Tanrılarla SohbetBizler inançsız yaşayamayan küçük şeytanlarız ve dünyamız da tarih öncesinden bugüne müşterisi hiç eksik olmayan bir inanç pazarı. Hal böyleyken, dört bir yandan ruhumuzu ve eylemlerimizi kuşatan bir imanın içine doğan biz aciz kullar, nasıl düşünebilirdik ilahsız bir kozmos’u. Payımıza düşen neydi? Ya komşuların mabuduna inanacaktık kati suretle ve bilemediğimiz bir cennetimiz olacaktı ya da üzerine düşünecektik sorgulanmaz kesinliklerin ve hakikati keşfetmek uğruna indirecektik putların zil çalan eteğini. Bu koşullar altında, kaçınılmaz olarak zatıma düşen Nietzsche’nin delisi olmaktı; pazar yerinin mahşerliğinde haykırarak koşmak: “Tanrı’yı arıyorum! Tanrı’yı arıyorum!” “Gökte ve yerde olan var mı hala?” Sonsuz bir hiçlikte mi yuvarlanıyorduk yoksa? Tanrı’nın tarihi, ne kadar merhametten dem vurulsa da ilahi olduğu kadar hastalıklı bir öyküdür. Diyelim ki, yeni yetme insan zihninin ilk vakitlerinde doğsun gün ışığımız, antik homo sapiens de moderni kadar hayalperest galiba, çocukluk düşleri görüyor yeryüzünün her bucağında ve büyütüyor her kavim kendi beşiğinde yavru kültünü. Daha çok ufak, pek sevimli ve gözleri âmâ, her yerde minik minik “pagan”cıklar, henüz kimse bilemez gelecekte dönüşecekleri sözde merhametli zalimi… Hayatı anlamlandırma gayesi, Yüce Varlık’ın kutsal hammaddesidir. İçinden çıkıp geldiği mitoslar, her biri gülünç serüvenler içerir. Bunu görememek gariptir. Dinin kökenleri, mitoslarda saklambaç oynar. Ve yazarın dediği gibi “İnsanoğlunun gerçekle arası pek iyi değildir.s.81” Ve zihin kendi ateşinden yaratır tapacağı tanrısını. “Öyle görünüyor ki tanrılar yaratmak insanoğlunun oldum olası yaptığı bir şeydir. s.26” Enuma Eliş’in Marduk’u nasıl da dönüşür Yehova’ya… “İnşası tamamlandığında, tanrıların hep bir ağızdan haykırışları eşliğinde Marduk tapınağın zirvesindeki tahta oturdu: “Burası Babil, Tanrı’nın aziz kenti, senin sevgili evin! S.33” “Benzer şekilde, Tapınak’ta oturan da ancak “Yehova’nın ihtişamı” olabilirdi. “Şüphesiz Enuma Eliş’e dayanan Tekvin’in ilk bölümündeki yaratılış öyküsü.. s.111 “Enuma Eliş’teki gibi yaratılışın altı gününü, yedinci günde bir dinlenme anı takip etmişti.s.112” vesaire.. Komşunun tanrısını allayıp pullayıp yeni bir tanrı haline getirilmenin dramatik sahnelenişlerinden biridir bu aslında. Sıkıntı yoktur başlangıçta, tanrılar kendi aralarında savaşsa da insanlar genellikle kardeş kardeş yaşarlar. Ta ki Yehova Tek Tanrı olma iddiasıyla diğerlerine gözdağı verene kadar. Aziz Pavlus, Yahudilikten Hristiyanlığı sancılı bir doğumla nasıl dünyaya getirdiyse, Hristiyanlık da zaman içinde, insan eliyle işlene işlene, bizzat akla zarar bir sancı haline gelmiştir. Baba, oğul ve kutsal ruh üçlemesi insan hayal gücü saçmalamasının doruk noktalarından biridir ve aradaki nüansların haklılığı için meydana gelen katliamlar hurafelerin insanı nasıl bir caniye dönüştürebileceğinin kanıtıdır. İslam’ın bu tek tanrı inancından evrilmiş olmasını pek kabul etmek istemeyiz. Aslında bir tüccarın sıklıkla ticarette karşılaştığı popüler inançlardan esinlenmesini ve bizzat kendilerinden soruşturarak İbrahim’in dinine yeni bir rol biçmesini duymaya tahammül bile edemeyiz. Yahudilerin takdirini yitirince kıbleyi onların Kudüs’ünden