"Benim memurum işini bilir."Pablo Picasso: "Sanatçı, her yandan gelen duyguları algılayan bir anten gibidir," demiş. Bana göre de bir sanatçının olmazsa olmaz denebilecek özelliklerinden biri "algılarının açık olması"dır. Yaşadığı toplumdan tamamen bağımsız eserler veren ve toplumun sorunlarını görmezden gelen kişi tam anlamıyla sanatçı değildir. Tabii bu düşüncem, sanatçının illa "siyasi anlamda muhalif" olmasını gerektirmez; fakat içerisinde mutlaka bir "muhalif" yön olmasını gerektirir. Kanaatim şudur ki; eleştiri yeteneğinden yoksun bir sanatçı düşünülemeyeceği gibi, eleştirmekten korkan kişiye de sanatçı denilemez.
İşte büyük sanatçıları “büyük” yapan şeylerin başında, yaşadığı dönemi çok güzel bir şekilde (kimi zaman mizahi unsurlarla) yansıtması gelir. Gogol de yaşadığı toplumdaki sorunlara kayıtsız kalamamış ve 1835 yılında, Rusya'daki bürokrasinin kokuşmuşluğunu, toplumdaki kurumların ve insanların yozlaşmasını, riyakarlıkları göstermek amacıyla "Müfettiş" adlı senaryosunu yazmıştır.
Tabii eser, ağır bir şekilde yaşanılan dönemi eleştirmektedir ve böyle bir eseri yayınlamak yürek ister. Bu sebeple eserinin oynanması için, Çar Nikola'dan izin alınır ve ancak Çar Nikola tarafından verilen izinden sonra eser sahneye konulur.
"Müfettiş" isimli bu nefis eser, yozlaşmış bürokrasiyi ve rüşvetin artık tamamıyla normal karşılandığı bir memur zihniyetini tüm çıplaklığı ile ortaya koyduğu için memurlar tarafından büyük bir tepki alır. Eserin yayınlanmasıyla Gogol'ün anlattıklarının gerçeğe uymadığı ileri sürülerek memurlar tarafından Gogol'e karşı tavır alınır ve tiyatronun izlenmemesi için çeşitli propagandalar yapılır. Buna karşın piyes, büyük bir seyirci toplamaya devam eder. Bu konuda Gogol şu ifadeleri kullanır:
“Seyirciler umumiyetle oyundan memnun kaldılar. Yarısı piyesi çok iyi karşıladı. Yarısı da bastı küfrü. Ama bu küfrün sebebi sanatla ilgili değildir. Piyesin tesiri büyük ve gürültülü oldu. Herkes benim aleyhimde. Yaşlı ve sayın memurlar, memuriyet hayatından bu şekilde bahseden bir adamın içinde mukaddesat namına hiçbir şey bulunamayacağını söylüyorlar. Polisler aleyhimde. Edebiyatla uğraşanlar aleyhimde. Tüccarlar, edebiyatla uğraşanlar aleyhimde. Küfrediyorlar ama yine de piyesi seyretmeye gidiyorlar. Dördüncü temsil için şimdiden yer kalmadı. Komedya muharrirliğinin ne demek olduğunu şimdi anlıyorum. Yaptığın işte gerçeğin izi göründü mü bütün insanlar teker değil, zümreler halinde aleyhine kalkıyorlar.”
Gerçekten de öyle değil midir? İçimizdeki pisliği ve yozlaşmayı anlatan eserlere daha fazla ilgi göstermez miyiz? Sanki o içimizdeki pislik ve yozlaşma bizimle hiç ilgili değilmiş gibi bizi anlatan eserlere güler geçeriz. Dışımızdan, "Yazar da biraz abartmış canım, bu kadar da olur mu hiç?" deriz. Fakat içimizde bir yerlerden gelen cılız bir ses, tüm anlatılanların doğru olduğunu fısıldar. Anında o sesi bastırıp kahkahalarla gülmeye devam ederiz...
Eseri bu kadar anlatmak yeterli. Kesinlikle okuduğunuza pişman olmayacağınız, eğlenceli bir eser... Türkiye'de birçok defa gösterimi de gerçekleştirilmiş. Dileyen internetten bulup piyeslerini izleyebilir. Ben izledim, fena bulmadım.
Son olarak, kitapta çok hoşuma giden, beni güldüren, hiyerarşik olarak üstün bir memurun kendisinden alt bir memura kurduğu bir cümle vardı. Onu paylaşmak istiyorum:
"Dikkatli ol! Rütben kadar çalmıyorsun pek!"
Yani çalmak serbest arkadaşlar. Çalabilirsiniz. Amma... Rütbeniz kadar! Rütbenizden fazla çalarsanız, bu suç olur. Mahkemelerde sizinle uğraşmak istemem. Hele bir de hiç çalışmadan çalarsanız, maazallah işiniz çok daha zor olur. Kimse sizi savunamaz... Amma... Çalışıyorsanız iş başka. O zaman hiç sorun yoktur. Zaten birileri sizin için "Adam çalıyor; ama çalışıyor da" diyerek sizi çoktan savunmaya başlamıştır.
Herkese keyifli çalmalar.