Gönderi

280 syf.
7/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 7312 days
Kitaba başlama nedenim, Wittgenstein felsefesine bir giriş yapmak ve böylece kendi eserlerini okurken biraz daha bu düşünceleri oluşturan süreci anlamaktı. Kitabın bu anlamda yararlı olduğunu söyleyebilirim. Fakat yer yer Wittgenstein ve Karl Popper'ın hayatından çok gereksiz ayrıntıları vermesi kitabu okumamı zorlaştırdır. Her ne kadar Wittgenstein'ın hayatında Yahudi soykırımı dönemindeki zorlukları bilmek iyi olsa da ailesi hakkında çok ayrıntılı bilgilerin olması bana gereksiz geldi. (Ayrıca bir yerde Popper'ın sevdiği yemeklerin listesi vardı, gerek var mıydı buna gerçekten?) Ama bir yandan da bazen gözümüzde fazla büyüttüğümüz felsefecilerin sıradan hayatları hakkında bir şeyler öğrenmek, onların da insani yönünü gösterdiği için onlara karşı bir yakınlık kurmamıza yardımcı olabiliyor. Kitap kabaca iki kısma ayrılıyor diyebiliriz: 1. kısımda Wittgenstein ve Popper'ın hayatına dair bilgiler veriliyor ve 2. kısım 190. sayfadan sonra başlıyor ve adı geçen felsefecilerin düşüncelerinin önemli noktalarını anlatıyor. Bu kısım, Wittgenstein ile Popper'ın Cambridge'deki akademik bir toplantıdaki hararetli bir tartışma odağa alınıp onları bu çatışmaya giden süreç merkeze alınarak anlatılıyor. Temelde dikkat çeken felssefi tartışmalar ve notlar şöyle: + Doğrulamacılık - Yanlışlamacılık tartışması: Uzun süre doğrulamacılık üzerinden ilerlediğini kabul ettiğimiz bir bilim anlayışını (doğrulamacılık: cümleleri tamamen mantık kurallarına göre sınıflandırmak ve gerçek dünyayla olan ilişkilerine göre doğrulamak) hakim. Bu tartışmayla ilgili olarak Hume, tümevarımı şu şekilde çürütüyor: nedenselliğin bir "kurgu" olduğunu anlatarak yapıyor, çünkü aslında dünyada gördüğümüz tek şeyin birbirini takip eden olaylar olduğunu ve "nedenselliği" bizim kafamızda oluşturduğumuz bir şey olduğunu söylüyor. Yani "su, 100 dereceye getirilince kaynar" dediğimizde, aralarındaki nedenselliği ispat edemiyorsak; suyun her 100 dereceye getirilince her defasında kaynayacağını söylemek bir tümevarım olacaktır ve bu yüzden bunu asla bilemeyeceğiz diyor kısaca. Karl Popper ise, Hume'un tümevarımcı anlayışı çürütmesini desteklemekle birlikte, "yanlışlamacı" bir yaklaşımın doğru olabileceğini söylüyor. Yanlışlamacılığa göre "Başka bir deyişle: bütün kuzgunlar karaysa ve siz yeşil bir kuş görürseniz, kesinlikle "Bu kuş kuzgun değildir" diyebilirsiniz."Popper, yanlışlamacılığı kabul etmesinin yanında buna bir sınır da getiriyor. Uzun vadede nasıl gerçekleştiğini ölçebileceğimiz şeylerin (mesela zar attığımızda altı gelme olaslığı) bilimsel incelemeye dahil olabileceğini söylerken, 2050 yılında bir nükleer felaket olup olmayacağının bilimsel inceleme olamayacağını çünkü "tekrarlanabilir" olmadığını söylüyor. Yani Popper'ın yanlışlamacılığı, Hume'un tümevarımı çürütmesi üzerine kurulu biraz. +Mantık: Kitaptaki önemli figürlerden biri, Wittgenstein için önemli olan Bertrand Russel. Russel'ın, modern mantık ve matematik felsefesi için önemli görüşleri anlatılıyor. Bunlardan biri "Fransa Kralı keldir" örneği. Russel bu örnekle, klasik mantığın çok önemli bir hatasını öne çıkarıyor: Bir önerme ortaya attığımızda, önermede geçen öznenin var olduğu kabulünü de içeriyor olduğumuzu söylüyor. Yani "Fransa kralı keldir" dediğimizde "1. Fransa'nın bir Kralı vardır. 2. Fransa'nın sadece bir Kralı vardır. 3. Fransa Kralı her kimse keldir. (s. 193)" demiş oluruz diyor. + Wittgenstein'ın felsefi problemlerin oyun olduğunu iddia etmesi: Wittgenstein, felsefede problemler olmadığını, bunların yalnızca dilin sınırlarından kaynaklanan bilmeceler olduğunu iddia ediyor. Bu tartışma da doğal olarak dil olmadan bir düşüncenin olup olamayacağı ve dilin mi düşünceyi oluşturduğu yoksa düşüncenin mi dili oluşturduğu tartışmasını getiriyor. Şu anki bilimsel araştırmalarda iki düşünceyi de destekleyen kanıtlar bulundu. Wittgenstein, dilin düşünceden önce geldiğini söylüyor. (Hatta bu görüşüyle, Descartes'ın "Düşünüyorum, öyleyse varım" önermesini çürütüyor, "Cogito ergo sum'un bir anlam ifade edebilmesi için neyin düşünme sayıldığı ve "düşünce" kavramının nasıl kullanıldığı üzerine önceden bir kabul olmalıydı - zira dilin işleyişinin başka bir yolu yoktur. Bu yüzden de Cogito'nun bilebileceklerimizin başlangıç noktası olması imkânsızdır" (s. 196.)) Wittgenstein bu konuya dair ayrıca, dilin bu sınırlamasından kurtulmak için günlük kullanıma bakmamız gerektiğini söylüyor. "Acı çektiğimi "bilebilir" miyim? Sıradan kullanımda böyle bir soru sorulmaz. Bilgi ifadeleri -örneğin "Viyana'nın Avusturya'nın başkenti olduğunu biliyorum"- şüphe olasılığına dayandırılır. Ama acım, benim açımdan, şüpheye yer bırakmaz. Güneşte saat kaç? Bunu bilemeyiz - ama cevabını bilmediğimiz için değil, güneşteki zaman kavramı dilimizde bir yer tutmadığı için; bu uygulamayı belirleyecek kurallar olmadığı için." + Wittgenstein 1 ve Wittgenstein 2 ayrımı: "Wittgenstein II'de bir resim olarak dil metaforunun yerini bir alet olarak dil metaforu almıştır. Bir terimin anlamını öğrenmek istiyorsak neye karşılık geldiğini sormamak; halihazırda nasıl kullanıldığını incelemeliyiz." yani dili, dünyadaki gerçekliğe işaret eden bir şeyden çok kelimeleri birer araç gibi anlamak. Gerçekten de bir kelimeyi yeni öğrenirken onun kullanımına bakarız, bu anlamda bu anlayış oldukça açıklayıcı. Burdaki tartışma noktaları, dilin aslında ne olduğu, gramer mi kelimenin mi önce geldiği gibi tartışmalara götürebilir bizi. Tartışma noktaları bu şekilde özetlenebilir, (tartışma noktalarında @saydamturp'un görüşlerinden yararlanılmıştır :)
Wittgenstein'ın Maşası
Wittgenstein'ın MaşasıJohn Eidinow · Yapı Kredi Yayınları · 201831 okunma
··
44 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.