Gönderi

GÖZLEMDEN HAYAL GÜCÜNE Bir Pazar akşamıydı. Babamın o akşamki okuma faslına başlamak üzereydik. Hafta başında, Monte Kristo Kontu’nu bitirmiştik. Aylar süren, asap bozucu bir serüven olmuştu bizim için. Haliyle çıta da epey yükselmişti ve derken kalelerden, burçlardan ve Fransız hazinelerinden çok uzakta, hayatında ilk defa gördüğü bir adamın yüzüne bakıp, gayriihtiyari bir biçimde, “Anladığım kadarıyla Afganistan’da bulunmuşsunuz,” diyebilen bir adamın karşısında buldum kendimi. Holmes’a dönüp, “Siz nereden bildiniz bunu?” diye soran Watson hislerime tercüman olmuştu. Gerçekten bunu nasıl bilebilirdi? Asıl meselenin basit bir detay gözleminden çok öteye gittiği benim için gayet netti. Ya da öyle değil miydi? Savaş sırasında görev yaptığı yeri Holmes’un nereden bildiğini merak eden Watson, bu bilgiyi, kendisiyle tanışmadan önce bir başkasından duyduğunu farz ediyor. Çünkü yalnızca bakarak böyle bir şeyi anlamak mümkün değil. “Alakası yok,” diyor Holmes. Son derece mümkün. Konuşmasına şöyle devam ediyor: Afganistan’dan geldiğinizi hemen anladım. Yılların alışkanlığı yüzünden, düşünceler o kadar hızlı bir şekilde kafamda sıraya dizildi ki, aradaki adımları fark etmeden hemen sonuca vardım. Ancak ben fark etmesem de o adımlar vardı tabii ki. Mantık dizisi şöyle gelişti: “Karşımda, asker havası taşıyan, doktor tipli bir beyefendi var. O halde kesin ordu doktoru olmalı. Ayrıca yakın zamanda tropikal iklimli bir yerde bulunmuş olmalı zira yüzü bronz ve teninin gerçek tonu bu değil, çünkü bilekleri daha açık renk. Bitkin yüzünden açıkça anlaşıldığı kadarıyla birçok zorluk ve hastalıkla mücadele etmiş. Sol kolundan yaralanmış. Kolunu tutuşu kazık gibi, hiç doğal değil. İngiliz ordusunda görevli bir doktor, hangi tropik bölgede bu denli zorluklarla karşılaşıp, kolundan yaralanmış olabilir? Tabii ki, Afganistan'da." Bütün bu düşünce silsilesinin kafamdan geçmesi bir saniye bile sürmedi. Sonra sizin Afganistan' dan geldiğinizi söyledim ve siz de buna hayret ettiniz. Elbette, başlangıç noktası basit ve düz bir gözlem gibi görünüyor. Holmes, bir bakışta Watson'ın dış görünüşü, tavır ve davranışlarıyla ilgili detayları fark ediyor ve bu detaylardan yola çıkarak adamın bütüncül bir resmini çiziyor. Tıpkı Joseph Bell'in, vaktinde Arthur Conan Doyle'u hayretler içinde bırakması gibi. Ama hepsi bu değil. Tek bakışta hayat hikayesine dair bir özet sunduğu bu yeni dostuyla konuşurken Holmes'un dediği gibi, büyük G'yle Gözlem, nasıl desek ... Sadece gözlemden (küçük harfle yazılanı bu) fazlasını gerektirir. Bu, nesnelerin pasif bir şekilde görsel sahanıza girmesine izin vermek değildir. Asıl mesele neyi, nasıl gözlemleyeceğinizi bilmek ve dikkatinizi ona yönlendirmektir: Hangi detaylara odaklanıyorsunuz? Hangi detayları görmezden geliyorsunuz? Odaklanmayı tercih ettiğiniz detayları nasıl yakalayıp idrak ediyorsunuz? Diğer bir deyişle, beyninizin çatı katının potansiyelini nasıl maksimize ediyorsunuz? Holmes'un daha önceki uyarılarını