Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

4 Nisan -30 Mayıs 2020 Hikaye etkinliği kapsamında yazılmıştır.
Genç Adam Ve Öteki Dur durak bilmeksizin arkası kesilmeksizin yürüyordu. Nereye varacağını bilmeden yahut kaybolmuş biri gibi. Konaklayacak bir yer arıyor olabilirdi. Alnında boncuk boncuk ter kalıntıları birikmişti. Bu uzun yürüyüş adına ne dersek diyelim yolculuk yolcuyu sıskalaştırmıştı. Yol üstünde mola verebileceği ara bir istasyon, durak han ve hancıyla karşılaşmaksızın ne kadar zamandır hareket halinde olduğunun bilincinde olmaksızın yürümek yolcuyu yormuştu. Hırpani bir görünümü vardı. Kaç gündür yolda olduğunu ilk başta kestiremesek de tabi olduğu koşulları fark edebilecek dikkatli bir gözlemci, ormanları, köyleri, kasabaları adımlayarak arşınlayan yolcunun dört-yol ağzına çıkan bir meydanda yol kıyısındaki hatırat çeşmesini gördüğünde yüzünde oluşan sevincin sessiz kıvılcımlarının farkına varabilirdi. Lakin durgun bir göl gibi etraf çok sessizdi, kimsecikler gözükmüyordu. Hatırat çeşmesini sağa ve sola sapmaksızın geri dönmeksizin aştığında yeni bir kasabaya ulaşacaktı. Daha önce hiç mi hiç adım atmadığı bunun için heyecan duyduğu, yeni şeyler keşfetme duygusunu tatmin etmenin ön koşulu olarak sırt çantasından çıkardığı atıştırmalıkla güç toplayarak işe başlamak istiyordu. Gri gözleri vardı soluk tenliydi. Gözlüklüydü, gözlerinin içi parlaktı alnı genişti, bir santimi bulmayan saçları alnını olduğundan daha geniş gösteriyordu, yırtıcı bir kuşun kanadına benzeyen kara kaşları, gizemli yolcunun esrarengiz görünümüne kararlı bir hava katıyordu. Ne büyük ne küçük burnu normal biri kadar normaldi. Beyaz spor ayakkabısı gri bir kot pantolonu turuncu bir tişörtü vardı, yorgun olmasına rağmen kendisini yine de kendisini kuş kadar hafif hissediyordu. Ancak yorulduğunda ayağı bir taşa takılıp tökezlediğinde düşecek gibi olduğunda durmayı akıl edebiliyordu işte yine yürüyüşün sonundaki o ender anlardan birindeydi. Yolcu 30'larındaydı, sırt çantasının içinde iki kitap taşıyordu. Bunun dışında kıyafetlerinin yedeği, çakmağı ve içinde atıştırmalıkların olduğu iki kilo ağırlığında alışveriş poşeti vardı. Çeşme suyunun düşselliği suyu yudumlamaya başladığında etkisini yitirdi. Çeşmeye eğildi hafif sakallı yüzünü avuçladığı suyla bir kaç kere yıkadı. Parmaklarıyla önce tozutan saçını sonra pantolonunun ayakkabılarının kimi leke tutmuş kıyılarını temizledi. Zaman kavramı onun için anlamını kaybetmişti saat taşımıyordu. İlkbaharın yaz ile dirsek teması vardı, uzun saplı otlar arasında beyaz kelebekler uçuşuyor güneş çekilir çekilmez yerini gökyüzünde göz kırpan yıldızlara bırakıyordu. Ortalık sütliman sakindi. İnsan hareketlerinin ivmesinin düştüğü sonsuz gibi akşamın geceye aktığı anlarda, bazen ilk göreni hayrete düşüren – aslında dünya yaşamının sıradan, normal olmadığını kanıtlarcasına - *kuyruklu yıldız şahikası boy