Gönderi

ŞAİRLİĞİM...
- " (…) Hafiye, ilk şiirlerini, Eskişehir’de, ilkokul üçüncü sınıfa giderken yazar… Hocası Muhsine Altınbulak Hanım’ın ciddi yüzlü tetkiki ve sahici takdirkâr tutumu, onu teşvik ve mesut etmekte… Şiir okunan serbest derslerde HAFİYE mutlaka tahta başında ve kendi şiiriyle huzurda… Ve yanında her zaman, güzel şiir okuyan iki kız talebe: Müzeyyen ve Hülya… Birincisi, uğruna pek çok dövüşe girdiği aşkı… İkincisi, okuduğu şiirin hakkını veriyor olması bakımından takdir ettiği!.. O okul… Fatih Sultan Mehmet İlkokulu… Bugün yaşanmış kadar berrak hatıralar mekânı… Bir gün Şehir hoparlöründen, okullarını temsil için seçilenler şiir okuyacak; bu sebeple, okulda her sınıftan birkaç kişinin katıldığı bir seçme tertipleniyor… Hafiye, kazancı peşin bir işde, birdenbire zırhsız ve savunmasız bir yüzle, güyâ aksi olabilirmiş gibi, aslında ise takdiri katlamak üzere, o masum insan tavrını takınıyor: - " Başöğretmenim, benim ezberimde şu ân tam bir şiir yok… Ben kendi şiirimi okuyabilir miyim?» Ne var ki, Hafiye ilk ânda umduğu cevabı alamıyor… O aksi ve asık yüzlü, bütün talebelerin ödünü koparan Müdür Kâmil Bey, pek ümit vermeyen bir sesle: - " Kendi şiirini mi okuyacaksın?.. Peki, oku bakalım!.. İsmi ne?" Şiirin ismi "Fatih"tir… Çocuk hayâli için, uçan sihirli seccadeler kadar güzel, Fatih’in gemileri karadan Haliç’e indirme sahnesinde, Hafiye’nin de yüreği vardı!.. Muhsine Altınbulak Hanım’ın, çocuk çapına nisbetle pek beğendiği bu şiir, Kâmil Bey’in hayret ve hafiyece tavrıyla karşılaştı: - " Gerçekten bu şiiri sen mi yazdın?.. Bak sen yazmadıysan sonra fena olur? " Tekrar tekrar okunarak tamamlanan elemelerden sonra o kalır… Her tekrarda aynı çatık kaş: - " Bak sen yazmadıysan fena olur! " Bu, eseri yaş çağına nisbetle üstün ve aşkın durum, eserin ona ait olmadığını beyândan, kıskançlığa kadar bin kılıkta gençliğinde de baş derdi olacaktır… Üstadım bile, Akıncı Güç çıktığı zaman yanına Zübeyr Yetik isimli sonradan sıvışan bir muharrircikle giden Yalçın Turgut’a, yaşımı sormuş, nasıl olup da böyle bir zümreye sözümü maledişime şaşkınlığını belirtmiştir… O zaman, Üstadım’ın «olgun ve dolgun» diye yetişmeleri için iteklediği yazar çizer takımının yaş ortalaması 40-50… Nitekim benden sonra hepsinin pabucu dama atıldı… Bunun kuyruk acısıyla bir lâf çıkardılar: - " Yazıları Üstad yazıyor ve altına Salih Mirzabeyoğlu diye imza atıyor! " Ankara’da Profesör Nevzat Yalçıntaş’a Akıncı Güç’ü veren Yakup Kaldırım, onun hayretini aktarıyor: - " Bu kadar genç yaşta, hayret edilecek şey! " Şiirlerime, yazar, çizer geçinenler arasında hiç kimsenin nüfuz edemediği garip bir hassasiyet göstermiş olan Kâzım Albayrak, 1986’da Profesör Sabahattin Zaim’i ziyaretinde, benim hakkımda takdirini aktarıyor: - " Eserlerinden ilk önce şiirlerini okudum!.. Hayret!.. Ne zaman yazdı! " Memleketimizdeki kıtlığı düşünün ki, 36 yaş bile keyfiyet büyüklüğüne nisbetle şaşırtıcı görünüyor!.. Bilmem ki ne demeliyim?.. İlkokul dördüncü sınıfta… Muhsine Altınbulak Hoca hamile… Yerine Fatma isimli bir hoca geliyor… Bir kompozisyon dersinde, bir bankanın kompozisyon yarışmasına gönderilecek mevzuu "orman" olan bir yazımı okuyorum… "Herkesin nemalâzımcılık gösterdiği yerde, neticede hepimiz zararlı çıkarız!" diye mesuliyete davet ediyorum… Fatma Hanım, olağanüstü bir tabloyu seyreden estetik buğulu gözlerle bana bakarken dudaklarını ısırıyor, başını takdirle sallıyor ve hayatımda sadece Üstadım’da gördüğüm içe işleyici ve bende birine hitap edici eda ve sesle: - " Sen, ileride çok büyük bir adam olacaksın! " Şimdi kimbilir nerde?.. Yaşıyor mu, öldü mü? Babam, o zaman, şiir yazdığım defteri kaybetmememi, büyüyünce bana iyi bir hatıra olacağını söylemişti… Ama Kâmil Bey’in tavrı üzerimde yıkıcı bir etki yaptı; buna, benden birkaç yaş büyük mahallemizdeki Kerim Gider’in o şiirleri benim yazdığıma inanmadığını söylemesi de eklenince, hepsini imhâ ettim!.. "
Sayfa 130 - 134 İBDA YayınlarıKitabı okudu
·
41 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.