelendirdiği, heteroseksüelizmin dayatması olan hemen bir an önce evlenip çocuk yapma zorunluluğuna maruz kalırlar. Sırf bu yüzden de kimliksizleşen kadınlar yine bir şekilde (kadınlar kadar aşağılayıcı bir biçimde olmasa da) kimliksizleşen erkekler tarafından bir tür çocuk doğurma makinesi haline getirilirler. Butler geçmişteki cinsiyet üzerine çalışmalar yapmış kimi düşünürler üzerine de çeşitli analizlerde bulunur. Bu açıdan, eğer Butler okuyacaksanız, en azından geçmişteki cinsiyet araştırmaları yapan düşünürleri genel olarak bir okuyun derim. En azından ben kendim için buna gelecekte daha özen göstereceğim. Mesela Lacan'ın eşcinsellik üzerine görüşlerinden söz eder. Lacan'a göre eşcinsellik hayal kırıklığı ile sonuçlanmış bir heteroseksüellikten başka bir şey değildir. Ama Lacan'ın bu görüşünü Butler eleştirir. Eğer bu geçerli olsaydı o halde bunun tam tersi bir durumun da geçerli olması gerekirdi. Ayrıca Lacan'ın bakış açısındaki başka bir tutarsızlık da cinsellik olgusunun sadece heteroseksüelliğe özgü olarak görülmesidir. "Normal" tanımlaması yapılan bir cinsellik heteroseksüelliğe ait olmak zorunda değildir. Hem zaten "normal" olandan neyi, hangi yönelimi kastediyoruz ki? Ayrıca Butler, kadınlara duyulabilecek herhangi bir arzunun, ille de "eril" olmasının gerekmediğinden de söz ediyor. Bu da heteroseksist bir düzenin uydurmasıdır aslında. Yine de aynı şekilde erkeklerde eşcinsellik adeta bir "kadınlaşma" algısına tekabül eder. Sırf bu yüzdendir ki, toplumsal cinsiyet yalnızca bir cinsiyetle özdeşleşmeyi değil aynı zamanda cinsel arzunun ille de öteki, zıt olan cinsiyete yönlendirilmesini de gerektirir. Aynı şekilde cinsiyeti ille de adlandırmaya çalışmak da bir tahakküm ve zorlama edimidir. Wittig'in de söz ettiği, benim de incelemede ifade ettiğim lezbiyen feminizm kavramını da tekrar irdeler Butler. Wittig'in ifade ettiği gibi lezbiyen bir feminizm, Butler'e göre mücadeleyi sadece tek bir cinse indirmiş olmakla kalmaz, üstüne üstlük bir de heteroseksüel kadınlarla kurulabilecek herhangi bir türden dayanışmanın da önünü keser. Bu açıdan belirtmem gereken mühim bir mesele daha var. Mücadele edilen şey heteroseksüelizmin bizzat kendisi değildir, heteroseksüelizmin getirdiği dayatmalardır. Yani, bazı insanların zihninde şu gibi algılar da oluşabiliyor; toplumsal cinsiyet karşıtları heteroseksüellik karşıtıdır gibi algılar. Hayır. Halbuki heteroseksüellik de tüm cinsel yönelimler gibi doğaldır. Bu açıdan bir tür heteroseksüelizm düşmanlığı da söz konusu değildir kesinlikle. Ayrıca Butler çok mühim bir noktaya daha parmak basar. "Gerçek" ve "cinsel olarak olgusal" denilen şeyler, bedenlerin benzemeye zorlandığı ama asla başarılmayan, asla da başarılamayacak olan sonsuz bir süreçtir. Yani toplumsal cinsiyetin dayattığı kadın erkek kalıplarına zaten tam olarak uymak da baştan mümkün değildir. Bunlara tam olarak uymak isteyen kişi sonsuzca devam eden kısır bir döngünün içerisinde bulur kendini. Yani bu toplumsal cinsiyetin, cinsiyetler üzerindeki inşa süreci asla bitmediği için, nesillere göre sürekli evrimleştiğinden dolayı sırf bu yüzden bile ataerkilizm sürekliliğini çok sağlam temeller üzerine kurmuştur. Sonuç olarak Butler, gerek kimi zihinlerde yanlış ve dışlayıcı olan zihinsel inşayı bozup baştan inşa etmeye davet etmesiyle, gerek önceki cinsiyet ve toplumsal cinsiyet üzerine olan araştırmaları ve çalışmaları analizleyip sentezlemesiyle, gerekse de toplumsal cinsiyetin cinsiyetler üzerindeki hegemonyasını gözler önüne sermesiyle gerçekten büyük bir iş çıkarmış. En başta bahsettiğim, Butler'in de önsözde bahsini ettiği gibi kimi konulara daha derinlikli değinmesi çok daha iyi olabilirmiş. Örneğin transseksüellik konusu. Çünkü transseksüel kimlik ve beden ilişkisi bile toplumsal cinsiyet üzerinden baktığımızda kırıcı bir etmen yaratır. Ama ben yine de Butler'in bu konuya başka çalışmalarında hakkını vererek değindiğine eminim. Elimden geldiğince Butler'in bu kapsamlı eserini hakkını vermeye çalışarak, kimi yerlerde kendimden de (ve de kendi cinsel kimliğimden de) bahsederek elimden geldiğince etraflıca analiz etmeye çalıştım. Bu satırlara dek gelenlere bence bir teşekkür borçluyum. Böylesine uzun bir yazıyı zaman ayırıp okudukları için. Çok teşekkür ederim...