gösteriyordu. Yolcu daha önce de kuyruklu yıldız görmüştü her seferinde ilkiymişçesine büyülenerek. Hatırat çeşmesinin arkasındaki tepenin üstündeydi söğüt ağacının altındaydı cırcır böcekleri ötüyordu, yolcu karaltıda tatlı bir bitkinliğin sürüklediği dinginlikte sırt üstü uzanmış gökteki yıldız kümelerine bakıyordu, **Samanyolu galaksisindeki güneş sisteminin konumunu hatırlatıyordu ona tatlı yorgunluğu. Teleskopla gökyüzünü inceler gibi bu durumdan Galileovari bir heyecan duyuyordu yolcu. Ertesi gün üzerini gökyüzündeki yıldızların örttüğü ona göre rahat olan uykusundan uyanınca pantolon cebinden çıkardığı küçük bir bez parçasıyla gözlüğünü sildi. Gözlüğünü takar takmaz doğa ona pas parlak net biçimde gözüktü. Uzaktaki kasabayı ele veren fabrika bacasından siyah dumanlar yükseliyordu. Kasabaya giriş yerinin ağzındaydı. Hatırat çeşmesinin çevresine haftanın belli bir günü pazar kurulurdu, - bunu ön hazırlık olarak kamyonetlerin ertesi gün için mal getirip köşelere yığmasından anladı - kendi memleketinde pazarcıların kükreyişi ortalığı çınlatırdı, burası da böyle olmalıydı, pazar arabaları, poşetleriyle insanlar her yöne doğru koşturur dururdu. Genç adam burası başka bir kasabaya hiç mi hiç benzemiyor diyebilir miyim dedi, her ne kadar başka bir şehrin kasabası olsa da. Yoksa bunu söylemek için erken mi davranmıştı henüz? Sanmıyordu. Kendi memleketinde pazardan alışveriş yaparken pazarcı kadının ‘’armutlarım mükemmeldir’’ deyişini hatırlıyordu armut almadan incelediği saniyelerde ona şöyle demişti ''Alınmayın ama işin içinde ticaret varsa ben kimseye güvenmem.'' Beline bozuk para kesesini bağlamış - genç adamın annesi gibi eşarplı - eşarbını başına tekrar sarıp nasırlı ellerini beline koymuş kısa tombul kadın ‘’ne yani,’’ demişti ‘’şimdi bana inanmıyor musun?’’ Bu sırada tezgâhta bulunan buranın yerlisi olduğu anlaşılan başka bir müşteri, bir adam - sözcükleri kaba anlamıyla kullanmadan söylemesinden anlamıştı ki okumuş bir kişiydi - kadına cevapla ''duymadınız mı?'' dedi ‘’siz alınmayın, diye baştan söylemişti.'' Pazarcı kadın anlık cevap karşısında şaşkın elleri belinde önce bir adımını öne atarak geriye doğru hafifçe kaykılmış, sonra gözlerini iyice açmış bu sözü söyleyenle asıl sözlerin sahibi genç adama, onların sözlerinin anlamını bilmeden, merakta etmeden bön bön bakmıştı. İnsan nereye giderse gitsin doğduğu memlekete dair anılar silinmiyordu. Bulunduğu noktadan bayır aşağı inerken tekrar ''Burası doğduğum memlekete benziyor mu benzemiyor mu? Göreceğiz'' dedi. Bir kaç gün boyunca tek bir yön tutturmuş ihtiyaçlarını gördüğü vakitler dışında hep aynı şeyi yapmıştı, cep telefonu yoktu. Ne gazete ne bir radyo ne de bir televizyon hiç birini kullanmıyordu bir süredir. Bir şey mi arıyordu. Bir şey mi unutmaya çalışıyordu bilinmez. Dün kaldığı yerden yürümek için tekrar adım atmaya başladığı sırada kasaba giriş yolunun kıyısındaki