Gönderi

Devlet
EFLATUN'UN (Platon) DEVLET ESERİNDE GEÇEN "İDEALAR ÂLEMİ" TASVİRİ: (Cemil Meriç'in 'Mağaradakiler' eserinin ilham kaynağı. Meriç, kitabın daha ilk sayfasında, "Ne gülüyorsun, bu anlattığım senin hikâyen." diyordu. Platon ise bu yazının sonunda söylüyor aynısını. Okuyacaklarınız, özetle bizim hâlimizdir.) *** Bir mağara düşün dostum: Girişi boydan boya gün ışığına açık bir yeraltı mağarası. İnsanlar düşün bu mağarada. Çocukluktan beri zincire vurulmuş hepsi; ne yerlerinden kıpırdamaları, ne başlarını çevirmeleri kabil, yalnız karşılarını görüyorlar. Arkalarından bir ışık geliyor; uzaktan, tepede yakılan bir ateşten. Ateşle aralarında bir yol var, yol boyunca alçak bir duvar. Gözbağcıları seyircilerden ayıran setleri bilirsin, üzerlerinde kuklalarını sergilerler, öyle bir duvar işte... Ve insanlar düşün, ellerinde eşyalar: Tahtadan, taştan insan veya hayvan heykelcikleri, boy boy, biçim biçim. Bu insanlar duvar boyunca yürümektedirler, kimi konuşarak, kimi susarak. Garip bir tablo diyeceksin, hele esirler daha da garip. Doğru.. O esirler ki ömür boyu başlarını çeviremeyecek, kendilerini de, arkadaşlarını da, arkalarından geçen nesneleri de duvara vuran gölgelerinden izleyecekler. Şimdi de mağarada seslerin yankılandığını düşün.. Dışarıdan biri konuştu mu, esirler gölgelerin konuştuğunu sanır, öyle değil mi? Kısaca onlar için tek gerçek var: Gölgeler. Diyelim ki zincirlerini çözdük esirlerin, onları vehimlerinden kurtardık. Ne olurdu dersin, anlatayım: Ayağa kalkmaya, başını çevirmeye, yürümeye ve ışığa bakmaya zorlanan esir, bunları yaparken acı duyardı. Gözleri kamaşır, gölgelerini görmeye alıştığı cisimleri tanıyamazdı. Biri ona; "Ömür boyu gördüklerin hayaldi, şimdi gerçekle karşı karşıyasın" diyecek olsa, sonra da eşyaları bir bir gösterse, "bunlar nedir" diye sorsa, şaşırıp kalır, mağarada gördüklerini şimdi gösterilenlerden çok daha gerçek sanırdı. Bir de düşün ki, tutsağı mağaradan çıkarıp dik bir patikadan güneşin aydınlattığı bölgelere sürükledik. Bağırdı, yanıp yakındı, öfkelendi... Kulak asmadık. Gün ışığına yaklaştıkça gözleri daha çok kamaştı. Hiçbirini seçemez oldu gerçek nesnelerin. Sonra yavaş yavaş alıştı aydınlığa. Önce gölgeleri farketti, arkasından insanların ve cisimlerin suya vuran akislerini. Akşam olunca göğe çevirdi bakışlarını, ayı gördü, yıldızları gördü. Zamanla güneşin sulardaki aksine bakabildi. Nihayet gökteki güneşe çevirdi gözlerini. Ve düşünmeye başladı. Ona öyle geldi ki mevsimleri de, yılları da güneş yaratıyor, görünen dünyanın yöneticisi o. Esirlerin mağarada gördükleri ne varsa onun eseri. Ve eski günlerini hatırladı, ne kadar yanlış anlamışlardı bilgeliği. Mutluydu şimdi, mağarada kalan arkadaşlarına acıyordu. Eski hayatına, eski vehimlerine dönmemek için her çileye katlanmaya razıydı. Adamın mağaraya döndüğünü tasavvur et. Karanlığa kolay kolay alışabilir mi? Dostlarına hakikati söylese onu dinlerler mi? Ağzını açar açmaz alay ederler: "Sen dışarıda gözlerini kaybetmişsin arkadaş. Saçmalıyorsun. Biz yerimizden çok memnunuz. Bizi dışarı çıkarmaya çalışanların vay haline..." İşte böyle aziz dostum. Sana anlattığım hikâye kendi hâlimizin tasviridir. Yer altındaki mağara: Görünürler dünyasıdır. Yücelere çıkan tutsak: Meseller (idealar) âlemine yükselen ruh.
·
20 views
Mahmut Aydın okurunun profil resmi
Kıtabı yazmışsın resmen
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.