Arapların panteonuna geri almak sıkı bir rest doğrusu. Sonra merhametli tanrının buyruğu olduğu üzere gelsin bir yanda cihatlar bir yanda haçlı seferleri… İnsanın kendi köleliğini kutsaması ve bununla övünmesi şaşılacak şeydir. Tapınma kısaca budur. Dedim ki öyleyse, gelin masama Ey Tanrılar, bu işi konuşarak çözebiliriz. Gel dedim Mistiklerin Tanrısı, gel Filozofların Tanrısı, gel Reformcuların tanrısı ve sen de gel akıl çağının Aydınlanma Tanrısı.. Tüm kozlarınızı oynayın, ne varsa eteklerinizde dökülün. Filozofların Tanrısı bağırıyordu ağzından tükürükler saçarak “İnancınız olmadıkça anlamayacaksınız.” Dedim ki anlat o halde inancı ve anlamayı. Heybetliydi. “Çevremizdeki çokluk birincil bir tekliğe işaret eder ey gafil! Evrende akıl vardır ve akılcı bir evrende Koşulsuz Varlık’ın sanatsal izleri vardır. Varoluş hiyerarşisinin tepesinde bir İlk Hareket ettirici olmak zorundadır! ‘Bir şey, neden sonuç ilişkisi zincirini başlatmış olmalıdır.s.275,’ Yoksa yaşam, anlamını yitirir.” Hüzünlenir… Mistiklerin Tanrısı içmeden sarhoştur, sakince konuşur. Yanılıyorsunuz bay filozof, Tanrı’ya giden yol yalnızca akla bağlı değildir. Bizim diyarımız imgelemler diyarıdır. ‘İnsan bulunmayan veya henüz mevcut olmayan ama yalnızca olası olanı öngörme yeteneğine sahip tek hayvandır. Duygu ve mantıklı kanıtlarla algılanamaz kalan Tanrı’yı kavramamızın tek yolu, imgelemci zihnin ana işlevinin yorumlanmaları olan simgelerin aracılığıyladır. S.342” Reformcuların tanrısı hiddetle yumruğunu masaya indirir. “İnancın bilgiye, bilime ve kesinliğe gereksinimi yoktur. O’nun hissedilmeyen, denenmeyen ve bilinmeyen iyiliğine serbestçe ve neşeyle teslimiyet yeter.s.400” Fakat sözlerinden kan damlıyordu. “Dinsel değişim kaçınılmaz olarak gelecektir. Günahkarların terk edilmiş ruhlarını kurtarmak için şiddet ve acı dolu dramayı yaşamak zorundayız.” Aydınlanmanın tanrısı kaşlarını kaldırıp konuşmaya dahil olur. “Tanrı’nın varlığını kanıtlamak olanaksızdır; ama aynı biçimde akılcı olarak varlığını reddetmek de olanaksızdır. Tanrının ne olduğunu ya da olup olmadığını bilmekte yetersiziz. Akıl bu soruya cevap veremez. Sonsuz kaoslar bizi ayırır. Bu sonsuz uzaklığın en uzak ucunda yazı ya da tura gelecek fırıl fırıl dönen madeni para var. Nasıl bahse tutuşacaksınız?” s.428. Nihayetinde, mucizelerle uğraşan bir Tanrı’nın çocuklarımızı korkuttuğumuz gulyabanilerden bir farkı yoktur.s.487, “sevgili dostlarım cehaletinizi kabul edin.” Der ve masadan kalkmaya davranır. Fakat Nietzsche’nin delisi koşarak masaya yaklaşır: “Tanrıyı arıyorum. Tanrıyı arıyorum.” Deli gözlerini kibirli Tanrılara diker “Tanrı nereye gider ki?” Tanrılar birbirlerine bakar. Deli bağırır: “İşte söylüyorum. Onu öldürdük, siz ve ben! Hepimiz onun katiliyiz.” S.505 Tanrının ölümüyle, kendisi “fosilleştirilmiş insan inançları ve modası geçmiş davranışlardan uzağa, dünyanın bir ucuna fırlatılmıştır.” S.502 Kierkegaard. Zihnimde cereyan eden yansımalar o kadar fazla ki, devam etsem bu kitaptan bir novella çıkartabilirdim. Evet, tektanrıcılığın gelişim süreçlerini içeren tartışmayı özü itibariyle düşünürlerin bakış açısıyla masaya getirdim. Çılgınca mı? Pek önemli değil. Sonuç itibariyle bizim için Mevla ölmüştür. Cümlemize keyifli okumalar olsun.