çam ağacının arkasında seçilemeyen bir gölge ortaya çıktı. Aralarındaki mesafe yirmi metre var ya da yoktu. ''Dur orada yabancı!'' dedi. Genç adam içinden ''S.kiyim böyle işi!'' dedi ''Bu adam da kim oluyor hem kendisini ne sanıyor ki!'' Yine de içgüdülerinin sesine kulak verip durmazlık edemedi. Yabancının açıklamasına fırsat vermeden sordu,''Ne istiyorsunuz ve kimsiniz? Yağmur bulutları sanki rüzgârda hızlanmış kuşlar da bu doğa olayını haber vermek için çimenler arasına tünemiş de cıvıldamaya başlamış gibi gökyüzü kurşuni bir renkle kapanmıştı. Güneş kesinlikle yoktu oysaki olmalıydı - dün gece türkü tutturmuş sayısız yıldızın rehberliğine güvenecek olursa. ''Yürüme'' dedi az önce karaltıdan çıkan önleyici ses. ''Peki, ama neden?'' diye sordu, ''yol arızalı'' demesini bekliyordu ama öyle olmadı. Kısa bir sessizlik vuku bulunca genç adam dayanamayarak tekrar sordu, ‘’Peki ama neden! Neden yürümemem gerektiğini söylediniz?’’ Mantık arıyordu ama boşuna. Acelesi yok gibi konuşan karanlıktaki ses, ''Ben öyle diyorum'' dedi. Bu son seslenişin ardından neredeyse karşısındakinin kaçık bir deli olduğuna hemen hemen emin hale gelmişti genç adam. Az önce mal boşaltan kamyon işçilerini gözleriyle taradıysa da şimdi içlerinden bir tekine bile rastlayamadı. Karaltıdan çıkan öteki adam ona doğru yaklaştı ‘’Beni yanlış anladın ya da ben kendimi iyi anlatamadım’’ dedi sonra az ötede orada bulunan, genç adamın nedense daha önce hiç ama hiç dikkat etmediği ama varlığı birdenbire anlam kazanmış kaya parçasının üzerine gayri ihtiyari oturdular. Öteki adamla genç adam birbirlerini yakından tanıma fırsatı bulmuşlardı. ''Ben de sen gibi bir gezgindim sırt çantam vardı anlıyor musun beni?'' dedi öteki adam genç adamdan 10 yıl kadar büyük olduğu gözüküyordu, kirli sakalı vardı. ‘’Tabii ki anlamıyorsun belki de anlamayacaksın’’ diye devam etti, bir ona bir kendi işe yaramaz bulduğu aşınmış ayakkabılarına bir de kasabanın üzerinde dönüp duran kara kargalara baktı. ‘’İşe yaramazın biriydim, belki bir işe yararım diye bu kasabaya adım attım lakin hiç de öyle olmadı. Bir kaç işe girip çıktım, bir güzel söz bir güzel bakış için ama yanılmışım. Her şeydim ben ama aynı zamanda hiç bir şey, bu kasaba insanı bir hayalete döndürüyor bil istedim. Sadece benim gibi olma bil istedim.’’ Genç adam sırt çantasını kenara bırakmış, bağdaş kurmuş sessizce tebessüm ediyordu, eline yerden bir çakıl parçası almış parmakları arasında düşünceli biçimde evirip çeviriyordu ki şöyle konuştu. ''Öyleyse sana bir şey hatırlatayım her yer birbirine benziyor,'' konuşmasını deneyimlerin olgunlaştırdığı tonda sürdürdü, ''zaten çalışan bir insanın hayatında köklü değişiklikler yapması için zenginleşmesi hiç bir yerde mümkün değildir.'' Bu sözleri karşısındakine söylemiyor da daha çok kendi kendisine konuşuyor gibiydi. Konuşurken adamın paltosunun sağ cebine sıkıştırdığı kitabı fark edip sordu: ‘’Asıl zenginlik bu bakabilir miyim?’’ ‘’Tabii, okur musun?’’ ‘’Ünlü yazarlardan bazılarını okumuşluğum vardır.’’ ‘’Bense yalnızca bir süredir.’’ Genç adam kitabı karıştırırken şaşkınlıkla ‘’Oo harika!’’ dedi, Turgenyev’in, ‘Dumanı’ okumuştum.’’ ‘’Dün bitirdim’’ dedi öteki, etkileyici bir kitaptı, özellikle de o son bölümler. Genç adam son bölümleri karıştırıp bir paragraf aradı bulamadı - o sırada az ötede bir kamyonet durmuştu hafiften gürültüleri onlara ulaşıyordu - sonra kitaptan diğerine birkaç satır okudu: ‘’Duman ve küle dönen geçmişimden, bütün bu söylediklerimden, umutlarımdan, çabalarımdan yalnızca canlı, sarsılmaz bir şey kaldı’’ okumayı bırakarak ‘’bak’’ dedi. ‘’geçmişten duman olarak bahsediyor.’’ Öteki adam, Auguste Rodin’in düşünen adam heykeli gibi dinlemeyi bırakıp: ‘’Kitaba adını veren ‘duman’ kelimesi son bölümlerde çok şairane biçimde geçer,’’ dedi ‘’yazar çeşitli kereler kullanmanın yanı sıra kitapta geçen, hayata şekil veren pek çok şeyi bu açıdan yorumlar.’’ ‘’fakat doğa’da her şey değişir doğada bir yenilenme vardır, bu topluma da yansır gerçek olan da budur.’’ dedi genç adam. Öteki adam yeni bir şey fark etmiş gibi gülümseyerek onu onayladı. Şakacı bir uslupla‘’Şimdi bırak bunları arkadaş’’ dedi ilk karşına çıktığımda seni kızdırdım mı ya da korkuttum mu onu söyle?’’ diye devam etti ‘’sırt çantandan gezgin olduğunu hemen anlamıştım - her gezgin hippi değildir ama – ***hippilerin okumuş bir yönü vardır. Haksız mıyım?’’ ‘’Doğru fakat ben hippi değilim.’’ dedi genç adam. Beş on dakika kadar ancak geçmişti ki, ayağa kalktılar doğanın bu kısa konukluğunda öteki adam ana-baba ziyareti için kendi şehrine döneceğini söyleyerek kasabayı işaret etti. ''Orada neredeyse ****kast sistemi vardır gitmekte kararlı mısın?'' ''Peki, sen Jack London adlı yazarı bilir misin?'' diye soruya soruyla karşılık verdi genç adam. Diğeri bilmediğini ima ederek kafasını olumsuz anlamda salladı. Genç adam hafızasındakileri sıraladı: *****''hep daha fazla toplu akla doğru gelişim gösterme eğilimindeyiz; sonunda birey halinde ne kadar zeki isek, toplu halde de o kadar zeki olacağız'' karşılıklı memnun el sıkışıp ayrıldılar. Gün aydınlanmış genç adam ufka, kasabaya doğru yola çıkmıştı. Öteki adam ise az sonra arkasından bağırarak ''Yolun açık olsun delikanlı, yolun açık'' diye onu içten bir dilekle uğurluyordu. Dipnotlar: *Kuyruklu yıldız & youtube.com/watch?v=OWTzcdj... - **Samanyolu galaksisinde Güneş sisteminin konumu & prezi.com/a4gftn7jn5rv/sa... - Ayrıntılı bilgi içeren video için (bkz.) ***Hippi & tr.wikipedia.org/wiki/Hippi ****Kast sistemi & Hindu bir 'kast' içine doğar. Kast, toplumda özel bir konumu olan ve bu konumu nedeniyle öteki gruplardan ayrılan bir insan topluluğudur.-Google *****Alıntı & (bkz.) Jack London - Bana Göre Hayatın Anlamı adlı kitabı
··
268 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.