Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

263 syf.
10/10 puan verdi
·
8 günde okudu
Nasıl bir eğitim istiyoruz? Cumhuriyetimizi kuran Atatürk’ün ve arkadaşlarının istediği eğitim, “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” bir toplum yetiştirmekti. Bunun da yolu, kelime anlamını “Aydın” diye geçinen “Aydın”larımızın bir kısmının bile doğru düzgün bilmediği, laiklikten geçiyordu. Laik eğitim veren okullarımız, fikri, irfanı ve vicdanı hür bir toplum yetiştirecek, Türkiye Cumhuriyeti de her şeyden önce eğitim alanında gelişmiş bir toplum olacaktı. Peki, olabildi mi? Maalesef hayır. Çağımızda bir insan hakkı olan eğitimi, teoride herkes alma hakkına sahip tabii ki. Peki, pratikte de öyle mi? Günümüzde daha halen okuma hakkı elinden alınan kız çocukları yok mu? Maddi imkânsızlıklar nedeniyle okuluna devam edemeyen çocuklar yok mu? Bunların hepsi var. Bir de, sırf babasının parası var diye, diplomanın adeta satıldığı merdiven altı okullarda –yüksek lise bile denilmeyecek kurumlarda– okuyan(?) bir topluluk var. Peki, neden eğitim bu hale getirildi. Önce ona değinelim. 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu yani Türkçesi ile Öğretim Birliği Yasası çıkarılır. Bu yasa çıkarıldığı zaman Türkiye Cumhuriyeti henüz 1 yaşında bile değildir. Bu kanunun çıkarılmasındaki başlıca amaç, eğitimdeki çok başlılığın ortadan kaldırılması, Harf Devrimi’ne altyapı sağlamasıdır. Bu kanun yeterli değildir, çünkü zamanın şartları gereği, ülkenin genelinde köylerde çok az okul vardır, köylerde de eğitim ya yetersizdir ya da hiç yoktur. Bu bağlamda da 1935 yılında, Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’a Atatürk’ten bir emir gelir: Nüfusunun büyük çoğunluğu köylerde yaşayan bir ülkede, köyün koşulları içinde yaşayan insan gücünden yararlanma emri. İncelemeler sonucunda ilginç sonuçlar elde edilir, özetle köy okullarında verilen eğitimde üretime ve yaşama etkisi hiç görülmeyen bilgiler verilmekte, insanların büyük kısmının ilk eğitimini aldıktan sonra, bırakın okula devam etmeyi, okuma yazma bilmeyi bile unuttuğu ortaya çıkar. Bunun üzerine önce 1936’da Tarım Bakanlığı ile işbirliği yapılarak ilk eğitmen kursları açılır. Devamında Köy Öğretmen Okulları kurulur. Atatürk’ün vefatından sonra da, eğitimdeki yüz akımız Köy Enstitüleri kurulur. Köy Enstitülerinden uzun uzun bahsetmenin, nasıl açıldığı, neler başardığı, nasıl kapatıldığı konusuna tekrar tekrar değinmenin gereği yok. Yalnız şundan bahsetmek istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten dönemin iktidarı kapattı da, Orta Amerika’nın bir ülkesi olan Nikaragua neden bizimkine benzer bir yöntem ile eğitim vermeyi tercih etti. Bunu düşünmemiz lazım. Ne diyorduk, laik eğitim ve eğitim düzenimiz neden bu hale geldi. Bu hale gelmesine ikinci darbeyi DP iktidarının 1950 yılında program dışı olarak din dersleri koyarak vurur. Peki, ikinci darbe buysa ilk darbeyi kim vurmuştur? Üzücü ama gerçek, CHP. 1949 yılında bir genelge yayınlayarak program dışı din dersi koyulmasını ister. Biraz da 12 Eylül döneminden bahsedelim. 12 Eylül ihtilali ile beraber iktidarı, dolayısıyla gücü ele geçiren askerî cunta 1982’de çıkarılan anayasa ile zaten fazlasıyla yara almış olan laik eğitimin üzerine toprağı atar. Din dersi ortaöğretim dâhil zorunlu ders olarak programlara girer. Daha önce seçmeli olarak programlara dâhil olan ders, artık zorunludur. Burada bu ders ile ilgili 15 sene önce yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum. Lise öğrenimim boyunca tek bir hoca ile kavga ettim. Nedeni de sınıfın ortasında müfredata dâhil olmayan bir konuyu, dua okutmayı, sözlü notu ile korkutarak derse dâhil etmek istemesiydi. 