Cinsiyet Belası
Cinsiyet BelasıJudith Butler · Metis Yayıncılık · 2020599 okunma
··
2.960 görüntüleme
Venüs okurunun profil resmi
Çok güzel bir inceleme olmuş. Epey uzundu ama okuduğum her satırına değdi. Elinize sağlık.
Nympheutria okurunun profil resmi
beğenmenize sevindim
Dora okurunun profil resmi
Bu yazıyı okumaya değdi 👍🏻
Nympheutria okurunun profil resmi
Ne mutlu o halde bana :) böyle düşünmene çok sevindim.
2 sonraki yanıtı göster
Dora okurunun profil resmi
Virginia Woolf'un çok sevdiğim bir sözü geldi aklıma: "Kitaplarınızı istediğiniz kadar kapatıp kitleyin, ama benim aklımın özgürlüğüme vurabileceğiniz hiçbir kilit, hiçbir kapı ve hiçbir süngü yoktur."
Nympheutria okurunun profil resmi
Evet kesinlikle. Ve kilit vurulamazlığın bilincinde olmak kadar güven verici bir şey de yok..
Erman Bkhrmn okurunun profil resmi
Emek için çok teşekkür ederim. Detaylı bir şekilde okudum. İnceleme olması içşn değil yürekten bir kişisel yazı ortaya koymuşsunuz. Sizi yürekten kutluyorum.
Homeless okurunun profil resmi
3 ayrı zaman diliminde okudum, yorumunuza sağlık.
Nympheutria okurunun profil resmi
Zaman ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim.
Dora okurunun profil resmi
Bir solukta okudum. Zihnine sağlık. (Bir de sanırım ekrana uzun süre baktığım için hafif bir körlük yaşıyorum şu an)
Nympheutria okurunun profil resmi
Çok teşekkürlerrr, körlük için de üzgünüm :))
Dora okurunun profil resmi
Senin gibi içinden gelerek ve korkmadan yazanları gördükçe mutlu oluyorum. Bu distopya da az da olsa ütopik bir umuda kapılıyorum. (Özellikle de son çıkan haberlerden sonra ilaç gibi geldi bu umut) Şimdiden bir okuyucun hazır bile haberin olsun 🤗
Nympheutria okurunun profil resmi
Özellikle şu zamanlarda hepimizin ihtiyacı olan şey tam da bu sanırım. Hani kendim öyleyim demeye de getirmiyorum. Sadece demek istediğim, mücadele ettiğimiz şey devasa, yıkılmaz gibi görünüyor olabilir ama korkusuz olmak bunların tamamını aşacaktır. Yaaa, çok teşekkür ederim 🤗 en azından birilerinin, bir yerlerde yazacağım naçizane şeyleri okuyacak olduğu düşüncesi bile harika, çok mutlu oldum.:))
Neşe okurunun profil resmi
Son zamanlarda okumayı düşündüğüm bir kitaptı. İncelemenizle birlikte, okuma isteğim daha da arttı. Elinize sağlık.
Nympheutria okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim, buna vesile olabildiysem ne mutlu bana..
Ceyda okurunun profil resmi
Seninle gurur duyuyorum <3
Nympheutria okurunun profil resmi
Teşekkür ederimmm :))
Metin T. okurunun profil resmi
Çok bilgilendirici, kafa açıcı, detayları anlamamı sağlayan bir inceleme okudum. Kaleminize sağlık efendim.
Nympheutria okurunun profil resmi
Vaktinizi ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.
11 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.