Gönderi

“Sevmek ve sevmiş olmak.” Bu kadarı yeter. Gerisi? Başka bir şey istemeyin. Hayatın karanlık kıvrımları içinde bulunacak başka inci yoktur. Sevmek bir tür tamamlanmaktır. Kadın bakışları sakin ve müthiş bir makineye benzer. Her gün sessizce ve zarara uğramadan, bir şey fark etmeden onun yanından geçilir… Bir zaman gelir ki böyle bir şeyin orada olduğunu bile unutulur. Gider, gelir, düşünür, söyler, gülersiniz! Birdenbire yakalanmış olduğunuzu hissedersiniz! İş bitmiştir. Makinenin çarklarına kapılmışsınızdır, bakışlar sizi tutmuştur. Nerenizden ve nasıl tutmuş olursa olsun, ayak sürümekte olan düşüncenizin bir tarafından, dalgınlık halinizden sizi kapmıştır, mahvolmuşsunuzdur. Çarklar bütün vücudunuzu arasına çekecektir. Güllerin kadınlardan fazla ya da eksik olan yanları şudur ki; tırtılların onlarda bıraktığı izler gözle görülebilir. Yaratılışın bir kanunudur ki; yüksek ruhlar yüksek ruhlardan, alçak ruhlar alçak ruhlardan hoşlanır. Başkalarına verdiğimiz sevincin güzel yanı şudur ki, her akis gibi zayıflamak şöyle dursun; ışığı büsbütün parlaklaşmış olarak bize döner. Aziz mertebesine erişmek bir istisna, doğru olmak bir kuraldır. Yanılın, kusurda bulunun, günah işleyin ama ‘doğru’ olun. Cebimize ait olan tehlikelerden evvel ruhumuza ait olan tehlikelere dikkat etmeliyiz. cebimize.ait.olan.tehlikeler İnsanın en büyük ihtiyacının, düşünce ve duygularını başkalarına aktarmak, onlar tarafından anlaşılır olmak olduğunu unutmamak gerekir. Özgürlük kurtuluş değildir. Hapisten çıkılır, mahkumiyetten değil. Ölmek bir şey değil, yaşamamak müthiş şey! Mutluluk, elde etmek için peşinden koşulacak; sonra da kaybetmemek için çaba sarfedilecek bir şey değildir. Mutluluk, senden bağımsız olarak istediği zaman gelir, dokunur sana. Önemli olan, o eşsiz temas anının tadını çıkarmayı akıl edebilmektir. Irmaklar geri akmadığı gibi; fikirler de geri dönmez. Garip değil mi, ruhunu bile değiştirebilen insanoğlu, kaderini değiştiremiyordu. Sefalet, sadece bir sınıfın malı veya kaderi değildir. O, bütün insanlığın ve içinde sefaletin kol gezdiği cemiyetlerin ayıbıdır… Eğer bir evde sefalet varsa, bir aile yoksulluğun, cehaletin, düşkünlüğün korkunç pençelerinde can çekişiyorsa; bundan sırası ile o evin komşuları, o mahallenin sakinleri, o şehrin kalabalıkları, o memleketin devleti sorumludur. Tanrı, hiçbir çocuğu kötü olsun diye yaratmaz. Onu kötü yapan, kötü eğitimdir. Kötü anne-baba, kötü çevre, kötü yönetim balçık gibidir; zavallı yavruları da çekip yutar. Eşitlik, kardeşlik, adalet ile yola çıkanlar; ahlaksızlığın en sefilini sergilemekten çekinmiyorlar, buna da ‘hürriyet’ diyorlardı. Yeryüzünde ahlak yok. Aşkın simgesi olan mersin çiçeğini, savaş simgesi olan defneyi, barış simgesi olan şu koca aptal zeytin dalını, çekirdekleriyle az kalsın Adem’i boğacak olan elmayı ve etekliklerin ağababası olan incir yaprağını buna kanıt gösterebilirim. Düşünürlerin meydana çıkmasında, zorbaların çok büyük payı vardır. Zincire vurulan söz, korkunç bir sözdür. Bir zorba, halkı susmaya zorlarsa; yazar, yapıtlarının biçimini iki üç kat güçlendirir. Bu sessizlikten, düşünceye süzülen ve tunç gibi donan gizemli bütün çıkar. Tarihteki baskı, tarihçideki vecizliği yaratır. Falan ünlü yazıdaki granit sağlamlığı, zorbanın yaptığı yağmadan başka bir şey değildir. Çok zaman acı acı şöyle düşünürdü: “Bir salona girebilmek için ‘kişinin vicdanının çamuruna’ kimse bakmaz, ayakları temiz olsun yeter.” Yüzyılımızın açıkgözleri, kendilerini ‘devlet adamı’ nitelemesiyle ödüllendirerek ‘devlet adamı’ ifadesinin kısmen argo bir ifadeye dönüşmesine yol açtılar.
·
90 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.