33 kişilik bir sınıfta, üstelik de sözde “MF” olan bir sınıfta, herkes kuzu kuzu kalktı, sırf okumazsa sözlü notu düşük gelmesin diye duaları okudu. Sıra bana geldi, kalktım gittim ve okumak istemediğimi söyledim. İsterse 0 verebileceğini, müfredatta olmayan bir konu için bana böyle bir zorlamada bulunamayacağını anlattım. Sınıfın tek enayisi olarak isyan etmenin dönüşü, müthiş bir kavga oldu. Disipline verilmekle tehdit edildim. Bunun umurumda olmadığını ama karşılık olarak ben de Milli Eğitim’e şikâyette bulunacağımı söyledim. Hocadan ilk çark “Ben sana zorla demiyorum ama 45 alırsın," diyerek buradan geldi. Akabinde sınıfın hocanın tarafında yer alan üyeleri, ki büyük çoğunluğu korkudan ağzını açacak halde değildi, yalnızca malum dershanelerin malum öğrencileri (aaa ne tesadüf!) hocaya yanlış yaptığım konusunda beni uyardılar. Uyardılar diyorum, daha fazlasına gözü (!) yiyecek bir babayiğit yoktu aralarında çünkü. Neyse efendim gel zaman git zaman sınıf listesi bitti, tekrardan bana sıra geldi, aynı tartışmayı tekrarladık. Hoca ikinci çarkı, “En azından Sübhaneke’yi oku,” diyerek yaptı. Ben de konunun duaların basitlik zorluk meselesi olmadığını, bunun müfredatta olmadığını ve yine hocanın devamlı anlattığı şekilde dinde zorlama olmadığını ama insanları notla korkutarak buna zorladığını anlattım. İnançsız bir insan olabileceğimi veya başka bir dine inanıyor olabileceğimi söyleyince, anında gözleri büyüdü “Öyle misin?” diye… Bundan sonrası ne oldu derseniz, 18 yaşında bir ergen olarak ben, hakkımı söke söke aldım. Okul müdürüyle olan birtakım konuşmalar hocanın da kulağına gitmiş olacak ki, benim sözlü notu 45’ten 90’a, kalan bütün sınıfın notu da 100’e yükselmiş oldu. Evet, en düşük bendim ama kendimle beraber 33 kişinin bu haksız uygulamadan zararsız çıkmasını sağladım. Neden yaptın bunu Fox, sen misin bu mahallenin zaptiyesi derseniz de “Evet, benim.” derim. Eh zaptiyelik hoşuma gidiyor çünkü ne de olsa FBI’danız. Bu kadar anı yeter diyorum ve konumuza geri dönüyorum. Zorunlu hale gelen din dersleri ile beraber, laik eğitime toprak atıldı demiştik. Peki, bununla bitti mi olay. Hayır! Nüfus dolayısıyla öğrenci sayısı hızla artarken, okul sayısı aynı hızda artmamıştır. Eğitime ayırılan pay git gide düşmüştür. İktidarlar, istedikleri insan tipini yetiştirmek adına ders kitaplarını yazboz tahtasına çevirmişlerdir. Eğitim sistemi nasıl düzelir sorusuna cevabı Server Tanilli Hoca şöyle veriyor: “Eğitimi demokratikleştirmek!” Bu demokratikleştirmeyi de üç maddede açıklamış. Eğitim hakkından yararlanmanın demokratikleşmesi. Eğitim içeriğinin demokratikleşmesi. Eğitimin yönetiminin ve denetiminin demokratikleştirilmesi. Sınıfsal ayrımları ortadan kaldırarak, politeknik eğitim ile devleti yönetecek seçkinler kurulu yetiştirmek yerine çoğulcu bir toplum yaratmak için halkı eğitmek. İşte yapılması gerekenin kısa özeti. İncelemeyi Server Tanilli Hoca’nın kitabı bitirdiği cümlesiyle sonlandıralım: “Ey Türkiye’nin ilerici, demokrat ve devrimci güçleri, görev başına!”
Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz?
Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz?Server Tanilli · Cem Yayınevi · 1996120 okunma
··
94 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.