Gönderi

112 syf.
6/10 puan verdi
YIKIMA UĞRAYAN BELLEK, ORADA ÇİÇEK BULURSA...
Uyarı: Okuyunca kitaptan alacağınız tat azalabilir. Okusanız da muhtemelen bir tat alamayacaksınız zaten... "Yıkıntı Çiçekleri", Proustvari bir kitap. Doğrudan hatırlamaya ilişkin ve belleğin insana oynadığı tuhaf oyunlarla alakalı. Ancak Proust romanlarındaki, anlatımda var olan o bilindik yoğunluk yok bu kitapta. Daha çok insanın okurken takip etmekte zorlandığı bir dizi kişi, olay ve mekana dair, sıçramalar şeklinde kendini ilan eden bir anlatım var. Ben, ikisinin arasındaki farklılığın yazıldıkları zamana ilişkin olduğunu ileri süreceğim. Çünkü belli ki, "Yıkıntı Çiçekleri'nin yazarı Patrick Modiano, olay örgüsü bile olmayan bu kısa romanı, geçmişin izinin kısa vadelerle silindiği bir zamanda yazdığı için, o sıçramalarla kasıtlı olarak okuyucuya bunu hatırlatıyor. Âna hapsolmuş insanın, belleğin labirentlerinde, zihnin kendisine oynadığı tuhaf oyunlarla baş başa kalışı... Niçin bir anlatı kurmuyor da, sürekli oradan oraya atlayıp duruyor bu yazar? diye sorup, öfkeyle karışık bir hayal kırıklığına kapılıyor okuyucu ister istemez. İsmi bile bu kadar iddialı olan romanın, beklentilerin altında kaldığını hissediyorsunuz kitabın sayfaları arasında kafa karışıklığı ile dolanırken. Yıkıntı çiçekleri sizi de boğmaya başlıyor. Öyle ya "Göğsümün ta içinde bir baskı hissettim, yaprakları büyüyen ve beni boğan bir çiçek varmış gibi. Yere çakılmıştım. Allah'tan, kızlarımın varlığı beni bugüne bağlıyordu" yazmamış mıydı Modiano? Anlamın paylaşılabilir olmaktan çıktığı bir zamanın romanı olsa olsa böyle olur. Bir Stendhal, bir Dostoyevski, bir Balzac'ın zamanı değildir artık çünkü yaşadığımız. Hatta Proust'un zamanı bile değildir artık. Okuyalım: "Ben camın yanından ayrılmamıştım. Yağmurun altında sokağın öte yanına geçti ve az önce inmiş olduğumuz merdivenin yanındaki duvara yaslandı. Orada, sırtı duvara dayalı, başı apartmana dönük, ayakta duruyordu. Yağmur, merdivenlerden üzerine akıyordu. Ceketi sırılsıklam olmuştu ama bir milim bile kıpırdamıyordu. İşte o zaman, bugün hala açıklamaya çalıştığım bir şey oldu: Merdiveni tepeden aydınlatan sokak lambası söndü. Adam yavaş yavaş duvarın içinde eriyordu. Ya da yağmur, adamın üzerine yağa yağa, tıpkı suyun sabitleşmesine zaman kalmamış bir resmin renklerini silmesi gibi, siliyordu onu. Alnımı cama dayayıp gri duvara dikkatle bakmama karşın, adamdan hiçbir iz kalmamış olduğunu gördüm.” Roman bize, istediğimizi vermiyor. Okuyucunun gönlünü okşayan, onun sırtını sıvazlayan, onu duygulara gark eden, yazar ve okur arasındaki o iç içe geçmiş girift sahtelikten hiçbir eser yok bu romanda. Yazar, zamanın hızla akışı sayesinde mekanı silen bu hayatta, bizim bu dünyada artık geçmişi olan insanlar değil, şaşkın bir turist olarak var olduğumuzu ilan etmektedir.”Baharın gelişini muştulayan bu pırıltılı sabah vakti onları izlemek ve basit bir turist olmak istedim. Belki de yitirdiğim bir kenti yeniden bulacak ve caddelerinde dolaşırken eskiden duyduğum hafiflik ve tasasızlığa yeniden kavuşacaktım.” Sanki dünyaya, âna gelen, bu âna fırlatılan, geçmişi olmayan insanın(ki insan denebilir mi artık ona?)hafiflik ve tasasızlığıdır o. Yokolmanın dayanılmaz hafifliği!
Yıkıntı Çiçekleri
Yıkıntı ÇiçekleriPatrick Modiano · Can Yayınları · 199153 okunma
·
116 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.