Gönderi

168 syf.
7/10 puan verdi
·
Read in 5 days
Çiçekler solar. İyi insanlar vefat eder. Beyaz Gemi gider.
Aytmatov ile ilgili; internetten yapılmış birkaç küçük araştırma ve romanlarının başlangıcında yer alan kısa biyografiler dışında, çok fazla bilgi sahibi olduğumu söyleyemem. Okuduğum 4 kitabıyla az çok düşündüklerimi yazacağım. İlk olarak, bende uzun uzun düşünmeyi seven bir insan izlenimi bıraktı. Resmettiği yerlere saatlerce bakmış, oralarda gezinmiş, oturmuş, belki bir sigara yakmış, toprağa ellerini sürüp, bir kum saatiymişçesine o toprağı ellerinden akıtmış, bazen bir otu dudaklarına sıkıştırıp, alnını düşünceli bir insan edasıyla kırıştırarak bir ağaca sırtını yaslamış... Bu kitapta da karakterlerin zihninden geçenlerin, bu tür bir insanın kaleminden dökülmüş olabileceğini hissettim. Kim bilir, belki de düşündüğümün aksine çok konuşkan bir adamdır. Okuduğum biyografik bilgilerden birkaç şey yazmak istiyorum: Babası, Stalin'in temizlik harekatında öldürülmüştür. Annesi tarafından bin bir emekle büyütülen çocuk, kültüründe babaannesinin ata ağzından dimağına inci inci yerleştirilen masallar, ninniler ve efsanelerle, yazarlığının ilk besin kaynağını kazanmıştır. Yazar, 2. Dünya Savaşı'nın şahitlerindendir ve bu zor yıllarda veterinerlik teknik okulunu bitirmiştir. Eli kalem tutmasıyla edebiyat dünyasına ilk adımlarını atmıştır. İlk bombası:
Cemile
Cemile
. Bana göre dünyanın en güzel aşk hikayesi olmayan bu eseri, Fransız şair
Louis Aragon
Louis Aragon
tarafından zıttı şekilde değerlendirilmiş ve Fransızcaya tercüme edilmiştir. Aytmatov'un artık yıldızı parlamış ve bu tercüme ile tanınan bir yazar olmuştur. Daha iyi kitaplar yazarak yoluna devam etmiş ve bugün ülkemizde belki de en çok
Selvi Boylum Al Yazmalım
Selvi Boylum Al Yazmalım
isimli eseriyle tanınan biridir. Ciddiyet kelimesinin üzerinde durarak bu yazıya devam etmek istiyorum. İnsana yaşamak için umut, mutluluk ve güç gerek. Kazak halkının şerefleri ve vatan toprağına düşkünlükleri, ciddiye aldıkları değerlerin yolunun hep kanla ve savaşla kesişmesinden kaynaklanmış gibi görünüyor. Şu sıralar, bizler belki de, siyasi ve ekonomik dengelerin, bir virüsle değiştirilmeye çalışıldığı süreçte, düne kadar değeri show dünyasına kurban etmiş, sözüm ona modern insanlarız. İnsanların onurları, artık dudakları kadar önemli değil. Yaşlılarla yahut ana-babaya yapılan türlü lakayt şakalarla eğlenen gençler, bugün bu noktaya, elbette kendi kendilerine gelmediler. Yazarın bu kitabında da, okuduğum diğer üç eserinde de, çocukların ne kadar büyük fikirli oldukları, saygılı ve çocuk olduklarını hatırlamaya muhtaç bir ciddiyet görülüyor. Bugün kendinden büyüklere abla-abi demeyi zül gören gençlere ve eskilerin gençlerine bakınca bu çocuklardaki çocukluk ile şimdikiler arasındaki fark çok açık. Çağa zorla ayak uydurmaya çalışarak, saygı duyan, saygı duyulan ve değer taşıyan insanları görmeye hasret bağrımızla okumaya devam ediyoruz. Bu kitapta, hiç kimseye saygı duymayan, kendini nimetten sanan, ciğeri beş para etmez bir karakterin sembolikleştirilmiş anlatımında, insanların ne noktalara gelebileceği yahut getirilebileceğini görüyoruz. Bu karakterin ismi, -olmaz olası- Orozkul. Kendisi az rastlanan biri değil. Hak etmediği halde; kabalığına, nobranlığına, verdiği zarara rağmen küstahça değer görme arzusu ve yaptığı her şeye takdir bekleyen insan tiplemesi. Bu kişi öyle resmedilmiş ki, eminim okuyanların zihninde buna benzer birileri canlanmıştır. Kendisini, kendi varlığıyla değerli görmediği için bir evlatla adam olacağını zanneden Orozkul, gerçekler yüzüne vurulsa (belki kullanmayı çok sevdiği bir balta yardımıyla) doğa düşmanı, acımasız bir koca, varlığı safi zarar, kötülüğün şekil bulmuş hali, halden de dilden de anlamaz, kalbi kadar mercimek beyinli, atlara ayrı insanlara ayrı eziyet eden, mundar herifin teki olduğunu yine göremezdi. Çünkü bu bir doğa meselesi. Karısına, bakın eşine değil, karısına, çünkü bu tür karakterler için bir kadın ancak karı edilir, bir çocukları olmadığı için ettiği küfürleri, hakaretleri, akla hayale sığmaz korkunç ifadeleri o kadar içimi şişirdi ki, eğer amaç burada Batı temsili olmasa, sadece insan olsa, ben bu karakterin başına çoraplar örülmesini dilerdim. Yahut bir kitap yazsam, gerçek olmaz ama bu tür karakterlerin başına onlara layık neler getirirdim bilmiyorum. Fakat konuyu dağıtmamak adına, kötü karakterlere beslediğim nahif duygularımı kendime saklıyor ve aklıma düşen