hatırlarsanız, beyninizin çatı katını mümkün olduğunca temiz tutmak isteyeceğinizden, karşınıza çıkan her detayı alıp oraya atamazsınız. Fark etmeyi tercih ettiğimiz her şeyin, gelecekte çatı katımıza ait birer eşyaya dönüşme potansiyeli vardır ve dahası, bu eklentilerle çatı katı ortamı değişeceği için, gelecek eklentiler de buna bağlı olarak etkilenecektir. O yüzden akıllı tercihler yapmamız lazım. Akıllı tercih demek, seçici olmak demek. Sadece bakmak değil, düzgün, dikkatli bir şekilde bakmak demek. Farkına vardığınız şeyin -ve nasıl farkına vardığınızın- gelecekte yapacağınız çıkarımların temelini oluşturacağını bilerek bakmak demek. Resmin bütününü görüp, önemli olan detayları fark etmek ve bu detayları daha geniş bir düşünce çerçevesi içinde nasıl ele almanız gerektiğini anlamak demek. Holmes'un, Watson'ın görünüşünde dikkatini çeken şeyler, neden dikkatini çekiyor? Gerçek hayattaki temsilcisi Bell, niçin yeni hastasının tavrında gözlemlediği şeyi gözlemlemeyi tercih ediyor? (Cerrah, " Gördüğünüz gibi beyler," diyor öğrencilerine, "adam saygın bir beyefendiydi ama şapkasını çıkarmadı. Orduda da çıkarmazlar çünkü. Uzun zaman önce terhis edilmiş olsaydı, adap kurallarını da öğrenmiş olurdu. Otoriter bir havası vardı," diye devam ediyor, " ve İskoç olduğu her halinden belliydi. Barbados kısmına gelince, şikayeti fil hastalığıydı. Bu, Batı Hindistan'a özgü bir hastalıktır, İngiltere'ye değil. İskoç alayları şu an o bölgede bulunmaktalar." Peki, hastanın dış görünüşüyle ilgili detaylardan hangisinin önemli olduğunu nasıl bildi? İşte bunun cevabı yıllardan beri süregelen pratik. Dr. Bell yıllar içinde o kadar çok hasta gördü, o kadar çok hayat hikayesi dinledi ve o kadar hastalığa tanı koydu ki, sonunda bütün bu düşünce mekanizması tıpkı Holmes'da olduğu gibi, onun için doğal bir sürece dönüştü. Deneyimsiz, genç bir Beli asla bu denli keskin bir zekaya sahip olamazdı. ) İki adamın, Holmes'un sabah gazetesi için yazdığı, "Hayat Kitabı" adlı makaleyle ilgili yaptıkları tartışma, Holmes'un açıklamasını biraz daha pekiştiriyor. Bir damla sudan nasıl Atlantik Okyanusu veya Niagara Şelalesi'nin ortaya çıkabileceğini anlatan bu makaleden kitabın başında bahsetmiştim. Holmes, bu sulu başlangıcın ardından insan etkileşimine dair prensibi biraz daha açarak konuşmasına devam ediyor: Konunun en zor kısımlarını teşkil eden ahlaki ve zihinsel yönlerini incelemeden önce, bırakalım araştırmacı daha basit problemlerin üstesinden gelsin. Bırakalım, başka bir ölümlüyle tanıştığında, onun geçmişini, ne işle uğraştığını veya nerede çalıştığını bir bakışta anlasın. Bu ne kadar basit bir egzersiz gibi görünse de, gözlem yeteneğini geliştirir ve insana neyi, nerede araması gerektiğini öğretir. Bir adamın tırnaklarına, paltosunun koluna, çizmelerine, pantolonunun dizlerine, baş ve işaret parmağındaki nasırlara, yüz ifadesine, gömleğinin kollarına, bütün bu detaylara bakarak, ne işle uğraştığını kolayca anlayabiliriz. Bütün bunlar bir araya geldiğinde, işinin