Hani bir söz vardır ya, ‘kaybettiklerimizin değerini onları yitirdiğimizde anlarız’ diye. Ne kadar da doğru bir söz. Hele ki bu insan, bizlerin bütün dertlerini yüklenen, her türlü zorluğa göğüs geren, her şeylerini evlatlarına adayan; bizler için ise her zaman en yakınımız, adeta her şeyimiz olan ANNE’miz ise!!
Ne yazık ki ben de, ANNE denen varlığı, ışığımı yıllar önce onu kaybettikten sonra, her geçen yıl kıymetini daha iyi anladım, anlıyorum…
Onun boşluğu asla dolmaz, doldurulamaz. O yüzden bu özel günde şuan annelerinin yanında olanlar şanslı olduklarını hiçbir zaman unutmasınlar..
Yanında olan, yanında olamayan herkesin anneler gününü kutluyorum. Yitirilen annelerimizin de mekanları cennet olur inşallah. Rahmet diliyorum.
Bugün uyandığımda bana yollanan bir mesaj gördüm. Hem de hiç beklemediğim bir yakınımdan. Bu gelen mesaj annemin son fotoğrafıydı. Sevinç ve hüznü bir arada yaşadım diyebilirim. Bundan esinlenerek son anlarımda neler yaşadığımı ilk defa kaleme almak istedim ve yazdım...
ANNEM'in sürekli şikayeti ve hastalığı ne yazık ki gittiği doktorlar tarafından fark edilmemiş, fark edildiği zaman ise çok geç kalınmıştı. Çağımızın en tehlikeli ve ölümcül hastalığı olan kansere yakalanmıştı. Yüzü ve bedeni günden güne eriyor, doktorlar tarafından sürekli kan ihtiyacı olduğu söyleniyordu. Ümit hiç yoktu. İyileşemeyeceğini bilmek! Hiçbir şey yapamamak! Çaresizlik işte budur…
Son zamanlarında hep yanında olmak istiyordum. Yaklaşan sınavlarım umurumda bile değildi. Onu bırakmak istemiyordum. Ancak, ‘Annen iyi, git sınavlarına gir ve gel’ diyen ailemin ısrarıyla üniversiteye döndüm. Her gün arayıp annemin durumunu soruyor, bilgi alıyordum. İyi olduğu haberlerini aldığımda derslerime tekrar çalışıp, sınavlarıma giriyordum.
Bir gün rüyamda annemin öldüğünü gördüm. Uyandığım an ailemi aradım ve annemi sordum, durumu nasıl dedim. Bana, ‘şuan durumu iyi, uyuyor’ dediler. Bir süre sonra yine aradım. Ve bana yine aynı şekilde, ‘şuan durumu iyi, uyuyor’ dediler. Hep inandım. Üçüncü gün, telefonu anneme verin, sesini duymak istiyorum, ‘ bir cümle değil, bir kelime değil, sadece bir harf bile olsa’ sesini duymak istiyorum dedim ısrarla. Ama yapmadılar bunu, konuşturmadılar beni. Diğer yakınlarımı da aradım, söz birliği etmişlercesine herkes durumunun iyi olduğunu ama konuşamadığını, benimse sınavlarıma çalışmam gerektiğini söylediler. Bir şeylerin yolunda olmadığını hissetmiştim o zaman. Bir an önce eve gitmek, onun yanında olmak istedim. Yola çıktım. 10 saatlik yolculuk boyunca tek isteğim annemi son defa görebilmekti. Ama içimde bir korku vardı, görememe korkusu… Yoo böyle olacağını düşünmek bile istemiyordum. Yolculuk bittiğinde araçtan indim ve o yağan yağmurun altında hiç durmadan, beklemeden koşar adım eve doğru gidiyordum. Yaklaştıkça sanki içimdeki korkunun arttığını ve beni sardığını hissediyordum. Oysa içimde hala umut vardı, son anlarında yanında olabilme umudu. Evimin yakınına vardığımda evi görebileceğim son köşeyi dönmeden önce tek isteğim şuydu, ‘Allah’ım kötü bir durumla, kimseyle karşılaşmadan evime girip annemi görebileyim, son anına kadar yanında olabileyim.’
Köşeyi döndüğümde gördüğüm ilk şey evimizin önündeki taziye çadırı ve insan kalabalığıydı. Annem diye bağırıp koştuğumu hatırlıyorum. Beni farkedip karşılayanların, beni tutanların kim olduklarını bile bilmiyordum, kimseyi görmüyordum. Sadece, merdivenlerde yengemi gördüğümde ona ‘ANNEM, ANNEM GİTMİŞ’ dediğimi ve bana sarıldığını hatırlıyorum. Ama ben, ‘NEDEN, NEDEN YALAN SÖYLEDİNİZ’ diye bağırıyordum. Oysa bana telefonda ‘uyuyor’ dediklerinde doğru söylüyorlardı, bir daha uyanmamak üzere…