Burma Günleri
Burma Günleri
'ni buraya iliştirmek istiyorum. Çünkü George Orwell bu kitabında, İngiliz zulmünün Hindistan halkı üzerindeki etkisini o kadar iyi anlatmıştı ki, okuduğum sıralar okumasam da olurmuş diye düşünürken, sonrasında orada geçenleri birçok şeyle kıyaslayabilince, iyi ki okumuşum diyorum. En çok aklıma kazınanlardan biri yine beyaz adamların, her yerden sömürdükleri yetmezmiş gibi, ruhlarına da tecavüz ettikleri bu insanların, kendilerini kötü hissettirmek için buldukları kara insan ifadesi. Kitabı okuyalı uzun zaman olduğu için ifadeleri net hatırlayamasam da, tenleri yüzünden kendilerini aşağılayan, küçük gören bu insanların kapıldıkları duygular, İngilizlere de yine çiçek kokulu his ve düşüncelerle dolmama sebep olmuştu. Bu kitapla bağlantısı ise, Orozkul varlığının karısına hakaret ederken, onun da bu hakaretleri kabul etmesi ve kendisini aşağılık görmesiydi. Her bir karakterin temsil ettiği bir şeyler var. Bunlardan bahsetmeden önce kitaba derin anlamlarını bir kenara bırakarak baktığımızda, çocuğu olmayan kusurlu kadın figürüne bakan cahil anlayış, bu Orozkul karakterinde çok başarılı yansıtılmış. Orozkul'un kendi kendine konuştuğu bir kısım var ki, okur bu kısımda alaylı alaylı gülümsemeden duramaz. Romanın geçtiği yer kırsalda, dağın başında bir avuç insanın yaşadığı bir yer. Bu meymenetsiz de ağaç katili orman bekçisi. (Parayı veren, düdüğü çalar.) Eğer şehirde olsaymış, kendisine boyalı bir hatun alırmış. Beynini alkole yatıran karakterimiz, bir de dile takılmış. Burası çok komik, eğer şehirde olsaymış ne kadar güzel konuşurmuş, şehir ağzıyla. Köydekilerin kelimeleri ne kadar kabaymış. Bulunduğu yerin en küfürbaz, en nobran, nezaketten bir üzüm tanesi kadar dahi nasip almamış, her ne ifade edecekse söylenebilecek en kaba ifadeyle konuşan iki ayaklı varlık, itibarın hem görme hem hak etme meselesi olduğunun farkında değil. Bu tür karakterler okuduğumda, kitap okumanın neden empatiyi geliştirdiğini bir kez daha görüyorum. Çünkü bunun gibi kendini bilmezler, insanın kendisini neden sık sık hesaba çekmesi gerektiğini gösteriyor. Şöyle bir cümlesi var ki evlere şenlik: ''Başkalarından nesi eksikti?'' Cevap veriyorum: ''1) Güzel ahlak. 2) Beyin 3) Beyin 4) Beyin'' Artık diğer karakterlerden bahsetmek istiyorum. Kitapta aslında ağırlıklı olarak bir çocuğun iç dünyasında geçenler anlatılıyor. Sık sık yaba kulaklarının altının çizildiği, göğsünde bir ülküsü olan masum bir yavru. Annesi de babası da terk etmiş bu çocuğu dedesi Mümin büyütüyor. Mümin Dede çalışkan, oflamaz, fedakar, elinden her iş gelen, fakat pasif bir karakter. Bunun eşi ise Orozkul'un anası olacak ruh kumaşına sahip, yahut genç olsa Orozkul'un karısı olmaya değer, gevşek ağızlı, konuşmaya başladı mı susmaz, şikayetçi, kadir kıymet bilmez, kocasına dünyayı dar eden bir insan evladı. Çocuğa da dedeye de evi dar eden bu karakter, Orozkul'a gelince sözde maddi sebeplerle yalakalık yapan, insanın sinirleriyle oynayan biri. İnsan nine kelimesini okuyunca yumuşuyor. Yumuşamayın. Hazırlıklı olun. Bu kadın çakal yılışıklığında ve hainliğinde. Eh doğası gereği tabi.. Şu cümlesi sanırım kendisini özetlemeye kafi: ''Maaşı kesilen adam artık adam değildir! İnsan değildir!'' Kitaptaki her bir karaktere yorum yapmak istemiyorum. Bunlar bende en çok iz bırakan noktalardı. Son olarak değinmek istediğim Aytmatov'un son sözleri. Ona bu kitapla ilgili bazı eleştiriler gelmiş. Kendisine yer yer hak vermekle birlikte, onaylamadığım bazı düşünceleri var. Bunu kitabı okuyacaklara bir miktar gölgeli bırakarak yazacağım. İnsan umudu olmadan yaşayamaz. Kendisi sembolikleştirdiği karakterle zayıf ülkeleri Mümin Dede ile, ülküyü çocuk ile, sömürgeci devletleri Orozkul ile anlatmış. Az olan olaylarla da zihne kazınmayı çok başarmış. Eğer kitabı böyle işlemeseydi, akılda kalıcı olmayacağını ve insanların neden iyi olması gerektiğini bu kitapla diğer türlü anlatamayacağını söylemiş. İnsan umudu olmadan yaşayamaz Aytmatov, umut etmek mümkün müdür? Güle güle Beyaz Gemi. Üzerinde süzüldüğün sular berrak olsun.
Beyaz Gemi
Beyaz GemiCengiz Aytmatov · Ötüken Neşriyat · 201870.6k okunma
··
226 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.