ehli bir araştırmacının yanılgıya düşmesi mümkün değildir. Holmes'un, Watson'ın Afganistan'daki görevine nasıl bir yaklaşımda bulunduğunu tekrar gözden geçirelim. Watson'ın geçici ikametini nokta atışıyla belirlemesine yardımcı olan unsurları tek tek sıralarken, verdiği birçok örneğin içinde, Londra'da bronz tenli olmaktan -bu elbette ki İngiltere iklimine uygun bir şey değil, o yüzden mutlaka başka bir yerden sağlanmış olması gerek- bahsediyor ve bunu Watson'ın tropikal iklime sahip bir yerden yeni gelmiş olmasına bağlıyor. Ancak yüzü bitkin. Demek ki tatile değil onu hasta eden bir yere gitmiş. Ve duruş biçimi? Tek kolunda doğal olmayan bir hareketsizlik var. Böyle bir sakatlık ancak bir yaralanmadan meydana gelmiş olabilir. Tropikal iklim, hastalık, yaralanma. Daha büyük bir resmin parçaları olarak hepsini bir araya getirin ve işte: Afganistan! Her gözlem bir diğeriyle aynı bağlamda, peş peşe değerlendiriliyor. Hiçbiri bağımsız parçalar değil, entegre bir bütünü oluşturuyorlar. Holmes yalnızca gözlem yapmıyor. Bakarken, bir yandan da yaptığı gözlemle ilgili doğru soruları soruyor. Bütün parçaları bir araya getirmesini, bir su damlasından okyanus çıkarımını yapmasını sağlayacak soruları soruyor. Watson'ın savaştan geldiğini bilmesi için Afganistan'ı avcunun içi gibi bilmesine gerek yok. Hatta öyle bir yerin varlığından dahi haberdar olmayabilir. Ama öyle bir durumda bile, pekala şöyle bir cümleyle karşımıza çıkabilirdi: "Anladığım kadarıyla savaştan yeni dönmüşsünüz." Kulağa Afganistan kadar çekici gelmediği kesin ama yine de gaye aynı. Gelelim mesleğe: Doktor kategorisi, ordu doktorundan, yani ana kategori alt kategoriden önce geliyor, asla tam tersi değil. Ve gelelim şu doktora: Ömrü, olağandışılıklarla geçen biri için son derece alelade bir meslek tahmini ama alelade olması, yanlış olduğu anlamına gelmiyor. Holmes'un öteki açıklamalarını okurken fark edeceğiniz gibi, bir adamın mesleğiyle ilgili tahminde bulunurken -iyi bir sebep bulunmadığı müddetçe- olağandışı ve iddialı olanlardan uzak durup, genelde daha bilindik ve sıradan branşlara bağlı kalıyor. Bu tahminleri de her zaman gözlem ve gerçeğe dayalı oluyor. Varsayım ve kulaktan dolma bilgiye değil. Doktorluk, ne bileyim ... Dedektiflikten daha alışılageldik bir meslek ve Holmes bunu asla unutacak biri değil. Her gözlem mevcut bilgilerle entegre olmalı. Holmes, onunla tanışıyor olsa, mesleğiyle ilgili bir tahminde kesinlikle bulunmaz. Sonuçta Holmes, kendini "danışman dedektif" olarak kabul eden tek kişi. Konu doğru soruyu sormak olunca, temel oranlar ya da bir şeyin genel popülasyon içindeki sıklığı son derece önem kazanıyor. Şimdilik elimizde Afganistan'dan gelen doktor, yani Watson var. İyi doktorumuzun da dediği gibi, Holmes'un bu sonuca varmasına sebep olan unsurları tek tek gördükten sonra her şey aslında çok basit. Ama o sonuca kendi başımıza varmayı nasıl öğreniriz? Her şey tek bir kelimede bitiyor: dikkat.
54 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.