Gönderi

Sevgi”, öyle bir anlam taşıyor ki kültürümüzde neredeyse anlamını kaybetti. Kotsk’ da çalışan bir görevlinin ilginç bir hikayesi var. Genç bir adamla karşılaşır. Genç adam, tabağındaki balığın tadını çıkartıyor. Genç adama, “Bu balığı neden yiyorsun.” diye sorar. Genç adam: “Çünkü balığı seviyorum.” diye cevap verir. “Demek balığı seviyorsun bu yüzden balığı öldürdün ve pişirdin, bana balığı sevdiğini söyleme! Sen kendini seviyorsun. Çünkü balık o kadar lezzetli ki sen, balığı yemek için sudan çıkardın ve öldürdün.” İşte, günümüzde sevgi dediğimiz şeyin çoğu balık sevgisi… Çiftler birbirlerine aşık olurlar. Bunun anlamı nedir? Bu aslında şu demektir; aralarından biri diğerinin fiziksel, duygusal ihtiyaçlarını karşılayabileceğini düşündü yani durum hem erkek hem de kız için aynıydı. Bu sevgi değildir! Kişinin kendini tatmin için bir araçtır. Çoğu sevgi balık sevgisidir. Dışa dönük bir sevgi. “Gerçek sevgi” ben ne elde edeceğim ne vereceğim değildir. Dessler'ın bir sözü vardır: İnsanlar önemli bir hata yaparlar. Sevdiklerine verdiklerini sanırlar, ancak gerçek cevap verdikçe sevildiğinizdir. Asıl önemli nokta sana bir şey verdiğimde “sendeki” bana yatırım yaptığımdır. Kendini sevmek doğuştan beri var olduğuna göre herkes kendini sever. Şimdi benim bir parçam sende olduğuna göre benim sevdiğim bir şey sendedir. Gerçek sevgi almak değil vermektir.” Diyerek hikaye bitiriyor. Doktor Twerski diyor ki, “insanların sevgiden anladığı; karşıdaki kişide onun işine yarayan bir şey bulmuş olmasıdır.” Balık örneğindeki “yemek”; sosyolojik hayat içinde cinselliğin de içinde olduğu, bir dizi “karşılıklı menfaate” karşılık geliyor. Yani, bizim baktığımız pencereden bakmıyor ve diyor ki” Sizlerin aşkı, aynı balık aşkı gibi… Sen aslında balığı sevmiyorsun, kendini seviyorsun!” diyor. Aşkı yaşamak, mutlu olmak yerine, bir araya gelen iki kişi, karşındakinden çok kendisini düşünüyor. “gerçek sevgi almak değil, vermektir.” Almak için vermek değil ama karşılıksız, bir beklentiye girmeden vermektir. Genelde araştırmalarda, kadınların cinsellikten beklentilerini daha soyut ve duygusal kavramlar olan ‘sevgi’, ‘aşk’ ve benzeri ifadeler ile açıklarken; erkeklerin beklentilerini daha somut biçimde, ‘fiziksel ihtiyaç’ ve ‘zevk’ kavramları ile tanımlıyor. Büyük bir kısmı cinselliği 'aşk'la ilişkilendiriyor. Aşk biyolojik bir ihtiyaç değildir, aşk ruhsal bir ihtiyaçtır. Aşk karşılık beklemeden koşulsuz bir şekilde karşıdaki insanı sevmektir. Eğer koşullara bağlanırsa, orada aşk değil çıkar ve ego vardır. Egonun olduğu yerde gerçek aşk oluşumu mümkün değildir, öyle değil mi? Aşkın tutku ile karıştırılmaması lazım . Sizler genelde tutkuyu aşk sanıyorsunuz. Oysa tutku, farklı bir duygudur. Tutku, insan davranışlarını yöneten güçlü bir ögedir. Yöneldiği amaç dışında hiçbir şeyi göremeyecek kadar arzulamak, bir tür körleşmedir. Haz ve tutku ile davranışlarını yönlendirmeyi benimseyen insanın, özgür düşünceyi kaybederek, bağımlısı olduğu amacı kontrol ettiği düşünülmektedir. İnsana son derece zarar veren ve zayıf düşüren bir özelliktir. Bu tip insanlara sadece aşık olduklarını sanırlar ama gerçekte yaşadıkları bu durum aşk değildir. Özgürlüğünü yeniden kazanması ve kontrolün tekrar kendisine geçmesi için haz ve tutkulara karşı aklını kullanılması gerekmektedir. Eğer aşk, bir insanda bağlılığa dönüşürse, işte o zaman bu ilişki boyutuna geçer. Sahiplenmek ise aşka vurulacak en büyük darbedir. Aşk, egolardan sıyrılıp karşıdakini olduğu gibi kabul edip sevebilme sanatıdır. İşte anahtarı budur! Yoksa “balık sevgisi” yaşayıp, Fast love, aşklara yol verirsiniz. Bunun için de oltanın ucuna küçük bir yem takmakta sakınca görmezsiniz. Bireyler bozuldukça, toplumdan “daha bozuk” olmaktan öte bir şey beklemekte, hayalciliktir.
·
9 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.