Gönderi

56 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 saatte okudu
Halil Cibran, Lübnan asıllı Amerikalı, kelimelere dans ettirip şarkı söyleten felsefe yazarı, romancı, mistik şair ve ressam. Kendine has üslubu ile bambaşka bir yerde duran üstad sanatkâr. Herhangi bir kitabı okurken, bu bölüm çok iyi ve anlamlı diyerek alıntı yapmak istersiniz ya hani, Halil Cibran'ın her hangi bir eserini okurken bunu her satırda ve her cümlede hissedersiniz. Onun eserini tam anlamı ile anlamak için hemen bir kaç saatte okuyup bitirmek yetmez. Ben eseri 2 saatlik bir zaman diliminde okudum ama en az 1 hafta daha bölüm bölüm okumaya devam edeceğim çünkü her okuduğumda yeni şeyler öğreniyor ve eseri daha iyi idrak etmeye başlıyorum. Eser, yazarın Ermiş kitabının davamı. O yüzden önce Ermiş eserini okuyup bu eseri okumak daha faydalı ve yardımcı olur. "Bazı anlar vardır, uzun ayrılık sürelerine denktir. Ama ayrılık zihnin tükenmesinden başka bir şey değildir. Belki de biz hiç ayrılmadık." diyerek dönüş yapar doğup büyüdüğü şehre El Mustafa. Ve El Mustafa'nın etrafını "gençleri yaşlıları, gürbüzleri cılızları, rüzgarın ve güneşin tenlerini yaktığı insanları ve solgun yüzlüleri de gördü. Çehrelerinde şiddetli bir arzunun ve sorgulamanın ışığı vardı" ve hepsi El Mustafa'ya merak ettikleri ne varsa sormaya başlar. Ve içlerinden birisi, "Bize on iki yılını geçirdiğin o ülkeden söz et" diye sorar. El Mustafa: "Yazık o millete ki, dokunmadığı şeyi giyer, ekip biçmediğini yer, hasat etmediği tohumun ekmeğiyle beslenir, zorbayı bir kahraman gibi alkışlar ve gösterişli fatihi hayırsever sanır. Rüyasında küçümsediği tutkuya uyanıkken boyun eğer. Sesini sadece cenaze törenlerinde yükseltir, sadece boynu kılıçla kütük arasındayken başkaldırır. Devlet adamı bir tilki, filozofu bir hokkabaz, sanatı yamama ve taklit sanatıdır. Yeni hükümdarını borazan sesleriyle karşılar ve bir sonraki hükümdarını da borazanlarla karşılamak için, onu yuhalayarak uğurlar. Güçlü adamları henüz beşikteyken, bilgeleri yıllarca susturulan o millete yazık! Ve her parçası kendini bir millet sanan, o bölünmüş millete yazık!" diye cevap verip aslında kendinden çok sonraki dönemlere şöyle bir ışık tutar. Geceleri kitap okumak, düşünmek, sohbet etmek, misafirlik... Bu ve benzeri şeyler her zaman daha bi ilgi çekici olmuştur. Şöyle diyor El Mustafa bu konuda, "Çoğu zaman geceyi bir dinlenme vakti olarak düşünür ve anlatırsınız, oysa gerçekte gece bir arayış ve buluş vaktidir." ne kadar da muazzam bir tespit. Ne kadar da çirkin deriz. Bir böceğe veyahut bir çiçeğe, insana, kısacası her hangi var olan beğenmediğimiz her şeye. El Mustafa bu konuda da şöyle der," Dostum, kim seni konuksever olmamakla suçlayabilir, evinin önünden geçip de kapını çalmıyorsa? Kim seni sağır ve dikkatsiz yerine koyabilir, senin anlamadığın bir dille sana sesleniyorsa? Senin çirkinlik dediğin şey, senin hiç bir zaman ulaşmaya çabalamadığın şey değil midir, senin hiçbir zaman girmek istemediğin yürek değil midir? Eğer çirkinlik varsa, gerçekte, gözlerimizi kapatan kabuklardan ve kulaklarımızı tıkayan balmumundan başka bir şey olamaz." Ve sabır. Sabrın sonu selamattir der atasözü. Gerçekten en büyük problemlerimizden birisi her konuda sabırsız olmamız. Bir gecede zengin olmak, tek seferde bir çok şeyi birden yapmak, bir sorunun çözümüne giden yolda heme vazgeçmek gibi. Bunlar bize sürekli zarar veren olaylar. Ve El Mustafa diyor ki bu konuda, "Şimdi bir avuç toprak al. İçinde bir tohum ya da bir solucan bulacaksın. Eğer elin yeterince büyük ve yeterince sabırlı olsaydı, tohum bir ormana, solucan da bir melek sürüsüne dönüşebilirdi" sabır, ancak bu şekilde anlatırdı. O kadar zor dönemlerden geçeriz ki, savaş, salgın, ekonomik buhran, kişisel sorunlar aşk, ekonomik, psikolojik bir sürü etken. Ama bunlara rağmen hayat devam eder. Ya ölürüz ya da El Mustafa'nın dediği gibi: Karanlıklar üstünüze çöktüğünde, şöyle deyin: 'Bu karanlıklar henüz doğmamış şafaktır, her ne kadar gecenin doğum sancıları içime dolsa da, tepelere doğan şafak bana da doğacaktır.' Ve bir çoğu hayatının bir çok yerinde hep yaratıcıdan yani Tanrı'dan söz eder. Sürekli, her daim onun varlığını hatırlatır karşı tarafa onu korkutmak için. Deprem olur, bak Tanrı'nın gazabı gibi. Aslında Tanrı'yı sadece korktuğu için anar veya onun için ona saygı duyup inanır. Vicdanını rahatlatmak, hiçlikten arınmak için. El Mustafa der ki: "Genellikle Tanrı'yı çok fazla şakıyorsunuz, oysa gerçekte bu şarkıyı duymuyorsunuz." Tanrı her yerdedir: doğada, çiçekte, toprakta, gökyüzünde, bir bebeğin doğuşunda, bir gözün bakışında... Onlara saygılı olmak, onların kıymetini bilip onlara zarar vermemek Tanrı'yı anmanın ve ona saygı duymanın en iyi biçemidir der. O kadar çok güzel söz ve hikaye var ki eserde ne kelime yeter buraya yazmaya ne benim vaktim. Bu kadar kısa bir özet geçip herkese tavsiye ederim bu eseri. Ama önce Ermiş sonrada Ermişin bahçesini okumak daha yararlı ve faydalı olacaktır. Herkese iyi okumalar.
Ermişin Bahçesi
Ermişin BahçesiHalil Cibran · İş Bankası Kültür Yayınları · 202114,8bin okunma
·
28 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.